Burhan Sönmez – Yoksulların Arabeski: Keder ve İsyan
BURHAN SÖNMEZ
Esengül daha ölmemişti. İstanbul’un sabahçı kahvelerinde ve genç kızların doldurduğu konfeksiyon atölyelerinde onun şarkısı söylenirdi:
“Bir yoksula rastladım yol kenarında
Uzanmış yatıyordu boylu boyunca
Kan içinde her yanı…”
Arabeskin, yoksulların ve garibanların malı olduğu zamanlardı. Her çağın kendi ruhu ve ifadesi varsa, kentlerde sığıntı gibi yaşayanların dili arabeskti. Geleceğe dair belirsizlik ve korku her yerdeydi. İnsanlar nasıl bir dünyaya doğduklarını bilemiyordu. Yapabildikleri tek şey, kendi hayatlarını hançereyi yakan seslere bırakmaktı. Bunun adı arabeskti, daha ilerisini göremiyorlardı.
Köy yollarından gelerek, şehirlerin eteklerine sahipsiz çocuklar gibi tutunmuşlardı. Yoksulların hicretiydi bu. Bir kimsesizlikten gelip başka bir kimsesizliğe gidiyorlardı, ama ellerinden tutacak bir peygamberleri yoktu.
Batsın tabii ki bu dünya, sevenler bahtiyar olmuyorsa, bin kez batsın. Kalpsiz bir dünyanın ıstırabıydı arabesk, yalnız kalmış ruhların feryadıydı. Ekmekler ve kalpler her gün daha da küçüldüğünde, Esengül bin kez haykırırdı:
“Dedim ey yoksul seni çok dövmüşler nasıl dayandın
Dedi yâr karşımdaydı acı duymadım.”
Sevmek, bütün hayatın sevgilinin soluğuyla dolu olduğunu hissetmektir. Her acıya dayanılır o zaman. Çarmıhta bir mazlumun ve Kerbela çölünde bir masumun acısını lime lime kendi etinde taşır gibi dayanır yoksullar ve aşıklar. Kimse onların acısının, umutsuzluk taşıdığını söyleyemez. Aksini düşünenler, keder ile umutsuzluğu aynı şey sananlardır.
Arabeskin çölüne düşenler, bütün bir insanlığın acısını kendileriyle taşır. Bu çölün dehşet yalnızlığı evde, işte ve okulda herkesin koynunda durur. Sokaktaki her yüzde okunabilir. İnsanlar yoksul yaşar, kalabalıkta dolaşır, başka hayatların ihtişamına imrenirler. Basit düşünür, bulabildiklerini giyinirler. Onların müziği de yoksul ve sanki bulabildikleri giysileri gibidir. Yamalarla bezelidir. Bu yüzden şehrin temiz çocukları arabeske kötü der, onu kenar mahallenin yoksul çocuğu gibi dışlarlar. Şimdilerde bu yoksul müzik zenginlerin mahallesine girmiş olsa bile, bazen haddi bildirilir, geldiği yer suratına aşkedilen tokatla ona hatırlatılır. Piyasanın çeşnilerinden biri haline gelmiş olması onun kökenini unutturmaz.
Arabesk müziğin hor görülmesi, onun bağrında taşıdığı hafızayla ilgilidir. “Doğu” tınıları dolu bir müzik olan arabeskin üzerine üstünkörü “kötü” damgası vurulunca, meselenin bizim yakıcı geçen yüzyıllık modernleşme ve batılılaşma sürecimizle de bir ilgisi olduğu görülür. Cumhuriyet için, ülkenin içinde bulunduğu bataktan çıkmanın yolu, eski saltanat yapısından ve dinsel idareden kurtulmaktı. Ama bununla yetinmeyip, geçmişe ait her kültürel değerin lanetlenmesi, dönemin karakteri oldu. Doğu’yu tümüyle kangren olmuş bir kol gibi kesip atan ve bütün dermanı Batı kültüründe arayan bu aksak modernleşmenin bir sonucu olarak “arabi” olan her şey aşağılandı. Mısır filmlerinin, hatta bir dönem radyoda türk müziğinin bile yasaklanması, bu zihniyetin sonucuydu. Bugün arabeski aşağılayan şehirlilerin “yüksek zevk” anlayışı, geçmişini “unutarak aşmaya” çalışan ama tarihin basamaklarında her zaman tökezlemeye mahkum olan toplumların kaderini paylaşır.
Geçmişi bugüne taşıyan hafıza daima canlıdır. Hafıza, Kürtçede “bîr” demektir. Diğer anlamı, özlem ve hasrettir. Arabesk, toplumun kadim ruhunun açığa çıktığı hafıza ve hasret çatlaklarından biridir. Onun yerini ne eski zamanın marşları, ne yeni dönemin ilahileri, ne de batı müzikleri tutabilir.
Kazancakis, El Greco’ya Mektuplar adlı kitabında bir gün yolda rastladığı bir papazdan söz eder. Papaz, elindeki yeşil yaprağa bakıp ağlamaktadır. Kazancakis, neden ağladığını sorar. Papaz, “Yaprağın üzerinde, çarmıha gerilen İsa’yı görüyorum” der. Sonra yaprağın diğer tarafını çevirir ve gülmeye başlar. Kazancakis “Şimdi niye gülüyorsun?” diye sorar. Papaz, “Şimdi İsa’nın yeniden dirildiğini görüyorum” der.
Arabeskin bir yanında çarmıha gerilen aşıkların, garibanların ve alt tabakadakilerin kederi vardır. Ama diğer yanında, öfke, itiraz ve isyan yer alır. Bütün mesele, bu yaprağı çevirip öbür tarafına da bakmayı bilmektir. Yunan şehirlerindeki gariplerin müziği rebetiko ve Portekizlilerin “arabi desenli” fado müziği gibi, bizim arabeskimiz de kalbi kırık mazlumların soylu onurunu taşır.
Melâli anlamayan nesle aşina değiliz, demişti şair. Kalp sıkıntısını ve hüznü bilmeyenler bizden değildir. Keder ile isyanın süt kardeş olduğuna inanmayanlar bizden değildir. Çıplak ayaklıların, yüzü jiletlilerin ve eli nasırlıların soluğunda gizlidir her şey: Keder ve İsyan!
(7 Ekim 2010)
Kaynak: Birgün, 2010
İrtibat: burhansonmez@hotmail.com