Burhan Sönmez – İslamcılığın Vatikan’ı
BURHAN SÖNMEZ
“Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikası (sadece olaylardan sonra tepki göstererek değil) önleyici bir biçimde kurtuluş ilahiyatına karşı koymaya başlamalıdır. Latin Amerika’da kilisenin rolü, politik özgürlük kavramı açısından hayati öneme sahiptir. Marksist-Leninist güçler, maalesef topluma Hıristiyanlıktan ziyade komünist fikirler empoze ederek kiliseyi, özel mülkiyete ve kapitalist üretim sistemine karşı politik bir silah olarak kullandılar.”
Bu cümleler, 1980 yılında ABD başkanlık seçimlerinde aday olan Reagan için hazırlanan ve “Santa Fe Belgesi” olarak bilinen ünlü raporda yer alır.
Amerikan dış politikasının ilkeleri ve dine bakışı bu zeminde ifade edilir: Özel mülkiyetin ve kapitalizmin kutsanması, bunu tehdit eden sol fikirlerin lanetlenmesi ve dinin bu temelde “işlev” görmesi. “Kilise’nin rolünün politik özgürlük kavramı açısından hayati öneme sahip olduğu” tespiti, Latin Amerika’da gelişen anti-kapitalist Hıristiyan hareketlere karşı dile getirilir.
İslam dini de bu dış politikanın havuzunda yer alır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki soğuk savaş döneminde, yukarıda vurgulanan yaklaşımın ürünü olan bir İslam siyaseti ABD’nin öncelikleri arasına girer. Kapitalist pazarın dinin parçası haline gelmesi, özel mülkiyete karşı olan komünizmin öcü haline getirilmesi ve buna uygun dinî cemaatler ve hareketler yaratılması hedeflenir. Son altmış yılın İslam coğrafyası, Afrika, Endonezya ve Türkiye’si ile bu tohumlardan nasibini alır. Her şey pazarın ve paranın istikbali içindir. Buna ilahî bir ruhun üflenmesi, “küresel kötülüğe” bir zarafet katar.
Yakınımızdan bir örnek. Bütün İslami camiamız ABD’nin Afganistan’a girmesini bir işgal olarak değerlendirir. Ama hiç kimse Türk ordusunun orada bulunmasını kınamaz, konu bile etmez. (Sağ muhafazakâr iktidarların egemenliğinde ikinci defadır emperyalist savaşın parçası oluyoruz. İlkinde Menderes, Amerika’nın hayrına ve NATO’nun yararına bizi Kore savaşına soktu. Bugünlerde çokça tartışılan derin devletin ve içindeki çetelerin emperyal filizleri o dönemde boy verdi.)
Dinî söyleme sahip iktidarlar, Türkiye tarihinde iki yüz yıldır ilk kez ideolojik ve moral üstünlüğü ele geçirirken, Osmanlı’nın son asrında yıpranan ve gelişmeler karşısında varlık gösteremeyen dinî siyaset bugün global liberalizmin gölgesinde inşa edilir. Dinî söylemin ve global pazar siyasetinin birlikte hakim olması anlamına gelen ılımlı İslam, yeni bir meşruiyet atmosferi yaratır. (Ilımlı İslam bu haliyle iki ayrı söyleme karşılık gelir. Birincisinde, yukarıda özetlenen ABD siyasetlerinin mutluluğu yer alır. İkincisinde ise, Mahir Çayan’ın haklılığı hatırlanır. Onun, emperyalizmin “içsel bir olgu” haline geldiği tespiti, global çağın farklı suretler alan gerçekliğinde devam eder.)
Brezilya’da 1964’de darbe yapan ordunun amacı “Batı Hıristiyan medeniyetini ateist komünizmden kurtarmaktı.” 1973 Şili ve Uruguay darbelerinde de “ateizme karşı halkın inançlarını koruma” iddiası vardı. İlhamını Pentagon mabedinden alan bu ideolojik ifade, Türkiye’de Kenan Evren cuntasıyla hayat buldu. Türk-İslam ideolojisi ve din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, devletin “asli görevleri” arasında yer aldı. Yukarıda aktarılan Santa Fe Belgesi’nde arzulandığı gibi “camiyi, özel mülkiyete ve kapitalist üretim sistemine” bağlı hale getirme arzusu, politikanın hücrelerine sindi. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, üç yıl önce, 12 Eylül darbesiyle getirilen “zorunlu din derslerinin” hukuka aykırı olduğuna karar verdi. Böylece yasal meşruiyeti ortadan kalkan bu madde, iki hafta önceki referandum paketinde tartışma konusu bile edilmedi.)
Vatikan, kapitalizme karşı olanları her gün farklı ithamlar ve dinî ifadelerle kötüler. Özel mülkiyet, sömürü ve savaş dünyasını “üzüntüyle” kutsayan Papa, dindarların kurtuluş için daha çok dua etmesini ister. Bizde de İslam’ı kapitalizme sıkı sıkı bağlayarak ibadet edenler, kültürel kavramlar ve sembollerle konuşmayı tercih ederler. Bir yandan fakirler için gözyaşı dökerken, diğer yandan uluslararası şirketlerin ve borsanın ilahî nefesine ihtiyaç duyarlar. Ali Şeriati’nin dediği gibi, “Kerbela’daki Hüseyin için ağlamak, ama Yezid ile işbirliği yapmaktır bu.”
Müslüman toplumların ortak ifadesi olan “ümmet” artık eski halifelik otoritesiyle biraraya getirilemeyeceğine göre, çağın ümmetine uygun yeni yapılar geliştirilir. “İslamın Vatikanı”nı yaratmak arzusu, günümüzde uluslararası ruha sahip cemaatlerin “modern saadet” rüyası haline gelir. Yükselen dinî değerlerin özellikle yükselen piyasa değerleriyle barışık olmasına hassasiyet gösterilir. Onların hayır duasında dinin ideolojik buharı açığa çıkar ve küresel siyasete kapılmış bir sis bulutu ortalığa yayılır.
En güçlü şeytan, melek kılığında gelen şeytandır. “İlahî birlik” arayışındaki dinin günlük hayatta “piyasanın birliği” olarak tecelli etmesi, bugün namuslu hiçbir ruhun kabullenemeyeceği ölçüde sınıfsal ve ahlaki bir tercihtir.
(30 Eylül 2010)
Kaynak: Birgün, 2010
İrtibat: burhansonmez@hotmail.com