Mehmet Bekaroğlu – Bir Deli Dumrul Yasası

Mehmet Bekaroğlu’nun son dönemde doğal afet söylemiyle hızlanan ve yasalaşan kentsel dönüşüm sürecinin usulsüzlüklerine dair Radikal 2’de yayınlanan yazısını sizlerle paylaşıyoruz. TOKİ’nin yetkilerinin kapsamı, kapitalizm ile inşaat sektörü arasındaki ilişkiye ışık tutuyor. Dolayısıyla bu yazı aslında merkezileşen ve adaletten hızla uzaklaşan kapitalist devlet ve iktidara dair ciddi bir eleştiri. 8 Kasım söyleşimiz öncesinde okunmasını tavsiye ederiz.

MEHMET BEKAROĞLU

Türkiye ’de beklenen deprem /afet için bir dönüşüm programının hemen başlaması gerektiği açık. Böylesine büyük çaplı bir işin mevcut mevzuat ve uygulamalarla yürütülemeyeceğini de biliyoruz. Türkiye’nin konut güvenliğini sağlayacak ama aynı zamanda çevre , estetik, tarih ve adalet hassasiyet ve ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir afet ve imar mevzuatına ihtiyacı var. Ancak elimizdeki 16. 05. 2012 tarih ve 6306 numaralı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”, bu hassasiyet ve ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak.

Nasıl bir kent?

Öncelikle bu yasanın bir kent tasavvuru yok. Bu yasayı hazırlayanların bir medeniyet anlayışları da yok. Bu yasa güvenli binaların yanında nasıl bir kent istiyor, örneğin bu yasanın öngördüğü uygulamalar bittiğinde karşımızda nasıl bir İstanbul olacak, İstanbul İstanbul olarak kalabilecek mi? Bu soruların cevabı yok.

Bu yasa AKP ’nin demokrasi ve yönetim anlayışını da bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Hatırlayın: İBB Başkanı Kadir Topbaş , katılımcı bir belediyecilik anlayışına sahip olduklarını söylerken, örnek olarak sadece İETT otobüslerinin rengi ile şehir hatları vapurlarının şeklini halka sorduklarını verebilmişti. Bu yasa, kentle ilgili tüm tasarrufu merkezi yönetime, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, daha doğrusu TOKİ’ye veriyor. Bu yasanın uygulanacağı onlarca yıl yerel yönetimler, sadece TOKİ’nin şubeleri olacaktır. Halkın bu yasanın uygulanmasının hiçbir yerinde söz söyleme ve seçme hakkı olmayacak. Yasa koyucu tam bir Deli Dumrul yasası hazırlamış. Yani geçenden bir altın geçmeyenden döve döve iki altın!

Bu yasanın yürütücüsü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına TOKİ. İdare olarak belediyelerden söz edilse de belediyelerin hiçbir yetki ve tasarrufu yok (Madde 2). Her ne kadar “afet riski altındaki alanlar” deniliyorsa da, tarif edilen rezerv yapı alanı ve riskli alan kavramlarından anlaşılıyor ki, bu yasa neredeyse tüm Türkiye’yi kapsıyor. Çünkü Türkiye’nin yüzde 68’i 1. ve 2. derecede deprem bölgesi; 3. ve 4. derecede deprem bölgeleri de yasa kapsamına alınınca Türkiye’nin yüzde 92’si TOKİ’nin insafına terk edilmiş oluyor.
Yeni yerleşimlerin kurulacağı rezerv yapı alanlarının tespitinde sadece Maliye Bakanlığı ’nın görüşü alınıyor. Nasıl bir kent, nasıl bir Türkiye sorusuna sadece TOKİ ve Maliye Bakanlığı karar veriyor. Yani olaya “bina ve para” gözü ile bakılıyor. Burada sorulacak soru, Tarım Bakanlığı’nın, Kültür Bakanlığı’nın, tabiat ve kültür koruma kurullarının, odaların ve üniversitelerin niçin olmadığı!

Adalet ilkesinden uzak

Esas sorun bu yasanın adalet ilkesi ihmal edilerek hazırlanması. Riskli yapıların tespiti, taşınmaz devri ve tescili konusunda hak sahipleri ciddi bir şekilde haksızlığa uğratılıyor. Örneğin tespit masrafları hak sahiplerine yükleniyor. Daha tespit aşamasından başlanarak küçük hak sahiplerinin kent merkezlerinden uzaklaştırılması için türlü türlü zorluklar çıkartılıyor, riskli olmayan yapılar bile “uygulama bütünlüğü” bahanesi ile yasa kapsamına alınarak insanlar hak kayıplarına uğratılıyor (Madde 3).

Bilindiği gibi, bugünün teknolojisiyle her zemine bina yapılabilir, yeter ki maliyet göze alınabilsin. Bu yasa, afet riski altındaki alanları tespit yetkisi bakanlığa veriyor. Bakanlık/TOKİ, afet riski adı altında istediği alanı boşaltıp sakinlerini “sağlam” alanlara nakledebilecek. Burada insanların ekonomik durumlarının belirleyici olacağı açık. Bu yasa uygulanmasının en kaçınılmaz sonucu, dar gelirli insanların şehir merkezlerinden çevreye, varoşlara, TOKİ’nin F tipi konutlarına taşınmaya zorlanmasıdır. Hiç kuşku yok ki, kıymetli yerler, şehir merkezleri, yüksek gelirli ve “yüksek kültürlü” elit bir kesime bırakılacaktır. Bu yapılırken insafsız bir şekilde Anayasa ’da sözü edilen “yaşama hakkı” bahane edilecek, “evet, yaşayabilirsin ama benim istediğim yerde, merkezlerde görüntüyü bozuyorsun” denilecek. Nitekim bazı uygulamalarla Roman yurttaşlar şehir dışına çıkarıldı.

TOKİ krallığı

Bu yasaya göre her yer rezerv alan olabiliyor. Kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli alanlar çok kolay bir şekilde yasa kapsamına alınarak TOKİ’ye bedelsiz devrediliyor. Bakanlığın/TOKİ’nin bu alanları nasıl kullanacağına dair bir ibare de yok. Meralar, riskli yapılar bahanesi ile Hazine adına tapu tescilleri yapılıp bu Kanun kapsamında kullanılabiliyor (Madde 3-4).

Bu yasa mevcut imar sistemini bütünüyle askıya alıyor. Riskli alanlar, riskli yapıların bulunduğu alanlar ve rezerv yapı alanlarında bu kanunun kapsamındaki proje ve uygulamalar sürecinde her türlü imar ve yapılaşma hizmetleri durduruluyor, taşınmazların satışı, devri ve kiralanması yasaklanıyor, buradaki yapıların elektrik, su ve doğalgazı kesiliyor. Bu kanun kapsamındaki iş ve işlemlerde, Zeytinciliğin Islahı Hakkında Kanun, Orman Kanunu, Milli Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları… Kanunu, Askeri Yasak Bölge ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, Turizm Teşvik Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu, Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanımı Kanunu’nun bu kanun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların (Tabii ki Boğaz Kanunu) bu kanuna aykırı hükümleri uygulanamaz (Madde 9).

Bu kanun çerçevesinde yapılacak uygulamalarda esas yetki Bakanlık adına TOKİ’nin. İşte TOKİ’nin yetkilerinden bazıları (Madde 6-5): “Bakanlık; a) Riskli yapılara, rezerv yapı alanlarına ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlara ilişkin her tür harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemleri ile toplulaştırma yapmaya, b) Bu alanlarda bulunan taşınmazları satın almaya, ön alım hakkını kullanmaya, bağımsız bölümler de dâhil olmak üzere taşınmazları trampaya, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını başka bir alana aktarmaya, c) Aynı alanlara ilişkin taşınmaz mülkiyetini anlaşma sağlanmak kaydı ile menkul değere dönüştürmeye, ç) Kamu ve özel sektör işbirliğine dayanan usuller uygulamaya, kat veya hasılat karşılığı usulleri de dâhil olmak üzere inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye, d) 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunundaki esaslara göre paylaştırmaya, payları ayırmaya veya birleştirmeye, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu uyarınca sınırlı ayni hak tesis etmeye, yetkilidir.”

Bu yetkiler Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç kimseye nasip olmamıştır. Artık Türkiye TOKİ krallığıdır. Başbakan kral, Bakan da sadrazam.

Uygulama

Kanunun öngördüğü dönüşüm uygulamaları şu şekilde olacak: Riskli binalar derhal tahliye edilerek maliklere yıktırılacak (yıkım için 1 ay gibi imkânsız bir süre verilerek), yıkmadıkları takdirde yıkım masrafları maliklerden alınarak idarece yıkılacak (Madde 5-3,4,5). Yıkılıp arsa olan alanın ne olacağına maliklerin üçte iki çoğunluğu ile karar veriliyor, kalanının hissesi diğer malikler tarafından alınmadığı takdirde rayiç bedelle TOKİ ya da idareye devrediliyor. Eğer üçte ikinin onayı olmazsa arsa acele kamulaştırma yoluyla TOKİ’ye devrediliyor (Madde 6-1,2). Ve bütün işlemlere yargı yolu kapalı, sadece bedele itiraz edilebiliniyor!

Kanun darbe mantığı ile hazırlanmış. Bunun en açık işareti bu kanun çerçevesinde açılacak olan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceğinin hükme bağlanması (Madde 6-9). Zaten bu maddenin gerekçesinde 12 Eylül Anayasası’nın “Kanun olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde, ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir” diyen 125. maddesine gönderme yapılıyor.

Bu Kanun uyarınca kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen her türlü mal ve hizmet alımları (Danışmanlık, yazılım, araştırma, harita, etüd, proje, kadastro, kamulaştırma, mikro bölgeleme, risk yönetimi ve sakınım planı çalışmaları, plan yapımı ve imar uygulamaları… dahil) Kamu İhale Kanununun (KİK) 21. Maddesi 1. Fıkra (b) bendinde belirtilen işlemlerden sayılır (Madde 8-1,2), yani ivedi işlerdendir, ihaleye tabi değildir. Görüldüğü gibi 20 yıl devam edecek ve milyarlarca dolarlık boyuta ulaşacak işler “afet ve ivedi” parantezine alınarak, KİK’ten kaçırılacak, İdare’nin istediği kişilere yaptırılacaktır.

Bütçe dışı devasa fon

Hiç kuşku yok ki merak edilen en önemli konu bu kanun çerçevesinde yürütülecek bu boyutta bir işin hangi kaynakla finanse edileceği. Hemen belirtmeliyiz ki, deprem vergileriyle bugüne kadar toplanan 50 milyar TL’den hiç söz edilmiyor. “Dönüşümün Gelirleri” maddesinden (Madde 7) anlaşılan, Çevre Kanunu gereğince alınan çevre katkı payı ve cezalar ile 2B gelirlerinin bir kısmı, İller Bankası AŞ’nin yıllık kâr tutarının yüzde 50’si ve Maliye Bakanlığının tahsis edeceği pay gibi kalemlerden can suyu niteliğinde bir kaynak oluşturulacaktır. Esas gelir ise Kanunun uygulanmasından elde edilecek her türlü gelir ve hâsılattan oluşacak. Bu kalemden “ rüşvet yasallaşıyor mu” diye sorduran “şartlı ve şartsız bağış ve yardımlar” bile unutulmamış.

Bu kanun kapsamında yapılacak işlemler (devir, tescil, uygulamalar, noter, tapu, banka ve sigorta muameleleri…) her türlü harç ve bazı vergilerden muaf tutuluyor (Madde 7-9). Dahası, bu kanunda belirtilen iş, işlem ve hizmetlere tahsis edilmiş olan taşınır ve taşınmazlar ile her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak, kamu amacına tahsis edilmiş sayılacak ve bunlar hakkında haciz ve tedbir uygulanamayacak (Madde 7-11). Anlaşılan o ki bu yasa ile OYAK benzeri ayrıcalıklı bir kurum ortaya çıkacaktır. Bu şekilde “Dönüşüm Projeleri Özel Hesabı” adı altında devlet bütçesine paralel ayrı bir bütçe oluşturuluyor ve bu devasa (yüz milyarlarca TL’lik) miktardaki para Bakan’ın emrine veriliyor. Türkiye’nin mevcut bütçesine yaklaşacağı sanılan bu paranın kullanımı her türlü idari ve yargısal denetimin dışına çıkarılıyor. Böyle bir yetki ve imkân bugüne kadar kimseye nasip olmadı. Bu Kanunun uygulanması ile sadece İstanbul’da 500 milyar dolar, tüm Türkiye’de ise 1 trilyon doları aşacak bir rantın oluşturulması söz konusu.

Engelleyenlere hapis

Kanun kapsamındaki uygulamaları (riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemleri) engelleyenler TCK’ya göre cezalandırılacak (Madde 8-3). Bu hükme göre, yıkım kararı verilen konutu boşaltmayanlar, kışın ortasında yıkılan/ elektriği veya suyu kesilen binanın önünde basın açıklaması yapanlar tutuklanabilecek.

Zorunlu göç ve iskân

Bu kanun, Türkiye Cumhuriyetinde geçmişte siyasi nedenlerle yapılanlardan sonra en kapsamlı zorunlu göç ve iskân uygulamaları getirecektir. Madde 18: “Afet riski veya fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırılık sebebiyle veya Bakanlar Kurulunca belirlenen özel proje alanlarında gerçekleştirilecek olan yeniden iskan uygulamalarında, buralardaki yerleşim merkezlerinde yaşayan ailelerin daha elverişli yerlerde iskanları ile köye dönüş projeleri çerçevesindeki iskan çalışmaları…. bu Kanun hükümlerine göre yapılır.”

Yüksek rantlı projeler

Kentleri toplu konut alanları ve alışveriş merkezlerine çevirmeyi amaçlayan ve TBMM ’den kaçırılarak oldubitti ile hazırlanan 29.06.2011 tarih ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararnamenin kendilerince eksikleri de bu kanunla tamamlanıyor ve bu şekilde aşağıdaki işleri de afet çerçevesine alıyor (Madde 19). Bundan böyle “finans ve ticaret merkezleri, fuar ve sergi alanları, eğlence merkezleri, şehirlerin ana giriş düzenlemeleri gibi şehirlerin marka değerini arttırmaya ve şehir gelişmelerine katkı sağlayacak özel proje alanları ve özel yapım gerektiren yapılaşmalar” afet çerçevesinden yapılabilecektir.

Netice olarak
Sadece İstanbul’da geçtiğimiz 10 yıl içinde imar değişiklikleri ile 150 milyar dolarlık rant oluşturulup dağıtıldı. Elbette sağlam binalar diye bir endişe var ama esasen bu Kanun, bu işlemler sırasında ortaya çıkan engelleri (mevcut imar mevzuatı, belediyeler, yargı) aşmak amacıyla hazırlandı. 10 yıldır iktidarda olan ancak bugüne kadar deprem için tek çivi çakmayan Ak Parti ’nin eserleri ortada, sicili bellidir. Şehirlerimizi bugünkü hale getirenlerin elinde bu yasa ile neler olabileceğini düşünmek bile korkutucu!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir