Salih Kutluer – Asimilasyon Diyooor
Birkaç hafta evvel Kürt meselesi yoktur, bitmiştir, Kürt kardeşlerimin meselesi vardır gibi şeyler söyleyen, biz olsak Apo’yu asardık diye MHP’ye ateş püsküren Başbakan, biraz önce mecliste 61.hükümetin programını okudu, “asimilasyonu bitirmekte kararlıyız” dedi. Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları muhabbeti bir tür nakarata dönüşmüş durumda, Kemalizm doğrultusunda değil “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi” bağlamında bir anlam ifade ediyor artık – vurgu AKP’nin aslî kimliği olan kapitalist kalkınmacı mantığın, aslında TC’nin de temel hedefi olmasına. Zira seçim sürecinde İskilipli Atıf Hoca’nın katillerinden, daha evvel de Dersim “katliamı”ndan söz etmişti.
Belirli bir cemaatin, etnisitenin, kültürel kimliğin merkeze alınarak siyaset üretilmesi (artık) mümkün değil; günümüzde bu sisteme dahil olma(k), ezilen toplumsallığın varlığının kamusal mutabakat düzleminde onaylanmasını ifade etmekten öte bir anlam taşımıyor ve postmodern tahammül dilinin mozaik, farklılıklar/zenginlikler ve öteki teması üzerine kur(mak için didindiği) yeni ortam bu işi iyice anlamsızlaştır(maktan başka bir işe yaramamakta). “Biraz da ben de oynayacağım”a indirgenebilecek olan çokkültürcü dille hak savunusuna girişmenin tek başına özgürleştirici bir siyaseti imkânlı kılmasını beklemek saflık olur. Tikelliklerin herkes tarafından anlaşılır bir anlama sahip oldukları sürece anlamlı olduğunu söyleyen Alain Badiou kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyor: “…zorunlu bir entegrasyon talebi –yani, mevcut durum içinde kişinin tikelliğine değer verilmesi talebi– mahiyetinde olan bir şeyle karşı karşıyayız demektir. Bu da takdire layık, hatta zorunlu bir şeydir, ama benim görüşümce, doğrudan siyaset hanesi altına yazılebilecek bir şey değildir. Kendini tikel taleplerin, belirli bir kuvvetler ilişkisi içinde tanınma ve değer görme taleplerinin hanesi altına yazar. Ben –ortaya koyduğu kategoriler, sloganlar, önermelerle– bir toplumsal hizip ya da topluluğun mevcut düzene entegre olma talebinden ibaret olan bir şeye değil, bu düzeni bütün olarak dönüştürmeyi peyleyen şeye ‘siyasi’ diyorum.”
Cemevlerinin, başörtüsünün, Kürtçenin bugün hâlâ bütüncül bir siyaset içinde yer alması mümkün olsa bile yakın bir gelecekte, Tayyip Erdoğan’ın bugün sık sık kullandığı ifadeyle, bütün bu “kalemlerin” tamamen mevcut neo-liberal tahakkümün lehine işleyeceği ve hak gasplarının bu doğrultuda önemli ölçüde ortadan kaldırılacağı muhtemel ve mukkadderdir. Başörtüsü üniversitelerde serbest, hatta önümüzdeki süreçte kamuda da serbest olabilir. Anadilde eğitim de dahil gaspedilen bütün haklar elde edilebilir. Cemevleri ibadethane olabilir, zorunlu din dersi kaldırılabilir. Anayasada ve müfredatta yer alan Kemalist vurgular yumuşatılabilir. Yemin metni, andımız kaldırılabilir. Yeni anayasada Türklük vurgusu yer almayabilir. Biraz daha fantastik olalım: bütün büstler, heykeller kaldırılırabilir, Anıtkabir’deki törenlere, saygı duruşlarına son verilebilir. Başbakan’ın konuştuğu sırada Habertürk’te de Ertuğrul Kürkçü konuşuyordu, Kürdistan’ı rahatlıkla zikrediyor, gerilla diyor, Hikmet Kıvılcımlı’dan, İdris Küçükömer’den bahsediyor, Kemalist rejimi lanetliyordu. Türkiye standartlarındaki herhangi bir sunucuyu deliye döndürecek bu sözler sunucu hanımda herhangi olumsuz bir etki yaratmadı. Aynı şekilde NTV’deki programın sunucusu Oğuz Haksever de alışılmış kartel dilinin çok çok dışında bir dille konuşuyordu. Mehmet Pamak, “Kemalist rejim için ölenler şehit olmaz” deyince çıldıran spikeri hatırlayalım. Hatta Türk solunun Kemalizmle hesaplaşamadığını falan söyleyince, Kürkçü bu haksız bir itham olur, Türk solu da o kadar da Kemalist değildir gibi karşılıklar verdi, ilginçti.
Tekil ezilme durumlarının neo-liberal ve çokkültürücü akımın lehine siyasileştiği bir evreye girildiği bu süreçte, başörtüsü Merve Kavakçı’yla birlikte taşıdığı anlamı yitirecek, haksızlıklara karşı çıkmak artık Kürtçe şarkı söyleyeceğim dediği için linç edilen Ahmet Kaya’nın ya da onun gibi ülkeden kaçmak zorunda kalan, yıllarca mahkemelerle cedelleşen Mehmet Pamak’ın dilindeki anlamı taşımayacak siyasal bakımdan. Allah’ın emri olan başörtüsünün yasaklanmasına ya da Allah’ın ayeti olan Kürtçenin inkarına karşı çıkmanın imani bir sorumluluk olduğu bilinciyle hareket eden müslümanların, evrensel olarak bir bilinç geliştirmeyi gerekli kılan vahyin kuşatıcı mesajları uyarınca nimetlerin adaletsiz bölüşümüne, yeryüzünün ifsadına, yayılan kapitalist ve teknolojik örgütlenmeye karşı çıkan bir siyaset üretmelerinin inançlarının yanı sıra siyasetin ilkesinin kesin bir şartı olduğu da görülmeli. Aksi takdirde, bugün “İsrail’le ilişkilerin düzelmesi mümkün değildir, önce özür dilemeliler” diyen Başbakan’ı hayranlıkla karşılayanların ve bütün ufkunu bu ümmetçilikle sınırlamış, dünyanın nasıl olması gerektiğine dair rüyalarını yitirmiş olanların gelecekte bütün siyasal iddialarından sıyrılarak kültürel gruplara dönüşeceklerini kestirmek güç değil. İslamcılığı bir kimlik mücadelesi olarak algılamamamız, kimlikçi statüden siyasi statüye geçiş yapmamız gerekiyor, acilen. Tikelliğin tikelliğe (İslami kimlik versus TC) ya da tikkelliğin evrenselliğe (İslami kimlik versus İsrail ve -İsrail’in finansörü olarak- ABD) karşı çıkması gibi (tarihsel gerçekliği ve izahları olan) yöntemlerin yerine bugüne ait, evrenselliğin evrenselliğe mücadelesi şeklinde kurgulanmış bir anlayışın geliştirilmesinin, yani bütün tekniği ve felsefesiyle küresel kapitalizme karşı bir netleşmenin şart olduğunu ifade etmek gerekiyor. Yaşasın küresel intifada. Badiou’dan ilhamla devam edecek olursak: tartışılmaz ezilme ve aşağılanma durumlarına bağlı kültürel ve topluluksal yüklemlerle bağlantılı olarak formüle edeceğimiz bir siyaset dili içinde bu yüklemlerin, bu tekilliklerin, bu topluluksal niteliklerin, başka bir mekâna konumlandırılıp bildik ezme işleminden ayrı hâle gelecekleri şekilde dile getirmemiz gerekir. Başörtüsünü modern yaşama biçiminin insan ilişkilerine ve kamusallığa yüklediği sapkın anlamlara karşı bir tavır, kadın bedenini metalaştıran kapitalizme karşı çıkışın bir sembolü olarak savunmalı, Kürtçeyi de “Biji Biratiya Gelan” diye haykırmalıyız.
1969 seçimlerinde parlementoya giren Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı tarafından kurulan Milli Nizam Partisi, (İsmet Özel’in “aynı tezek, ortasından at arabası geçmiş” diye tanımladığı) birbirinin kontrastı olan iki partili sistemi bozmuştu. Siyasetin polis’in işleyişinin sekteye uğratılması ve hesaba katılmamışların payının gündeme getirilmesi şeklindeki tanımını kabul edecek olursak, Erbakan’ın tamamen siyasi bir ortaya çıkışla İslamcılığı bir alternatif olarak gündeme getirdiğini söyleyebiliriz. 1961’de TİP’in yakaladığı istisnai “siyasi an” gibi. Her ne kadar “ağır sanayi hamlesi” gibi bugünkü gözü dönmüş kalkınmacılığın kökenlerini oluşturan eklektik söylemler içerse de “adil düzen”i vaat eden, emperyalizme karşı mücadeleyi öne çıkaran, zulmün bitip İslam’ın geleceğini cesurca ilan eden ve dinamizmini buradan alan bir siyasal gelenekti Milli Görüş. 1969’da oyunu bozan İslamcı “sapma”nın nihai sonunu, Başbakan balkon konuşmasında Menderes ve Özal’ı anıp Erbakan’ı zikretmeyerek açıkça ilân etti. Mehmet Sacit anılarında, insanların Erbakan’ın rakamlarla dolu konuşmalarını gözleri hayranlıkla dolarak seyrettiklerini söylüyordu. Bugünkü bitmez tükenmez rakamlardan, yüzdelerden, para miktarlarından geçilmeyen konuşmasına bakarak Tayyip Erdoğan’ın, hocasının yolunu en azından retorik olarak sürdürdüğünü söyleyebiliriz. AKP’nin ekonomik hedefleri:
– Bankalarımızın güçlü sermaye yapısı ile çalışmasını sağlayacağız.
– Fiyat istikrarını sürdürmek ve sağlamak para politikamızın temel amacıdır.
– İstanbul’un küresel finans merkezi olması için çalışacağız. 2023 yılında dünyanın en önemli 10 finans merkezi içinde yer almasını hedefliyoruz.
– Dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasını sürdüreceğiz.
– IMF’ye borcumuz 23.5 milyar dolar’dan 4.7 milyar dolara indi.
– Enflasyon düşerken de büyüyebileceğimizi gösterdik. 9 yılda avrupa ile türkiye arasındaki refah farkı kapandı.
– Cari açığı düşürmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için yenilenebilir ve nükleer enerji projeleri sürecek.
– Özel sektörün TL üzerinden borçlanmasını teşvik edeceğiz.
– Avrupa standartlarına uygun bir çalışma hayatının geliştirmek için çalışıyoruz.
– Etkin dış ticaret politikası uygulayacağız.
– Teşvik sisteminin güçlendirerek iç üretimi artıracağız.
– Nüfusu 750 bin’den fazla olan illerde büyükşehir belediyesi kuracağız.
– Sanayide uzun dönemli vizyonumuz Avrasya’nın üretim üssü olmaktır.
(Kaynak: Tasfiye Dergisi Sitesi)