Nefesim Kesilene Kadar: Ara Tonların Doğurduğu İmkân
”Ara tonların olmamasının masumiyetle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu, aslında bir yandan da çok güven verici bir şey, ilişkilerde çok keskin kopuşlara neden olan ve sert ayar gerektiren bir durum. Bir insanı sonsuza dek hayatlarından çıkarmakla tehdit edebilirler. Tehditler çok keskindir o dünyada, bunun nedenleri üzerine düşündüğüm zaman, aslında bana doğal gelir, böyle olması gerektiğini hissederim.” (1)
Yazarlığı iktidar talep eden bir konum olarak gördüğü için her fırsatta rahatsızlığını dile getiren Latife Tekin yoksulların, kadınların ve işçilerin hikâyesini anlatır. Defter Dergisi‘nin ilk sayısında İskender Savaşır’a verdiği röportajda yoksulluğu geçici bir duygu halinden ziyade bir belirlenmişlik olarak tanımlar. Sınıf kadar belirgin bir ayrım olmasa da toplam bir bilgiye işaret eder o. Yoksullar o belirlenmişlik halinin içinde ara tonlara yer vermezler. Öfkeyi de, sevgiyi de net yaşarlar. Tekin, kendi tecrübesini aktarırken hayat üzerine düşündükçe bu ara tonları keşfettiğini; düşüncenin insanı nasıl ılıttığını anlatır.
Taşeronluğun, ücret düşüklüğünün, haksız yere işten atılmaların devam ettiği mevcut çalışma düzeni işçileri o yoksulluk hali içinde kalmaya zorlar. Burada kapitalizmin toplumun büyük bir kısmını ücretli çalışan haline getirişinden kaynaklı sınıfsal bir ayrımdan ziyade Tekin’in bahsettiği yoklukla, yoksullukla büyüyerek, yalnızca çalışma hayatından kaynaklı değil, gündelik hayatında da bir yoksulluk belirlenmişliğiyle yaşayan madunlardan bahsediyoruz. Fabrikalarda ve fason üretim yapan merdiven altı işyerlerinde ağır şartlarda çalışan mülteciler, kadınlar ve çocuklar için yokluk ve dilsizlik yalnızca sınıfsal bir sorun değildir. Onlar kadın, mülteci ya da çocuk oldukları için bu eşitsizlik ilişkisi kamusal hayatın her köşesinde; evde, okulda, parkta sürüp gider.
Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajı Nefesim Kesilene Kadar‘da tekstil atölyesinde çalışan Serap hem emekçi, hem kadın hem de yetiştirme yurdunda büyüyen bir çocuk olarak sadece işçi sınıfına aitliği üzerinden anlayabileceğimiz bir karakter değil. Aynı şekilde ablasının gözü önünde eniştesi tarafından üstü aranan bir kadın ya da sarfettiği tüm çabayı görmezden gelen babasının peşini bırakmayan bir çocuk olmakla da sınırlı değil. Serap’ın hikâyesi tüm bunlara zorunlu olarak temas ettiği için kadınlık, erkeklik, aile ve emek üzerine bir madun hikâyesi.
Gidecek hiçbir yeri olmamasına rağmen ablasıyla ilişkisini kestirip atabiliyor Serap. Hoşlandığı çocuğu arkadaşı Dilber ile gördüğünde kederlere boğulmuyor; onun da hesabını görüyor. Babasının yalanlarını yüzüne vurmaktan geri durmuyor. İşten atılma riskine rağmen ustabaşı Sultan’a depoda sabahladığını da söyleyebiliyor. Biz ne zaman pes edecek diye beklerken o durmadan çalışıyor, içinde kurduğu teraziyi dengeleyebilmek, onca çıkmaza rağmen hayatında ara tonlara yer açabilmek için oradan oraya koşturuyor.
Latife Tekin’in bir belirlenmiş hali olarak tanımladığı yoksulluktan her fırsatta yeni bir imkân devşirmeye bakıyor. Böylelikle ara tonlar hem hikâye içerisinde karakterin sahiciliğinin önünü açıyor hem de dert edinilen meselenin sınıf, cinsiyet ya da patriyarkadan ibaret olmadığının altını çiziyor. Bu anlamda Serap’ın deneyimi içine düştüğü çıkmazı anlamlandırma ve onunla baş etme tavrı itibariyle hem sinematografik olarak yalın ve sahici bir atmosfer oluşturuyor hem de filmin tartıştığı büyük meseleleri gündelik olanın içinden aktarıyor. Nefesim Kesilene Kadar, güçlü bir karakter portresi sunmasının ötesinde bugünün Türkiye’sini alışık olmadığımız bir sahicilikte anlatabildiği; yokluğu karanlık ve kasvetli bir dünyadan ibaretmiş gibi aktarmadığı ve kadınlığı mağduriyet üzerinden okumadığı için Türkiye sineması açısından önem taşıyor.
(1) Pelin Özer, Latife Tekin (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), s. 76
Kaynak: http://www.hayalperdesi.net/vizyon-kritik/317-ara-tonlarin-dogurdugu-imkan.aspx