Ahlak Üzerine
Bu satırların hakir yazarı üniversitede iktisat okutur. İktisat bilimi insanlar arasında maddî ilişkileri inceler. Hâkim sınıfın iktisadında adalet, sosyal adalet, ahlâk yoktur. Meselâ patronların işçilere serbest rekabet ortamında dayattığı ücret açlık seviyesinin altında dahi olsa devlet buna müdahale etmemelidir, diye okutulur. İşsizlik kader gibi anlatılır. Kamu kesiminde istihdamı artırarak işsizliği azaltmak, cinnet gibi gösterilir.Burjuva iktisadı insanların doğuştan bencil olduğunu; paylaşmacı, dayanışmacı sosyal sistemlerin insan tabiatına aykırı olduğunu iddia eder. Burjuva iktisadı mutluluğun maddî tüketimle gerçekleştiğini; insanların tüketme talebinin sonsuz olduğunu; onun için üretimi ilânihaye devam ettirmek gerektiğini öne sürer. Bu telkinler ahlak ve adalet açısından tartılmaz. Sovyetler Birliği’nin dağılması, paylaşmacı ve dayanışmacı sosyal projelere güveni sarstı. Bu sebepledir ki şu anda Yunan halkı, kendine külliyetli miktarda borç yükleyerek soymaya hazırlanan yerli yabancı sermayedarlara karşı protesto düzenlemekten başka bir şey yapamamaktadır. 2009’da İzlanda’da üç bankanın batması neticesinde halkın sırtına büyük bir dış borç bindirildi; halk protesto etti, ama çaresiz kaldı. Latin Amerika’da, Asya’da, Afrika’da birçok ülkede emekçi halk, toprağına, suyuna, havasına, ekmeğine tasallut eden şirketlere karşı direnmekte; ama sonunda çaresiz kalmaktadır. Her yerde sosyal muhalefet akımları büyük sermayenin tek tek zulüm ve sömürü hamlelerine karşı direnmeye çalışmaktadır. Ama bir âdil düzen projesi etrafında birleşme olmadığından, bölük pörçük mücadelelerinde mevzi kaybetmektedir. Çünkü kimini zengin kimini fakir kılan düzenin cenderesinden çıkış yolunu görememektedirler.
Paylaşmak ve dayanışmak ahlakî bir tercihtir. Paylaşmanın imkânsız veya sürdürülemez olduğu kanaatinin yaygınlığı, bir ahlak buhranı olup, kapitalizm denen zulüm ve sömürü nizamı bu buhran sayesinde payidardır.
Türkiye’de adalet mücahitleri olarak kendi toplumumuza ve dünyaya yeni bir söz söyleyecek isek, sözümüzde bu buhrana son verecek ahlakî içerik olacaktır. Sözümüz bütün beşeriyete hitap edecektir. Bütün beşerin buna ihtiyacı var. Ahlak, bir inanca veya bir kültüre ait bir mefhum değildir.
Ahlak deyince Rachel Corrie’yi analım. Bu Amerikalı kız, üniversitede okurken mıntıkasında bir çevre koruma örgütünde gönüllü çalıştı. Üç yıl gönüllü olarak bir akıl hastahanesindeki hastaları her hafta ziyaret etti. 2003’te Uluslar Arası Dayanışma Hareketi örgütüne katılarak Gazze’ye gitti. Orada Filistinlilerin mücadelesine katıldı. ABD’nin Irak’ı istilâ hazırlıklarını protesto eylemlerine katıldı. 16 Mart 2003’te Gazze’de Refah kampının güneyinde bir Filistinli ailenin evini yıkmaya gelen İsrail buldozerinin önünde canlı kalkan oldu ve buldozerin kepçesi altında 23 yaşında can verdi.
Rachel Corrie ne Filistinli, ne Arap idi; ne de İslam ümmetindendi. Ama Gazzeli Filistinlilerin ıstırabını paylaşıyordu ve onlara omuz vermek için hayatını tehlikeye attı.
Her ülkede Corrie ahlaklı insanlar mevcut. Yurdumuzda da Corrie misali yüce ahlaklı çok sayıda insan var. Buna mukabil yurdumuzda bir ankette Kürt damat, Kürt gelin istemem; Kürt ortak istemem; Kürt komşu istemem diyebilen çok sayıda yurttaş da var. Böyle ayırımcı insanlar da her ülkede bulunmaktadır.
Ahlak meselesinin çerçevesi bence budur. Ahlakı tartışmaya, beşeriyetin beynine sinmiş ahlaksız telâkkilerden, yanılgılardan, çözüm bekleyen meselelerden başlamak lâzım.
Kaynak: Dünya ve Söz
Cem Hoca’nın yazısı önemli bir kapıyı aralıyor, teşekkür ederim.
Bugün de Rachel ile ilgili bir haber denk geldi. Rachel’i muhabbetle anıyorum.
Rachel Corrie’nin Ölümü Cezasız Kaldı!
http://platformhaber.net/?p=16156
Rachel Corrie’nin katledilişine İsrail yargısından adalet bekleyen insan yoktu ama yargı mensuplarının ahlaksızlıklarını belgelerken “Rachel buldozerin altından kaçabilirdi” demelerine verecek cevap yok.
Zaten Şeyh Ahmet Yasin de, evlerinde katledilen masumlar da Filistin’i tümden terk ederek bombalardan kaçabilirlerdi ama tercihleri bu yönde olmadı…
Allah mazlumun yanındaki şahitliğini kabul etsin Rachel’in ve Allah’ın mağfiret edeceklerinden olması duasıyla.
bu yazı iki şekilde okunabilir naçizane bence: “ne duruyorsunuz insanlar, bişeyler yapsanıza!”nın içinde bir ses olarak ya da “olup bitene esas şuradan karşı çıkmalıyız: ahlak” şeklinde. ben okurken tepki vermeden önce ikisine de yaslamaya çalıştım yazıyı. şöyle şeyler geldi aklıma: beğenmesek de , zalim de bulsak nihayetinde kapitalizmin de bir ahlakı var. bu nedenle eleştirilerimizi bir ahlaksızlık ya da ahlak yoksunluğu tesbiti üzerinden yapmak sanırım başta bu noktada boşa düşebilir. o kadar protestan ahlakı muhabbeti sonra adam smith’ in meslekten bir ahlakçı olması , malthus bir yana ricardo’ nun hiç de ahlaksız bir adam olmayışı vb. tabii kapitalizmin teorik ve siyasi eleştiricilerinden marx başta, kapitalizmin bu otantik babalarından çook farklı ve ekstra yoz yerlere doğru ilerlemiş olduğunu da tesbit edilmiş. yani evet kapitalizm giderek “ahlaksız “ hale gelmiş olabilir. ama yine de, eğer elmalarla armutları toplama hatasına düşmüyorsam çağdaş kapitalizm, formel eşitlik ya da insan onuru filan gibi ya da liberal felsefe gibi pekala da ahlak diyebileceğimiz bişiylere de sırtını dayıyor. ha iki yüzlüdür kapitalizm, formel eşitlik çoğu zaman hiçbişeydir ayrı mesele. ama iyi kötü bi ahlak çatısı var ortada. yani : kapitalizmin de bir ahlakı var. sonra, yazıyı okurken yazara “hangi ahlak?” diye sorarken buldum kendimi. ondan sonra da şunu düşündüm: acaba kapitalizm gibi olgular üzerine eleştirel biçimde düşünmeye çalışırken son (ya da ilk) sorgulama kertemiz ahlak mıdır? sakın ahlakı ,hani şu siyasetle iktisadı ayrı kompartmanlara hapsetme eğiliminde olduğu gibi, tamamen öznel alana hapsetmeye çalıştığımı düşünmeyin ama, nihayetinde neresinden baksak biraz öznel kalmıyor mu “ahlak”, eleştirellikte bir kalkış noktası olarak? öte yandan “şehitlik” ya da “feda olma” gibi uç durumlar bir yana insanların en geniş ahlaki çerçevesi bir çok durum için, “hayatta kalmak” ya da bunun düzen içinde gündelik dile tercüme edilmiş haliyle “hayata tutunmak” . bu da ahlaki bir duruş ya da bizim bütün öznel ve iyiniyetli ahlaki kod va’zetme çabalarımızı bir noktada boşa çıkarabiliyor. bi de şu adil düzen meselesi var. cem somel sanırım, benim gibilerin ilk aklına gelen anlamda kullanmıyor olsa gerek bu tabiri. yine de hem muğlak bi yerlere gönderme yapan bir ifade bu ve hem de o malum sevimsiz yüklerle malûl. bir de son olarak “ahlaksız telakkiler “ var , sanırım bu kısım birçok kişiye de fazla öznel gelebilir.yani eğer sadece belli bir cemaate sesleniliyorsa okey ama dışarıdan bakan için biraz sorunlu ve fazla içrek. bu arada aklıma yıllar önce önce ismini duyup “acaba kaba makyavelizmin teorisi mi ?!” dediğim sonraysa okuyup öyle olmadığını gördüğüm , leon troçki’ nin “onların ahlakı bizim ahlakımız”ı geldi. belki de kapitalizmin savunucularının yaptığının tersine ahlakın da bir ölçüde bir ideoloji olduğunu koymak ve soyut bir ahlak/ahlaksızlık lafzı yerine daha net olmak gerekir biz muhalifler tarafında. ha bi de, merhume kızkardeşimiz rachel corrie ‘ den söz açan pasaj güzel, ama onun sonunu hazırlayan yolculukta, bireysel planda cesaret gibi güdülendiricilerin yanısıra, toplumsal planda bir siyasi bilinç ve ille de ahlakla bağlantılı olmak zorunda olmayan türsel bir kardeşlik ve dayanışma duygusu da etkiliydi bence. yoksa salt ahlakî saiklerle yalnızca internet direnişçisi olmayı da, dua edip mevlüt okutmayı da tercih edebilir insan. kapatmadan önce, yazdıklarıma son bir göz atınca şunu özellikle söyleme ihtiyacı duydum: elbette “insani” bir ahlaktan sözedebiliriz ve bunu savunabiliriz. insanoğlunun bilinci sibernetik bir sistemde olduğu gibi bir karanlıktan ibaret değildir. ama ahlak denen kategori de belirlenmişliğin , tarihin , kültürün yüklerini taşır. ve konu kapitalizm filansa, ahlaki karşı çıkış en az biraz, eksik kalır.