Lütfi Bergen – İslâm´da özgürlük var mı?
Günümüzde “emek ve adalet” mücadeleleri, modernizmin ortaya koyduğu bazı zihin kalıplarını tekrar etme riskini barındırıyor. Kapitalist değerler sistemine karşı temelden bir eleştiri getiremeyen sosyalist çevreler kadar, öncelikli olarak değerler sistemi üzerinden bir eleştiri geliştirmeye çalışan İslamcı çevreler de bu riskten korunmuş değil. Esastan yapılacak bir eleştiri, üretimin üzerine gidildiği kadar, tüketim olgusunun da analize dahil edilmesini gerektiriyor. Zira kapitalizm kendisini tüketim üzerinden de yeniden üretiyor.
Lütfi Bergen’in altını çizdiği, “nefsinin kölesi olmamak” anlamındaki “özgürlük” tanımı, hem “tüketimin kölesi olmamak” hem de “bireyliğin kölesi/cemaatin düşmanı olmamak” şeklinde düşünülebilir. Bu da bizi cemaat içinde kalarak/cemaati dönüştürerek özgürleşmek ile cemaatten koparak özgürleşmek arasındaki ayrıma getiriyor. Kapitalizmin özgürlük anlayışı ile İslam düşüncesinde konu edilen özgürlük arasındaki farkı belirginleştirmeye çalışan bu güzel yazıyı dikkatlerinize sunuyoruz.
LÜTFİ BERGEN
Zygmunt Bauman’a göre modern (Batı) özgürlük anlayışının ayırıcı iki özelliği vardır: Birincisi, bireycilikle olan yakın bağdır. Diğeri ise pazar ekonomisi ve kapitalizm ile genetik bağlılıkla ilgilidir.Bireyciliğin ana ilkesini, “benim varlığım ile öbür insanlar arasındaki açık ayrım duygusu” formülü ile açıklar. Birey, her kalıba giren bir insandır. “Eksik toplumsallaşmış” [bireyin ayrılığı ve özgünlüğüne ilişkin şiddetli kaygı içinde olan bir “benlik” halinde; yaşam planı için olduğu kadar günlük yaşamın her an değişen koşulları için de kesin bir davranış reçetesi sağlayabilecek bir normun yokluğunu gözeten] biridir. Diğer yandan “fazla toplumsallaşmış”tır.Özneler arasında yeni toplumsal aidiyetlere mahkûm olmuştur. Totaliter siyasi hareketler, bilimsel tutumun egemenliği, sanayiperestlik, reklamların boyunduruğu, uzmanlaşmış bilgi ve kültür gruplarının hegomonyası. Bauman, bireyciliğin getirdiği toplumda “iktidar çokluğu” kavramına başvuruyor. Bununla herkes bir anlamda yabancı, marjinal kişidir: herhangi bir varlığa “tamamen” ait olmak yerine, pek çok varlıkla etkileşim içinde olmaya zorlanır. Her bir birey toplum içindeki alt bir sistemden göreli olarak uzaklaşır, bireysel gelişim için bir alan açar ve bireyin iç dünyasının kapalı komünal denetim koşulları altında hiçbir zaman kazanamayacağı bir derinlik ve zenginliğe ulaşmasına fırsat verilir. Diğer yandan bu ben-merkezci tutum, vatandaşları “uzmanlarla kenetler”; kişilerüstü, yetke sahibi, toplumsal olarak onaylanan, yetke sahibi egemenler üretir. Bauman, özgürlük ile bireycilik arasında böyle ilinti kurar.Bauman’ın bireycilikle yakın ilişkisinden ayrı olarak özgürlüğün modern versiyonu kapitalizm ile de yakın ilişkisinden bahsettiğini görürüz. Özgürlük- kapitalizm ilişkisinde özetle der ki, Kapitalizm ekonomik işlevi çözerek, yani ekonomik etkinliğin diğer toplumsal kurum ve işlevlerle olan bağlantısını keserek özgürce bir seçim yapma davranışı için pratik koşulları sağlar. Ekonomi “yerleşik” durumdayken üretim ve dağılım akrabalık görevlerine, topluluksal bağlılıklara, loncasal dayanışmalara, dini ayinlere ya da hiyerarşik katmanlaşmalara bağlıydı. Kapitalizm tüm dışsal normları gereksizleştirdi ve böylece ekonomik alanı, araç-amaç hesabı ile özgür seçime dayanan davranışın rakipsiz yönetimi için “özgürleştirdi.” Bauman’a göre kapitalist ekonomi biçiminde özgürlüğe büyük toplumsal alan açılır. İnsan gereksinimlerinin tatminini amaçlayan malların üretimi ve dağılımı ancak kapitalist ekonomi biçiminde gelişebilir. Dahası özgürlük bir zorunluluğa dönüşür. Çünkü o olmadan ekonomik etkinlik amacına kavuşamaz.Modern özgürlüğün en önemli vasfı, kapitalizmin özgürlüğü besleyen yapısına rağmen “özgür bireyin” başka bireylerin özgürlüğünü denetleyici yetke- iktidar üretmesiyle ilgili özgül çelişkisidir. Bauman “Efendi olarak Tanrı’nın yerini alan insanlar”dan bahsetmiştir. “Özgür olmak başkalarını özgürlüksüz kılma izin ve yetisine sahip olmak demektir” diyecektir. Bu uzun izahattan sonra Müslümanlar için özgürlük, ulaşılması gerekli bir idealler ufku içinde olabilecek midir?
Modern toplumların “özgürlük” tanımları bireyi felsefî manada merkeze yerleştirerek dinin, ailenin, cemaatin değer hükümlerinden [bu tarife göre dogmalarından] azâd edici bir işlev yükleniyor ve bireyi araç- amaç hesaplarının yönlendirdiği davranış âlemine bırakıyor. Bununla toplumda bireyi denetleyecek ahlâkî bir kaide bırakılmıyor. Giderek özgürlüğün karşısına çıkarılan ahlâk değerleri zulüm uygulamaları şeklinde değerlendiriliyor. “Özgürlük” gibi bir kavrama atıf yaparak hak mücadelesi verecek Müslümanların muhatapları “cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri “meşru”dur, hastalık değildir, varoluşları itibarıyla politiktir” diyerek hevâdan hak kavramı üreten ve özgürlük tanımlamalarını çeşitlendiren fikrî mülahazalar çıkarıyor.
İslâm’ın “özgürlük” tanımlamasına cevaz verdiğini, Müslümanları özgür bir toplumsal hayata yönlendirdiğini kabul edebilir miyiz? Bir Müslüman’ın Allah’ın ona nimetler ve bereketler verdi diye tüketim toplumunun gereklerine göre yaşayabileceği söylenebilecek midir? Özgürlük kavramı Müslüman zihinde tartışılmadan kabul edilmekle bir sıkıntıya düşülmüş olmaktadır. İslâm Batı’da geçerli olan “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışını tasdik etmemektedir. “Ve onlar, infâk ettikleri zaman israf etmezler ve kısmazlar (cimrilik etmezler). Ve bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar” (25 Furkan 67) beyanı özgürlük fikrinin karşısına “israf etmeme” emrini koymaktadır. Hz. Peygamber (asv)’in de “Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz.” buyurduğu rivayet edilmiştir. Yine bir diğer rivayette Hz. Peygamber çarşıda hiçbir iş yapmadan gelen geçeni seyreden bir adam görmüş selam vermemiş; dönüşünde aynı adamın eline bir çöp almış yere çizgiler çizmekte olduğunu görünce bu kez selam vermiştir. Duruma şaşıran ve sebebini soran adama “düşünmek de çalışmaktır” diye cevap vermiştir. Buna göre tüketimde, vakti değerlendirmekte, hazzı tatminde dilediği gibi davranmayı men eden bir dine inanan toplumun fertlerinin özgürlükten bahsetmesi mümkün görünmemektedir. Tam tersine Müslüman topluluklar ve ferdler özgür değillerdir. Peki o zaman hazlarını dilediği gibi tatmin edemeyen, parasını dilediği gibi sarf edemeyen, vaktini dilediği gibi öldüremeyen biz Müslümanlar “özgür bir toplumda” ne yapmalıyız?
Müslümanlar özgürce davranmak istiyorlar. Büyük aile fikrinden, kasaba hayatından, mahallenin sakini olmaktan kaçarak ferdiyetlerini şişiriyorlar. Kentler bu ferdiyet ve enaniyetlerin büyütülmesine fırsat veriyor Müslüman toplumlarda. Ancak İslâm’da “özgürlük” kavramı bulunmuyor. Bunun yerine “Hür” kavramından bahsedilmiştir. Müfredat’a göre “Hür” kölenin zıddıdır. İsfahâni diyor ki, Hürriyet iki çeşittir: Birincisi; Başkasının kendisi üzerinde herhangi bir hakimiyeti olmayan kimse. İkincisi; Dünyalık kazançlar konusunda aşırı hırs ve istek sahibi olmak gibi kötü sıfatların ele geçiremediği kişi (İSFAHÂNİ, 2006: 294). Dikkat edileceği üzere Müfredat’ın tanımladığı “Hür”lük insanın öz’ünü- nefsini tüketim toplumunun sarf etme ideolojisinden kurtaran bir özelliğe sahiptir. Tüketim bir yana, giderek hazları kontrol altına alan bir nefis tezkiyesinin inşâ ettiği insan oluştan bahsedildiği görülür. Aristotales de Nikomakhos’a Etik’te “Haz yokluğundan acı duymayana ise ölçülü denir” diyecektir (ARİSTO, 2009: 66).
Batı düşüncesinde özgürlük mülkiyet ve hazları korumaya alan bir kalkan iken, İslâm düşüncesinde hürriyet cemaat hayatını ve nefs murakabesini kaim eden bir zırh olarak konumlanmıştır. İki kavram birbirinden tamamen ayrışmış ve birbirine muarızdır.İslam’da hürriyet, ferdiyeti yok etmeyecek şekilde Müslüman adamı Müslüman toplumun üyelerinin tahakkümünden azâd edip Allah’a kulluk vazifesi yolunda yaşamalarını sağlayan bir felâh hareketidir. Bu manasıyla Batı’daki özgürlüğün eşitlik iddiası ile birlikteliği İslâm toplumlarının temel karakteristiği değildir. İslâm toplumlarında ferdlerin maddi manada eşitliği bir hedef olarak ele alınmamıştır. İslâm toplumlarının eşitlik formülü, kulluk, sözün ifadesi, toplumun riyasetini (idarî mesuliyet) almak gibi konulara hasredilmiştir. Bu nedenle ki, Halife Hz. Ömer (ra) kadınların mehirlerini azaltmakla ilgili hutbesini okuduğunda, ulema içinde sayılması mümkün olmayacak derecede zayıf bilgisine rağmen bir kadın “Allah’ın Kur’an’la helal kıldığını bize yasaklıyor musun?” diyerek itiraz ettiğinde, söz söyleme hakkı hürriyetin tanımları içinden gelerek siyasetin kararlarını bozabilmiştir. İslâm’da hürriyet, Allah’a yönelik takvanın açığa çıkarılmasıyla ilgilidir.
İslâm’da hürriyet, ihtiyacın kendisini köle almadığı bir durumdur. Kur’an, Müslüman adama fakir diye hitap ederken de onun yalnız Allah’a muhtaçlığını vurgulamaktadır. Kur’an’ın kavramları ile modernitenin kavramsal alanı çatışma üretmektedir. Müslümanlar Batı düşüncesinin kavramları içinde modernitenin toplumsal tasavvurlarını bu ülkeye getirmek için büyük mücadele vermektedirler. İslâm toplumları ihtiyaçları asgarîleştiren bir toplum yapısı öngörmektedir. Batı toplumları ihtiyaçları kışkırtan toplum yapısı ile kapitalizmi sürdürülebilir kılmaktadır. Müslüman endüstriyel kurgulamalar dünya pazarına mal üretelim endişesi içinde kendi kavramsal kökleri ile ayrışmaktadırlar. Biz bu dünyada özgür değiliz. Ama kula kulluğu, mala kulluğu, hevaya kulluğu reddederek hür kalabiliriz. Kanaat en büyük hazinedir. Zahid, hürriyettedir ve ancak o direnişdedir.
– ARİSTO, Nikomakhos’a Etik, Bilgesu Yayıncılık, 2009
– BAUMAN Zygmunt, Özgürlük, Sarmal Yayınevi, 1997
– İSFAHÂNİ Ragıp, Müfredât, Çıra Yayınları, c: 1, 2006
http://poetikhaber.net/koseyazisi.php?isl=oku&id=120