“gittim, baktım, göremedim… gittim, gördüm, dönemedim.”
Haziran ayının ortasına doğruydu. Bir arkadaşım emek meselelerinde sonuç almanın zorluğundan dolayı sıkıntılı olduğunu söylemiş; umutsuzluğa kapıldığından ve mücadelenin gücüne inansa da insanların meseleye ilgisizliğinden duyduğu üzüntüden bahsetmişti. O sıralarda bir üniversitede çalışanlarla ilgili, yaşanan ve yaşanacak işten çıkarmalar dolayısıyla o üniversitenin rektörü ile twitterdan polemik halindeydi. Roseteks direnişi falan da yeni başlıyordu galiba. Kısaca, “Nasıl bir kazanım olabilir? Ne yapılabilir ki?” gibi şu anda kabaca ifade ettiğim bir minvaldeydi umutsuzluğu. Bir çoğumuz zaman zaman -belki de her zaman- benzer düşünüyoruzdur. Ben şahsen 2003 yılı ortalarından beri işçi destek ziyaretine giden bir insanım. Arkadaşlarla beraber şu linkte detaylarını bulacağınız PTT sürecini desteklemiş ve konserin düzenlenmesinde aktif rol oynamıştık. Yalan yok, o süreçten bu yana doğru düzgün, elle tutulur bir kazanım görmedim. Dolayısıyla bu tip ziyaretlerde, tabii ki üzüm yemeye bakacağız, ama kolay değil. Yani bir anda çözüme ulaşılmıyor, sonuç alınmıyor her zaman, bunu da akıldan çıkarmamak lazım.
Örneğin bir kermesle nasıl ki bir ayı ancak kurtarıyorsak belki de kurtaramıyorsak veya elimizden pratik olarak neredeyse sadece bu geliyorsa, çoğunlukla bu mücadelelerin kazanımı da yeni ilişkiler, dostluklar ve imkanlar olmuştur. Bizim burada tüm bu anlattıklarımın bilincinde olan ve buna rağmen desteğe giden sol gruplardan farkımız, bunu daha samimi bir şekilde yapmak, işçileri önemsemek ve dinlemek ve mücadeleci/samimi ise şayet sendikayı desteklemek, gereksiz gerginlik ve propagandaya girişmemek vs… “İşte sistem böyle… Yapacak bir şey yok…” sinizmine de düşmemek ama. Özetle günümüz emek mücadelelerinin yapısal çıkmazlarından ziyade samimiyete ve aslında toplumsal olarak çoğunluğun aşina olduğu insani dayanışmaya odaklanmak gerek. Texim örneği açıkçası şahit olduğum formel manada ilk kazanımla sonuçlanan direnişti, 2 sene önceki. O kazanımı elde edenler kapı önünde direniştelerdi birkaç ay önce. Dolayısıyla bu son direnişin öncekilerden farkı buydu. Yani ortada önceki kazanım ve süregiden bir mücadelenin ardından gelen ikinci bir kazanım var. Devam ediyor süreç.
Bu tip etkinliklerde, doğrudan kazanım motive edici ve istisnai olmakla beraber, sadece yan yana durmak, yalnızlık hissine karşı dayanışmaya geçmek bile pek tabii ki önemli bir süreç. Zaten bana kalırsa bizler süreç/amaç, üslup/esas vs… gibi yaygın ayrımların olmadığı bir kafa yapısına doğru yönelmek niyetindeyiz (veya bazılarımız zaten buradalar). Dolayısıyla zaten artık bu destekler vs. inşallah hayatımızın bir parçası olmak durumundalar. Bu böyle devam edecek yani. Arada kazanım da olursa tadından yenmez, yanımıza kâr kalır. Sürece odaklanmalı ama her daim. Bu ahlaki bir duruş gerektiriyor yanılmıyorsam. Hele de öğrenci yoğun bir ekip için, iradi boyut daha fazla ön plana çıkıyor herhalde. Şunu demek istiyorum; mavi yakalı işçi arkadaşlar zaten kendiliğinden bu işin içine düşebilirler, çevrelerinden dolayı bu tip meselelere -ve hatta bazen sola- öncesinden aşina olabilirler. Bir öğrenci için ise bu genelde nispeten yabancı bir ortam ve hal/tavır manasına gelebilir. Coğrafi olarak bile irade isteyen bir mesele olabilir bu durum (kent merkezinde tüm işlerini gören öğrenciler durduk yerde(!) kent çeperlerine düzenli ve istikrarlı bir şekilde gitmek durumunda kalırlar, gibi).
Yani moral bozmuyoruz. “Bu ne şimdi durduk yerde biz moral mi bozuyoruz” diyeniniz varsa, bu fikirlerin o arkadaşımın zamanındaki moral bozukluğu sonucunda aklıma geldiğini söyleyebilirim. Moral bozmuyoruz çünkü kermes olayı çok somuttu mesela. İhsan Hoca, Bekaroğlu, işçilerle görüştürüldü. (İzninizle Zeki Kılıçaslan Hoca’yı buraya yazmıyorum, çünkü kendisi bir çoğumuz portakaldaki vitamin değil pro-vitamindeki molekülken sol eleştirisiyle beraber işçi meselesinin göbeğindeydi). Moral bozmuyoruz, orijinal olan ama marjinal olmayan işler yapıyoruz çünkü, inşallah devam da edeceğiz. İşçi arkadaşlarımızın çocuklarının derslerine destek verme meselesini de bu sürecin bir parçası olarak görmeli bence. Unutmamalı ki, Fatih veya Taksim’in duvarları ardına uzanan geçit burada. Asıl mesele Esenler, Bağcılar, Bayrampaşa, Ümraniye vs…
Ne/Nasıl yapmalı?
Tüm bu destek süreçlerinde, yanılmıyorsam ben şunlara dikkat etmeye çalışıyorum, önemli de olduğunu düşünüyorum. Belki yararı olabilir. Biraz şartname tadında, yabancılaştırıcı olmuş, baştan söyleyeyim.
1. Meselenin sebebi ve olası sonuçlarına dair detaylı bilgi edinmek, olayın önemi önemsizliği ile ilgili geçmiş deneyimlerle karşılaştırmak, olası sonuçları düşünmek.
2. Meselenin muhataplarının sosyolojik durumlarını olabildiğine anlamaya çalışmak (memleketler, çoluk çocuk, vs…). Bu durum hem yapabileceğimiz desteğin çerçevesini görmemizi sağlar, hem de kendi kafamızda bir takım çıkarımlara ulaşarak beraber dayanışma faaliyeti yürüteceğimiz insanları daha yakından tanımış oluruz. Akrabalık, mahalledeki hemşehrilik ilişkileri her zaman önemlidir. Mahalleden veya akrabadan destek alabilmek direnişin sürekliliğini besler. “İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur” gibi tarihsel sözlerin bağlamından kopartılıp kullanılması dolayısıyla oluşacak kafa karışıklıklarını gidermek için, hakikaten kaybedebileceklerini veya bu uğurda göze aldıklarını anlamak için bu bilgiler önemlidir.
3. Duruma müdahil olan grupları öğrenmek; sol grupların varlığı bazen belirleyici olabiliyor, olumlu veya olumsuz manada. Direnişe destek olan veya örgütleyen kimi gruplar kendilerini örgütlemeye çalışırlarken bazen işçilerin direnişteki durumlarını tehlikeye sokabilirler. Bu tip durumların farkında olarak, kendi tavırlarımızın da bu örneklerden hareketle, zarar vericiliğini göz önünde bulundurmalı ve ona göre hareket etmeliyiz.
4. Varsa mevcut sendika ve/veya baskın sendikacı ile yakın ilişki kurmak gerekebilir. Sendikanın tavrını, daha önceki deneyimlerini bir yerlerden sorup bilmek gerekir. Ona göre sendika ile ilişki belirlenir.
Teknik destekler:
5. Röportajlar: Direnişin sebeplerini içeren tanıtıcı/bilgilendirici röportajlar kadar o sıradaki gündelik hayatı yansıtan, hak arama meselesinin gündelik sorunlarını ve ruh halini ortaya koyan röportajlar da oldukça önemli. Çünkü direniş meselesi ilk başladığında istisnai bir durum gibi görünürken, bir iki ay içinde belirli bir rutine oturduğunda bildiğimiz gündelik hayat problemleri yavaş yavaş ortaya çıkacaktır; hak arama meselesinin devamı için gerekli destek asıl olarak bu noktada belirecektir. Kaldı ki ‘bu tip hak arama mücadelelerinin gerçek hayat içinde çok da farklı bir alan kaplamadığı, tersine hayatın akışının devam ettiği’ gerçeği önemlidir. Hak arama mücadelesi içindeki insani hikayeleri, gündelik yaşamı görünür kılacak çalışmalar yapılmalıdır. Böylece hem ayaklarımız sağlam basar, hem de meselenin gerçekliği daha iyi anlaşılır.
6. Durumun tanıtılması için fikrine ve zikrine güvendiğimiz, kıymetli bulduğumuz, kamuoyunda nispeten etkisi olan insanlarla mücadele alanının bağlantısını kurmak oldukça önemli. Hak arama mücadelesine desteği olabilecek bu tip insanlarla direniş ile ilgili de konuşulmalı; yani sadece alana çağırmaktan ziyade hakikaten oturup, “ziyaret edebiliriz, ama bunun dışında ne yapabiliriz?” benzeri fikir alışverişi yapılmalı. Bu insanlar her türlü gelişmelerden haberdar edilmeli. Bir kerelik değil de, belirli periyotlarla, sürekli ve samimi ziyaretler yapılmalı.
7. Olayın gerçekleşmesiyle beraber sendikacıların ve/veya duruma o anda hakim olan ve desteklemeye karar verdiğimiz tarafın temsilcilerinin bilgisi dahilinde sosyal medya kanalları kullanıma açılmalı. Her gün veya hafta gelişmelerin koyulabileceği basit bir internet sitesi/blog, duruma özel bir twitter ve facebook adresi hemen kurulmalı. Buradan yapılacak yayınlarda da hak arayanların çıkarları ve durumun hassasiyeti gözetilmeli.
8. Tanıtıcı videolar, foto-röportaj gibi basitçe montajlarla kolayca dağıtıma sokulabilecek dikkat çekici görseller hazırlanmalı.
9. Mücadelenin maddi olarak desteklenmesi, özellikle uzun soluklu olabilmesi, sonuç alınana kadar sürdürülebilmesi için her zaman maddi desteğe ihtiyaç var. Genelde direnişler için direnişin veya destekleyen sendikanın isminin basıldığı çakmak ve kalem gibi ufak eşya satışı olur, ya da eğer devrede nispeten güçlü gruplar varsa ufak tefek dayanışma konserleri düzenlenir. Bu tür desteklerin maddi getirileri her zaman kısıtlıdır. Texim direnişinde ilk defa düzenlenen destek kermesleri belirli ölçüde daha önemli avantajlar sağlamaya müsait.
Konser düzenlemek; sağlam tanıdıklar, yer ayarlama -düğün salonu/üniversite/spor salonu-, ses düzeni bulma, bilet satımı gibi nispeten komplike sayılabilecek, üstelik direniş boyunca ancak bir kere gerçekleştirilebilecek, hem de gelecek gruplar düşünüldüğünde herkese hitap etmeyecek bir organizasyon. Kermes ise hem bir kereden daha fazla düzenlenebilecek bir etkinlik, hem direnen işçilerin ve kimi zaman ailelerinin de doğrudan katıldıkları, yabancı kalmadıkları bir süreç, hem de aslında oldukça meşru ve daha yaygın olabilecek, herkese hitap edebilen bir destek biçimi. Doğru yer ve zamanı bulmak biraz deneyim işi. İşçilerin beraber organize olmaları, birkaç yerde kermes masası kurulması, kimin nereye gideceği ve ne kadar yiyeceğe ihtiyacı olduğu gibi meseleler aşılmayacak meseleler değil.
Sonuç yerine
Böylesi bir ziyaret süreci, bu konularda daha kırk fırın ekmek yemek durumunda olan bizler için öncelikli olarak bir eğitim süreci olmalıdır. Dolayısıyla olabildiğince bilgi akışı sağlamak ve deneyim kazanmak gerekmektedir. Bu süreç tam da bir eğitim süreci olduğundan, direniştekilerin hassasiyetleri göz önünde bulundurulmalı, kendi öznelliğimiz (hele de bu koşullarda ve bu nitelikle) gereğinden fazla ön plana çıkarılmamalıdır. Bu işin kendi bakış açımızdan görünen kısmı.
Diğer yandan, yapılan ziyaretleri herhangi bir şeye ihtiyacı olan bir komşumuza veya akrabamıza yaptığımız bir ziyaret gibi görmeliyiz bence. Elimizden geldiğince mevcut ihtiyaçları karşılamaya çalışmalı ve olaya bu şekilde yaklaşmalıyız. İlişkinin karşılıklı olduğunu unutmamalıyız; toplumsal ortamlar sadece kendi öznelliğimiz dolayısıyla şekillenmez. Karşılıklı öznelerin aralarındaki ilişkiyle şekillenir. “Dayanışma” kelimesinin işteşliği, direniş alanında buluşanların karşılıklı olarak birbirlerine verebilecekleri bir şeyler olmasındandır. Tek taraflı lütufkar bir “gezi”den ziyade, bizim de aciz olduğumuzu hatırlamak, hakkını arayanlar olmaksızın bir hiç olduğumuzu unutmamak için gerçekten dayanışmak için gitmeli. Bu anlamda gitme olayının kendisinin dahi bir sonuç olduğunu, süreç ile amacı ayırmamak gerektiğini tekrar hatırlamalı.
Emre kardeş emeğine sağlık. eylem pratiğinin devrimci ve dönştürücü karaktere evrilmesi meselesi üzerine düşünülmesi gereken bir mevzu. hali hazırdaki yaşadığını tecrübeleri güzel özetlemiş. yazı. inşallah daha kalıcı bir dile evriltilir. zira geçmişin tecrübelerini taklitle bir yere varılacağı yok.