Kardeşlik İftarları 2: İşçi Buluşması İftarı’nın Ardından
Taksim Gezi Parkı’ndaki ilk iftarımızın ardından, geçtiğimiz Cumartesi günü Fatih’teki Şehzadebaşı Parkı’nda ikinci iftarımızı gerçekleştirdik. Emek ve Adalet Platformu’nun çağırıcılığında düzenlenen iftarlarımızı, bu sene Kardeşlik İftarları başlığı altında düzenledik. Kardeşliğin ilk ve belki en kolay adımlarından birinin, soframızı insanlarla hesapsızca paylaşabilmek olduğunu düşündük ve bin bir hesapla pek çok yerde kapıların yüzlerine kapandığı insanları, soframızın başköşesine oturtalım istedik. Bu iftarın şeref konukları da işçi kardeşlerimiz oldu. Benzer hissiyatları bizimle paylaşan, işçilerle aynı sofrada buluşmak isteyen 500 kadar insanla bir araya gelmiş olduk.
İftar anına geçmeden önce, isterseniz işin mutfağından başlayalım anlatmaya, çünkü biz benzer dertlere sahip olduğumuz insanlarla sadece soframızı değil, yaptığımız işlerin bütün süreçlerini paylaşmaya talibiz. Gezi Parkı’ndaki iftarımızın menüsü gayet mütevazı olsa da kısmen israf olduğunu görünce, bundan kaçınmanın yollarını düşündük ve nihayetinde hummalı bir emeğe karşılık gelen ekmek arasında karar kıldık. Yaklaşık 20 kişilik bir ekiple ve üç saati aşan bir performansla, 500 ekmek arasını hazır ettik. Çorbalarımız ise her zaman olduğu gibi 5’er 10’ar evlere bölüştürülerek yapıldı, iftar sofrasında bir kazanda birleştirildi. İki haftalık tecrübelerimizin ışığında bu hafta Tophane iftarımıza gelecek olanlar, daha lezzetli bir sonuçla karşılaşacaklar diye umuyoruz. Hazırlıkların ardından alana varınca, hızla sofralarımızı kurduk ve memleketin en yakıcı meselelerinden biri olan ama nedense hiç görünür olmayan işçi sorunlarına dair hazırladığımız panoları yerleştirdik. Yine bu bağlamda Türkiye’de işçi sorunu dendiğinde akla gelebilecek en temel noktalara dair bir broşür hazırladık. (Buradan indirebilirsiniz.)
Ayran çorbası ve ekmek aralarıyla kurduğumuz sofralar, katılan insanların samimiyetiyle bereketlendi ve çok hoş bir ortam hâsıl oldu. Bu iftarın bir güzelliği de, bizi geren ve sürekli acaba arkamızdan ne yazacaklar diye düşündüren medyanın olmayışıydı. Objektiflerin tantanasından uzak (polis kameralarını saymazsak tabii) huzur ve dayanışma içinde iftar etmiş olduk. Kameraların gelmemiş olmasını biz rahat edelim gibi bir incelik gösterdiklerine bağlamak haddini aşan bir iyi niyet durumu olur sanırım, asıl mesele onların mavi gözlerine bakarak konuşmamamızdı sanırım. Daha önce bu soruna dikkat çeken bir yazı paylaşmıştık.
İftarımızın ardından, onların varlığıyla soframızın bereketlendiğinin farkında olduğumuz (Ebu Davut, Cihad 710) baş konuklarımız mazlum ve hakları yenilmiş işçi kardeşlerimize kulak verdik. Konuşmalar iki tekstil işçisi abimizin hak mücadelelerini anlatmalarıyla başladı:
“Biz 12 saat çalışıyoruz, bazı haklarımızı bilmediğimiz için sıkıntılar yaşıyorduk. 8 saate dönmek için birlik beraberlik olduk işçilerle. Şunu bilmeliyiz ki arkadaşlar bir şeyleri kazanmak istiyorsak eğer, ilk önce kendi aramızda birlik olmak zorundayız. İnanın ki işçiler birlik olduktan sonra karşısında hiçbir kuvvet duramıyor. Bizim karşımızda 20 yıllık bir kuruluş duramadığı gibi, sizin karşınızda da duramaz. Şu an sendikada da örgütlenmeye devam ediyoruz.”
Ardından bizim de direnişlerine destek vermeye çalıştığımız Roseteks işçileri, patronlarının nasıl 382 işçinin iki aylık maaşlarını ve tazminatlarını iç edip ortadan kaybolduğundan söz etti.
“Bizim bir sendikamız olsaydı, bu kadar mağdur kalmayabilirdik. Bizim sendikalaşmamızı hep engellediler. İşçileri aynı çatı altında farklı şirketlerde böldüler. Sendikalaşmaya çalışanları topluca işten çıkardılar. Bizler bugün her cumartesi pazar patronlarımızın Köşebaşı restorantının önünde iftarımızı simit ekmekle açıyoruz. Onları protesto etmek için hakkımızı alabilmek için direniyoruz. Bütün arkadaşlara sesleniyorum. Bize destek olmak için yanımızda olursanız çok seviniriz.”
Ardından Taksim’de sekiz hafta boyunca pazar günleri ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’ tutan, iş cinayetlerinde yakınlarını kaybeden aileler iki abimiz söz aldı. Sözü ilk alan Hakkı Abi şunları söyledi:
2008 yılında Davutpaşa’da yaşanan patlama sonucu 21 işçi hayatını kaybetti. Onların içinde 18 yaşında olan benim kardeşim Heybettin Güleç de vardı. Arkadaşımın da eşi vardı. Ateş düştüğü yeri yakar. Biz sonra gördük ki bu ateşin sebebi yetkililerin sorumluluklarını yerine getirmemeleri. Denetimlerin yapılmaması. Kasten adam öldürme ve biz buna iş kazası değil iş cinayeti diyoruz.
Ölenleri geri getiremeyiz ama bugün Türkiye’de her gün dört işçi iş kazalarına kurban gidiyor ve biz buna kader diyoruz. Evet biz kadere inanıyoruz, ölüme inanıyoruz ama Cenab-ı Allah’ın da bir sözü var: tedbir senden takdir de benden. Ülkemizde maalesef tedbir alınmıyor, kan parası verilip susturulmaya çalışılıyor. Biz buna dur demek için Davutpaşalı aileler olarak bir araya geldik. Başka ailelere de ulaştık. Vicdan ve adalet nöbeti başlattık. Bir çok aile bu acıyı yaşıyor ama ne yapacağını, nereye başvuracağını bilemiyor. Bir adres olmaya çalışıyoruz. Bu kazalara dur demek istiyoruz. Ramazan dolayısıyla ara verdik, 16 Eylül’de yeniden başlayacaz Galatasaray Meydanı’nda. Hepinizi bekleriz.
Hakkı Abi’nin ardından Davutpaşa patlamasında eşini kaybeden İdris Abi sözü aldı:
Ramazan gününde insanlar eşleriyle, çocuklarıyla, babalarıyla, eşleri dostlarıyla beraber iftar yapıyorlar. Ben eşimle 4.5 yıldır bu iftarı yapamıyorum. Bunu acındırmak için söylemiyorum. Şunu hatırlatmak istiyorum. İnsanlar çalıştıkları ortamı seçerken haklarını aramayı unutmasınlar. Aramadıkları sürece bu tip olaylar maalesef ülkemizde çok sıkça oluyor, olacak. 4.5 yıl önce böyle bir olay başımıza geldi. Biz bunu şöyle atlattık, diğer insanların başına gelmemesi için uğraşıyoruz artık. İş cinayetleri olmadan bunları engellemeye çalışıyoruz. Bu ölümleri engellemek için siyasetin bir hamle yapması gerekiyor, ama maalesef onların çoğu da iş dünyasında geldikleri için bu hamleyi yapmıyorlar, sadece her ölümden sonra dedikleri: Allah rahmet eylesin, bu kader. Hayır kader değil bu, cinayet. Şu anki kurallarımız bile uygulansa, insanların hayatları tehlikeye girmeyecek. Ama maalesef kurallar uygulanmayınca insanlar genç yaşta hayata veda ediyorlar.
Daha sonra ise İstanbul sokaklarında sıkça rastladığımız ama pek de seslerini duymadığımız kağıtçılardan dokuz abimiz kardeşimiz beraberce kürsü yaptığımız alana çıktılar. Söz almakta çekinseler de iki abimiz sağolsun bizlerle düşüncelerini paylaştı. Cuma abi: “Biz kağıt toplayarak hayatımızı kazanıyoruz. Yani çöp topluyoruz efendim, çöpten para kazanıyoruz. Zengini de var, fakiri de var ama sonuçta hepimiz insanız. Herkes birbirine destek, yardımcı elele tutsun istiyorum.” derken, 30 yıllık kağıtçı olup yedi aydır inşaat işinde çalışan Erdoğan abi ise inşaat işinde de zorlukların sürdüğünü anlattı: “Ben eski kağıtçıyım, aşağı yukarı 30 senedir. 7 aydır inşaatta, şirkette çalışıyorum. Şirkette de aynı yani, aynı bizi ezmeye çalışıyorlar. Bir aylığımı içerde tutuyorlar, bizim paramızla bizi orada tutuyorlar yani, o şekilde.”
Ardından programda olmamasına karşın, hazırladığımız dövizleri görüp, aramıza katılan ve iftarını bizimle birlikte açan taşeron işçisi Ali Kemal abi kendi tecrübesi üzerinden taşeronlaşmanın nasıl bir bela olduğundan bahsetti:
Ben varlığı da gördüm, yokluğu da gördüm.Yokluğu nerde gördüm biliyor musun? Yokluğu taşeronda gördüm. İstanbul Ulaşım A.Ş.’de çalışıyordum uzman tornacı olarak. Sonra taşeron yaptılar. Taşeron anlatmakla anlayamazsınız yaşamanız lazım. Allah kimseyi taşeron etmesin şu Türkiye’de.
12 yıldır İSKİ’de taşeron olarak çalışmaya devam eden Adnan abi taşeronun nasıl büyüyen bir felaket olduğunu iyi anlamamız gerektiğini söyledi:
Özellikle son 6 senedir, Türkiye’de lokal işçi meseleleri gündemden düşmüyor. Misal İSKİ’de 650 kişiye bir sabah dediler ki ihaleniz bitti, sizin işiniz bitmiştir. Türkiye’deki işçi sorunu şu an kanunların hükümet tarafından uygulanmaması, bu şekilde işçilerin haklarının gasp edilmesidir.
Son olarak sözü Şubat ayında iki maaşları ve tazminatları verilmeden işlerinden atılan ve haklarını alabilmek için 171 gündür direniş sürdüren Hey Tekstil işçileri aldı. Hey Tekstil işçileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e ulaştıklarını ve dertlerini ilettiklerini fakat bakanın “sizinle ilgileneceğim” dedikten sonra hiçbir girişimde bulunmadığını belirttiler. Hey Tekstil işçilerini daha fazla yaralayan durum ise emeklerinin hırsızı patronları Aynur Bektaş’ın Türkiye Odalar ve Borsalar Kadın Girişimciler Konseyi Başkanı olarak televizyonlarda boy gösterip, ekonominin iyiye gittiğine dair beyanatlar vermesi ve devlet kurumlarında plaketlerle taltif ediliyor olmasıydı. Hey Tekstil işçileri kendilerinin ürettiği meşhur giyim markalarını boykot etmemizi istediler.
İşçi kardeşlerimizin konuşmalarının ardından, hoşça muhabbetle iftarımızı sonlandırmış olduk. “Dünya Nimetlerini Parselleyenlere İnat, Yeryüzü Sofrasını Açmaya Geldik” pankartının altında bir sonraki iftar soframızı 3 Ağustos Cumartesi akşamı, Tophane’de Kılıç Ali Paşa Caminin yanındaki yeşillikte kuracağız inşallah. Bu sefer soframızın baş konukları evsizler olacak; onlarla çorbamızı bölüşecek, dertlerine kulak vereceğiz.
İftar Hazırlığından ve İftardan Fotoğraf Kareleri:
önce bişi yazayım beni etkileyen. programı bitirmişiz, ben ana caddeye bakan tarafa koyduğumuz dövizleri topluyorum. orada bulunmam en fazla 3 dakka sürmüştür. 3 dakka içinde iki tane aile babası, eşi ve çocuklarıyla iftar sonrası gezmesinde, ben dövizleri toplarken gelip bana “şu güzel olmuş, şu çok doğru söylemiş” gibi şeyler dedi. dedim hoppala noluyoruz. daha orta yaşlıca abi “terim kurudu hakkım patronda kaldı” dövizini beğenmişti, hususiyetle beni aldı gösterdi, şunu beğendim diye, hatta “dur ben unutmayım bunu” diye ezberlemeye çalıştı. daha genç olanı, iki üç tanesine baktı, ben “beğendiniz mi” deyince, “doğru olmuş, kimlerde hakkımız hep kalmadı ki, benim son çalıştığım yerde bi maaşım içerde kaldı” dedi. uzatamadım muhabbeti, yorgundum ve arkadan çağrılıyordum, ama kardeş çok muhabbetle bakıyordu. vay be dedim ne güzel sözlerin karşılık bulması.
bizi kırmayıp oraya kadar gelen roseteksten meral abla ve hey tekstilden zeki abi etkinliği çok beğendiklerini söylediler. davutpaşa’da kardeşini kaybeden vicdan nöbetlerinden tanıdığımız hakkı abi çok çok etkilendiğini söyledi, allah kolaylık versin dedi. tekstilci abilerimiz, onlarla muhabbetimiz zaten baki, beğendiklerini söylediler. keşke biraz daha uzun konuşsalardı heyecan yaptılar, bi dahaki sefere. adnan abimiz çok kalite ve bilgi ve deneyim dolu bir konuşma yaptı, ağzına sağlık. kağıtçı abiler aceleyle ayrıldılar çok konuşamadık ama mutlulardı. onları ilk fırsatta ziyaret edelim inşallah.
benim açımdan en etkileyici iftarımız bu oldu. gelenlerde nasıl bir iz bıraktığını kestirmek zor. inşallah konuşmaları duyabilmişlerdir ve inşallah bizim kadar heyecanlanmışlardır anlatılanlardan.
duyduk tüm konuşmaları. broşürleri okuduk. çorbamızı içip ekmeğimizi bölüştük. çok heyecanlandık. çok güzeldi. Allah razı olsun emeği geçenlerden, özellikle de genç ve güzel insanlardan. hep böyle kalın. fazla büyümeyin bence.
ben en çok, yoldan geçerken panoları görüp sofraya oturuveren. sonra cesaretlenip mikrofonu alan ali kemal abiyi sevdim. demek hakkaten sözü duyulmayanlara bir imkan, kulak kesilmeyenlere bir fırsat olabilirmiş bu iftarlar. iyibirşey
“Bir Eylem Tipolojisine Doğru” metninde ana hatları çizilen “halkçı eylem tipi”nin şimdiye kadarki en iyi örneklerinden biri oldu bence. Kıvılcımlı’nın Eyüp Konuşması’ndan kat be kat “halkçı”, hatta hatta daha “tarihi” bir durum var ortada.
“Aşırı politik” ya da “angaje” olmayan sıradan insanlar, kendi dertlerini, tecrübelerini, yaşadıklarını soyut kavramlarla değil günlük dilimiz, kendi kelimelerimizle, tanıdık bir atmosfer (park, piknik, yer sofrası, özellikle de iftar) içinde dile getirdiler. Konuşmaları dinleyen insanlar da duyduklarına bir anlam verebildiler. Konuşanların sadece kelimelerini değil, duygularını da tanıdılar.
Amaç halkın taleplerinin, bizzat halkın inançlarına, kelimelerine, diline, adabına, usûlüne, görgüsüne uygun, yadırgamayacağı, yabancılamayacağı bir biçimde, bizzat sorunun muhatapları tarafından veya en azından sorunun muhataplarının katılımıyla dile getirilmesi ise, İşçi Buluşması İftarı bu amaca gayet mütevazı bir katkıdır bence.
“calışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
anama sövmüs patron
sıkmışım dişlerimi
islıkla söylemişim umutlarımı ”
uslüp tartışmalarına selam olsun.
ben biraz fazla olumlu konuşucam galiba iftar hakkında çünkü gerçekten çok ama çok güzel olduğunu düşünüyorum.
mutfakta hazırlıklar sırasında biraz zorlandık tabi 500 sandöviçin yapımı aslında o kadar da kolay değilmiş ama ben yine de çok memnun kaldım ya.herkesin ellerine sağlık.sandöviç gerçekten iftar alanında acayip pratik oldu tabi ki geçen menü kadar sofrada güzel durmadı ama çok da önemi yok benim için.hiç olmazsa artan ve dökülen bir şey olmadı.bu çok daha önemli.
iftardan önce bazı arkadaşlar ilk iftardan daha az kişinin geleceğini söylemişlerdi ama tam da tahmin ettiğim gibi fatih olması dolayısıyla katılım çok daha iyiydi.bu da ayrı bir memnun olma sebebim.
bir de gelenler gözlemlediğim kadarıyla tanıdıklar haricinde baya farklı yüzlerdi.
sofra kurulan yeri ilkten pek fazla sevememiştim ama sonradan çok da sorun olmadı.
bunların dışında eksikler olmadı mı muhakkak olmuştur ama bence bu güzel işin ardından eksiklerin çok da fazla önemi yok benim için.he nedir bir dahaki iftara tamamlamaya çalışırız o kadar.
şimdilik aklıma gelenler bunlar,emeği geçen bütün arkadaşların hepsinin ellerine sağlık.inşallah önümüzdeki iftarımız bu iftarımızdan çok daha güzel geçer.
Bu iftarda da geçen iftarda da bu işi benim için kıymetli kılan en önemli durumlardan biri; gelen insanların bir yabancı gibi değil, gerçekten alabildiğine rahat, o sofrayı sahiplenen bir halet-i ruhiye ile orada bulunduklarını görmemdi. Bu bence bir yandan soframızın bereketlenmesinin vesilesi. Hesapsızca yapılan işlere, Allah nimetini indiriyor.
Buna dair küçük bir anektod aktarmak gerekirse; bu hafta için arkadaşlarımızın evlerinden yapıp getirdiği çorbalar tam bitme durumuna gelmişken, bir baktık ki
Mazlum-der’den Cüneyt abi ailesiyle birlikte gelmiş, eşi de sağ olsun çorba yapıp getirmiş ve tam çorbamız bitti derken kimse çorbasız kalmadı.
Ha bir de kıymetli bir hal şu ki; bu yaptığımız iş acaba nelere vesile oluyor; nereye çağırıyor, neyi hatırlatıyor diye düşünürken şunu gördüm ki; şuan 40lı yaşlarında olan ve gençliğinden beri aktif olarak İslamcı bir hayat algısının derdini taşıyan tanıdığım bir abla yanıma gelerek; bu yaptığınız şey çok güzel ama neden bizim yaşlarımızdan hiç kimse burada değil diye bir serzenişte bulundu. Tabi ben çok bir cevap üretemedim.
Ama dedim ki kendi kendime; bazı insanların geriye baktığında bugün için yokluğuna hayıflandığı bazı şeylerin burada ve şuan canlı ve şahid olarak hatırlanmasına vesile olabiliyorsak devam edilesi bir iş yapıyoruz.