Polonez Direnişi: İşçiler Açken Patronlara Huzur Yok!
Trakya Et ve Süt Ürünleri, nam-ı diğer Polonez fabrikasında, 30 günü aşkındır sendikaya üye olduğu için işten atılmış işçilerin direnişi sürüyor. Arkadaşımız Gazali direniş alanını ziyaretimiz esnasında işçilerle gerçekleştirdiğimiz görüşmelerden fabrikanın örgütlenme ve direniş sürecine dair bir özet hazırladı. Okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Polonez’deki Koşullar
Polonez fabrikasında işçiler ağır çalışma koşullarında çok düşük ücretlere çalışıyordu. İşçilerin tamamı asgari ücret ve civarında bir ücret alıyordu. Kimisi 20 yıldır o fabrikada çalışıyor olmasına rağmen 20 bin ila 25 bin arasında bir ücrete ancak sahip olabiliyordu. Fabrikada işlerini severek yapan işçiler ücretlerin iyileştirilmesi için fabrika müdürüyle konuşma yapmaya çalıştığında ise kötü muamele ile karşılaşıyordu:
“[Zam istemek, zammı sormak için] Gidiyorsun oraya neredeyse seni borçlu çıkarıp aşağı indiriyor. Dinlemiyorlar bile. Bir de diyorlar ki yanıma gelmesinler, sorularının cevabı bende yok”
Asgari ücrete mahkûm işçiler bu yetmezmiş gibi zorla fazla mesaiye çağrılıyordu. Resmi olarak tatil olan pazar günlerinde mesaiye çağrılan işçilere bu fazla mesai adeta bir zorunluluk gibi sunuluyordu. Öyle ki pazar günü resmi tatil hakkını kullanarak mesaiye gelmeyenler vardiya sorumlusu Sabri Solmaz tarafından tehdide uğruyordu:
“[Mesaiye gelmeyenleri] tehdit ediyordu, pazar günü gelmeyen kendini adam yerine koyup Pazartesi de gelmesin diyordu.”
“Hiç dinlenmeden tekrar işe geliyorsun. 6 pazar üst üste geldiğimizi biliyoruz, gece gündüz.”
“Ben 16 yıldır buradayım. İlk zamanlar biz bir servis geliyorduk. Şimdi 8-10 servis geliyor. Polonezi biz yaptık biz büyüttük. Bizim mesailerimizle büyüdü. Gece 10’da çıkıyorduk 11’de evdeyiz, sabah yine geliyorduk.”
İşçiler haftada 7 gün çalışıyor olmanın ağırlığında ezilirken, tatil yapamamanın, evlerinde aileleriyle vakit geçirememenin zorluğunu yaşarken, ek mesai ücretlerini de tamı tamına alamıyordu.
“Şöyle söyleyeyim, örnek vereyim, bir tane ablamız mesela, üç pazar mesaiye gelmiş. Bunun bir asgari ücreti 17 bin lira. Pazar mesaisi [günlük ücretten] yüzde 100 [fazla verilir] 1500 TL’den 4500 para yapıyor 3 Pazar. Bunun alacağı miktar 21 ya da 22 bindir. Ama arkadaşa 16 buçuk lira para yatmış. Bu nerede deyince de sormuş kendisi, devlet kesiyor bizim suçumuz yok [diyorlar]”.
Polonez fabrikasında mesai vardiyalara bölünmüş durumda. Resmi olan iki vardiyanın (sabah ve öğlen vardiyası) yanında bir de gayri resmi gece vardiyası bulunuyor. Bütün işçiler dönüşümlü olarak gece vardiyasına katılırken, hiçbirinin bordrolarında gece vardiyası görünmüyordu, dolayısıyla almaları gereken ek ücretleri de almıyorlardı.
“20 yıl önce tek vardiyaydı bura. Sonra böyle bir toplantı oldu 2 vardiya olacak dediler. Kimisi olmaz işte çocuk var dediler, kabul etmeyen çıksın dediler üstüne. Neyse kabul edildi ikinci vardiya. Sonra böyle işler artınca 3 vardiya oldu. O 3. Vardiya da bizi içeri aldı, usta vardı ilk başımızda, 1 ay [sürecek] dedi. Hatta kabul edenler de bizdik. 1 ay dediler. Hindi füme var çok sipariş var, hani iş çıksın. 1 ay, oldu kaç sene. İş çıktı. Baktılar çok güzel iş çıkıyor, devam.”
“[Gece vardiyasını] saymıyorlar tabii bordroda gözükmez. Gece vardiyasının yıpranma payı vardır. Öyle bir şey yok. Hiçbiri yok. Yani anlayacağın surekli eziliyoruz.”
Düşük ücretler, uzun ve zorunlu mesailer… Polonezdeki koşulların vahameti bunlarla sınırlı değildi. İşçilerin yarım saat yemek molası dışında bir hakkı yoktu. Çay içmek için bir vakit tanınmıyordu. İşçilerin üzerinde yoğun bir üretim baskısı mevcuttu. Günlük ve aylık ton hedefleri konuluyor, hedeflere ulaşılamadığında maaşlardan kesinti yapılıyordu. Dahası, bu üretim baskısıyla çalıştırılan işçilerin başına türlü iş kazaları geliyor, işçiler hastalanıyordu. Damar tıkanıklığı, bel fıtığı, omuzda lif yırtılması, el kesme… Çeşitli işçi sağlığı sorunu karşısında fabrika herhangi bir tazminat ödemiyor, işçi sağlığını hiçe sayan uygulamalarına da aynen devam ediyordu.
“Mesela ben orada iş kazası geçirmişim. Rapor alıyorum, kesiliyor para. İş kazası diye gitsem kesilmeyecek. Benim kızım ön tarafta o da koli operatörü. Parmağını sıkıştırdı. Aldım ben götürecem onu doktora. Hepsi birden indi aşağı, aman sakın iş kazası söyleme. Gittim doktora ne oldu buna dedi, ben de dedim bazanın altına sıkıştırdı. Çok pişmanım neden söylemedim. Kızım da dedi neden söylemedin. Keşke söyleseydim niye saklayacağım. Değerimiz bu kadar.”
“Biz içerde pek görüşemiyorduk yoğunluktan, kendimize gün yaptık görüşelim konuşalım diye. Dışarıda kafelere gittik tatlı yedik. İçeride nasıl sohbet edecen sürekli iş iş. Mesela Aynur abla içeride bizden iş istiyor kızıyor vesaire ama dışarıda Aynur abla böyle değil. Ne güzel bizle sohbet ediyoruz. Ama içeride değişik oluyor insan iş çıkaralım diye. Hadi kızlar hadi kızlar…
Sendikanın Poloneze Girişi
Bu sefalet koşullarının karşısında Polonez işçisi hakkını savunmak için bireysel adımlar atsa da hep aşağılanarak karşılanmıştı. Bunun üzerine fabrikadaki bir grup genç işçi Tek Gıda-İş sendikasına üye oldular. Bu gençlerin sendikaya üye olduğunu duyan birçok kimse de çok hızlı bir şekilde sendikaya üye oldular.
“Bütün üyelikler 1 günde oldu neredeyse. Hepimiz istiyorduk zaten, ikna olma gibi olmadı. Emeğimizin karşılığını alamıyorduk. Biz de bir vesile bekliyorduk aslında, bunu da duyunca kaçırmadık.”
“Ben izinden geldim, 3 gün filan çalıştım, sendika dediler, üye oldum. 3 günden sonra tekrar kapı dışarı edildim, az çalıştım yani (gülüyor)”
“Hakkımız alamadık ki. Ben mesela 20 yıllık elemanım maaşım 19 bin lira. Makinacıyım. Günde 5-6 defa makina yıkıyorduk. Erkek gibi ayağımda çizmeler, gidiyorduk zam istiyorduk, hakkımızı alamıyorduk, ondan dolayı bu sendikaya geçtik, hakkımızı alalım diye.”
Sendikalaşan ilk grup işçi 18 Temmuz tarihinde işten çıkarıldıktan sonra henüz sendikalı olmayan geri kalan bütün işçiler 1 saatte sendikaya üye oldular. İşçilerin birbirileriyle kenetlenmiş bu hali direnişin başlamasındaki en büyük etkenlerden biriydi. Ertesi günlerde iş bırakarak atılan işçilerin geri alınmasını talep ettiler ve bunun sonucunda peyderpey 146 işçi işten çıkarıldı.
“13 arkadaşımız çıkarıldı, biri 11 senelik arkadaşım benim yıllardır beraber çalışmışım, arkadaşım kardeşim. Çıkarttılar kapının önündeler. Biz nasıl dayanacağız? Benim arkadaşımı orada çıkartmış. Sendikalı diye. Biz de normal gidiyorduk 1.5 saat çalışıyorduk sonra moralimiz bozuk çıkıyorduk yukarı [işi bırakıyorduk] napalım biz yani. 3 gün öyle, 4. gün bizi de kapıya koydular. Biz yasal hakkımızı kullandığımız için kapıya koydular bizi. Bir de ayrıyeten bir de tebligatla bir de mesaj yolladılar bize. “Sizin işinize son verildi” bitti. Gece 11.30’da bir mesajla. Çağırmak da yok bizi.”
“Sonra gene böyle arkadaşlar burada eyleme başladı devam etti. Devam ettik yani. Yani bir de 24’ünde de çıkarttılar bir 45 kişi, sonra 25’inde bizi çıkarttılar. Böyle kademe kademe çıkartma oldu. Ayriyeten hepsinde 46 koddan çıkarttılar.”
İşten çıkarılan işçilerin neredeyse tamamı kod 46 ile yani resmi olarak yüz kızartıcı suç sebebiyle işten çıkarıldı. Oysa işlerini severek sürdüren işçiler bu iftiranın tek sebebinin sendikalı oldukları için işten çıkarılmış olmalarını örtbas etmek olduğunu ifade etti. Keza işçilere noterden gönderilen belge ile SGK’ya bildirilen kod arasındaki tutarsızlık da bu durumu göstermektedir:
“Bize verilen noterden gelen evrakta diyor ki, slogan atmışız, herkesi şey yapmışız [terörize etmişiz]. Ama sen beni 46 koddan çıkıyorsun, ben güya hırsızlık yapmışım. Yolladığın noterde ne yazıyor, orada ne yazıyor. Raporlu insanı, olaydan bağımsız, sadece [sendikaya] üye olduğu için, işten atmış ve ona yolladığı noter kağıdında yazıyor ki fabrikanın içinde eylem yapmış.”
“Bizler işten çıkarıldığımızda, bize 46 kod mesajı geldi. Ustalarımız veya müdürlerimiz bizim karşımıza çıkıp da hani ellerinde zaten bir delilleri yok ama mert ve delikanlılıkla bizim karşımıza çıkıp da sizi 46 koddan çıkartıyoruz demediler. … Ben 18 yıldır orada çalışıyorum. Benden korkuyordu madem bu kadar, trilyonluk makineyi elime niye Verdi? Sadece ben değil, arkadaşlarım da. Bizden bu kadar korkuyordu, kadar ürünü bize niye teslim etti? Biz bu kadar kötü bir elemandık, kötü personeldik, niçin bizim elimize bu kadar ürünü teslim etti? Biz her zaman diyoruz, biz dimdik burdayız. Onlar da bizim gibi alınları açık yüzleri aksalar, gelsinler karşımıza açıklamalarını yapsınlar.”
Halk Sağlığı Hiçe Sayılıyor
Fabrika yönetimi sendikaya üye olduğu için çıkarılan işçilerin yerine yevmiyeciler alarak fason üretime devam ediyor. İşçiler bu yevmiyeci çalışanların hijyen eğitimlerinin olmadığının ve bu sebeple hijyen standartlarını karşılamadıklarının altını çiziyor. Bu önemli eksiğe rağmen üretilen ürünlerin tüketilmesi durumunda halk sağlığının zarara uğraması riskinin önemli olduğu vurgulanıyor.
“Biz içeride çalışırken, gündelikçiler bir hijyen eğitimi almadıkları için biz onları normal doluma vermiyorduk zaten. Arka tarafta sadece etleri kesiyorlardı. Şu an bizi çıkarttılar onları ön hatlarda kullanıyorlar. Bunların eğitimleri yok bir şey yok.”
“Bir ay önce ben kendi açımdan bir güvence verirdim [ürünlerin sağlıklı olduğuna dair]. Çünkü biz ayda bir hijyen eğitimleri alıyoruz. [Ama şimdi veremem o güvenceyi]”
Direniş Süreci
İşten çıkarılan 146 işçi çıkarıldıkları günden beri fabrika önünde nöbette. Talepleri açık ve net. Çıkarılan işçilerin geri alınması, sendikanın tanınması ve koşulların iyileştirilmesi. Bu taleplerle başlattıkları nöbette türlü badirelerle karşılaştılar. Örneğin, 1 saatte sendikaya üye oldukları günün gecesinde vardiya sorumlusu tarafından tehdit edildiler ve ustalara yönetimden taraf olmaları halinde zam alacakları söylendi.
“Hatta o gece biz tehdit ve baskıya uğradık. Vardiya sorumlusu Sabri Solmaz gece saat 12’de geldi. İlk önce beni tehdit etti, dedi eğer sendikadan ayrılmazsan kelleler gider. Beni yönetime çekmeye çalışıyor. Sen bizim yanımızda dur, sen bize destek ver. Ekip kuruyorum, yeni ekibimde sen bulun. İleride Taner Bey seni görür. Yoksa kelleler gider diye bir tabir de kullandı.”
“Dediler hani siz de bırakırsanız 25% bir ikramiye teklif edildi. Biz kabul etmedik. Dönmedik.”
Fabrika önünde süren direniş esnasında bir gün işçiler, halk sağlığını hiçe sayan fason üretimi durdurmak amacıyla yevmiyeci işçilerin fabrikaya giriş-çıkışlarını engellemeye çalıştı. Bunun üzerine sert bir polis müdahalesine maruz kaldılar. Çok sayıda kişi biber gazından etkilendi, bir işçi polis kalkanıyla darp edildi, hastaneye kaldırıldı.
“Fabrika fasonları almak istedi içeriye. Bizse fasonları içeri sokmadık. Üretim durdu o gün. [Ama fabrika] fasonları geri istiyor üretime devam ettirmek için. Tekrardan fasonlar yola çıkmış, işe gelecekler 7-8 gibi. O gün çevik kuvvet geldi elinde kalkanlarla. Yolu açın dediler engellemeyin işçiler gelecek içeri dediler. Orada bir uyarı olmadan zaten biber gazı sıktılar. Arkaya kadar geldi biber gazı. Nigarın gözleri çok kötü oldu hastaneye gittik beraber. Kafasına vurdular. Kaç kişi fenalaştı. Ben o günü hiç unutmam”
“Niye bunu bize yaptılar daracık alanda ittirdiler sürekli benim ayağım yaralandı orada. Bir anda saldırdılar. Perişan olduk. Hakkımızı arıyoruz biz.”
Bu saldırının ertesi gününde, işçileri fabrika girişinden uzaklaştırmak amacıyla, polis ikinci bir saldırı gerçekleştirerek işçileri direniş alanlarından sürdü. Bunun üstüne işçiler o gece Çatalca Kaymakamlığının önüne yürüyüp polisin bu müdahalesini protesto ettiler ve direniş alanlarına dönmeyi talep ettiler. Görüşmeler sonucunda direniş alanlarına geri dönebildiler.
“Tomalar, bariyerler aşağıda iki araba çevik kuvvet, bizi ta [yolun sonuna] oraya sürüklediler. Oraya kadar sürdüler. Biz de Kaymakamın yanına gittik o gece. Kaymakam da sonra kaldırdı [tekrar] buraya getirdi bizi.”
“O gece kaymakamlığa yürüdük. Başta boruları kestiler bizi buraya sokmadılar. Ondan sonra biz kaymakamlığa yürüdük öyle burayı açtılar. O süreçten sonra daha da güçlendik.”
Polonez işçileri anayasal sendika hakkını tanımayan, sendikalaştığı için işçiyi işten çıkararak açıkça suç işleyen ve halk sağlığına aykırı fason üretim gerçekleştiren Polonez patronuna karşı adım atılması talebiyle, il idari amirliğe, İstanbul Valiliğine gittiler. Polisin ve basının haberi olmaksızın, adeta bir anda valilik önünde beliren 50 kadar Polonez işçisi, vali ile görüşmeden alanı terk etmeyeceğini beyan etti. Valinin il dışında olması sebebiyle, sendika ve işçi temsilcileri vali yardımcısıyla bir görüşme gerçekleştirdi. Vali yardımcısının kendilerinden birkaç gün mühlet istediğini aktaran işçiler, böyle bir eylem yapabilmiş olmalarını hem hayretle karşıladılar hem de ne kadar güçlü olduklarını bir kez daha fark etmiş oldular.
“Valiliğin önünde bulduk kendimizi. Sonra işte hemen çevik kuvvetler bilmem ne ama şaşırdılar tabii. Sonra işte içeri aldılar 4 tane arkadaşımızı, başkanımızı da aldılar içeriye. Vali yoktu, yardımcısı buradaydı. Konuştular. Bizden haber bekleyin demişti.”
Mücadele Büyüyor
Mücadeleyi fabrika önüyle sınırlı tutmayarak, Polonez patronlarına kendilerini hatırlatan, mücadeleyi büyüten işçiler geçtiğimiz perşembe günü Polonez firmasının Ataşehir’deki genel müdürlüğü önünde polisin biber gazlı müdahalesine rağmen kitlesel bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. Basın açıklamasının ardından alanı terk etmeyen işçiler geceyi genel müdürlük önünde geçirdiler.
Bizler de Emek ve Adalet Platformu olarak sabahlayan işçilere ayran aşı çorbamız ve çikolatalarımızla bir süre eşlik ettik.
Yine geçtiğimiz cumartesi gününde Polonez işçilerinin mücadelesine destek olan kurumların bir araya gelerek oluşturduğu Polonez İşçileri Dayanışma Komitesi, Polonez fabrikasından ürün alan, ve kendi markalı ürününü o fabrikaya ürettiren Migros’un genel müdürlüğü önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.
Polonez yönetimine karşı sürdürdüğü mücadelede işçilerin azim ve kararlılığı sürecin zaferle sonuçlanacağını işaret ediyor. Bu durumda emekten yana bütün örgüt, parti ve bireyleri bu mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Sınıf mücadelesinin hepimizin mücadelesi olduğunu, patronlara tanınan bu sınırsız sömürü özgürlüğünün hepimizi tutsak hale getirdiğini hatırlatıyoruz.
“Çıktığım günden bu yana inançlıyım. İnancımı hiçbir zaman yitirmedim. Bekliyorum yani. Yani açık ve net. Ya bizi oraya alacak ya da bu kapıya kilidi vurup gidecek. Çünkü Polonez bizim sayemizde bu markaya ulaştı. 2006’da girdim ben. 2006’dan beri ben buraya emek veren insanım. Polonez’i marka yapan bizleriz. Biz girdiğimizde küçük bir fabrikaydı. Hani o kadar büyük bir marka değildi.”
“Bir yola çıktık, kaybetsek de bizim yolumuz, kazansak da bizim yolumuz. En iyisi düzgün bir şekilde yürüyelim. Geri duracağımız bir şeyimiz yok, yanlışımız yok.”