Kadın İşçi Mücadelesi Neden Önemli?

Geçtiğimiz cumartesi (29 Nisan) gün boyunca, Kadın İşçi’nin bu yıl ilk kez düzenlediği Zehra Kosova sempozyumundaydık. Dolu dolu, çok yoğun bir program vardı. Sempozyum, kadın emeği alanında çalışan araştırmacılar ile öncü kadın işçileri bir araya getirdi. Böylece akademiyle sahayı buluşturma yolunda önemli bir adım atılmış oldu. 

Kadın İşçi, 2021 yılında yayın hayatına başladı. O günden bugüne sitede kadın işçi tarihinden kadın işçi direnişlerine, ücretli emekten ev içi bakım emeğine uzanan birçok konuda yazılar, haberler ve röportajlar yayınlandı. Bu bakımdan, Kadın İşçi, kadın emeğini ve kadın işçi mücadelesini gündemleştirerek Türkiye’de çok önemli bir boşluğu dolduruyor. 

Zehra Kosova Sempozyumu da Kadın İşçi’nin daha fazla görünürlük kazanmasına vesile olan bir iş oldu. Sempozyuma katılamayanlar için sunumların video kayıtları da yakında Kadın İşçi’nin Youtube sayfasına yüklenecek. Sempozyumdaki oturumların hepsinde birbirinden kıymetli sunumlar yapıldı ama ben özellikle, ‘Kadın İşçiler Anlatıyor’ oturumunda yer alan öncü kadın işçilerden Bahar, Fikriye ve Semra’nın konuşmalarını dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Kadın İşçi’nin internet sitesine girdiğinizde “örgütlenme/sendika” kategorisini göreceksiniz üst tarafta. Burada çeşitli sektörlerde çalışan kadın işçilerin sendikalaşma, direniş ve mücadele deneyimleri ile ilgili haberler ve röportajlar bulunuyor. Kadın İşçi muhabirleri, nerede bir kadın direnişi, nerede bir sendikalaşma eylemi varsa oradalar artık. Bu çok kritik bir mesele. Çünkü kadın işçilerin direnişleri, işyerinde yaşadıkları cinsiyet temelli sorunlar ne sendikalar ne de siyasi örgütler tarafından yeterince görünür kılınıyor, hatta çoğu zaman doğrudan yok sayılıyor. Politik alandan akademiye döndüğümüzde ise farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz malesef; kadın işçilerin aktif özneler olarak görünürlüğü oldukça az. Bu yazıda, tam da bu görünmezliğin nedenlerini daha detaylı ele alıp, Türkiye’de kadın işçi direnişlerine neden daha fazla odaklanmamız gerektiğini irdeleyeceğim.

Kadın İşçi Zehra Kosova Sempozyumundan bir kare

İlk olarak kadın işçilerin çalışma koşulları ve sendikalarla ilişkilerinden başlayalım. Fakat öncesinde kadın işçi derken hangi grubu kastettiğimi, hangi grupları dışarıda bıraktığımı belirtmeliyim. Ben kadın işçi derken sanayi işkollarında (tekstil, metal, gıda, petro-kimya vs.) ücretli çalışan kadın işçileri kastediyorum. Hizmet ve kamu sektörlerinde ücretli çalışan kadın işçileri, aynı zamanda ücretli ev işçiliği yapan kadın işçileri ve evde ücretsiz bakım emeği veren kadınları dışarıda bırakıyorum. Bu dışarıda bıraktığım kadın işçi gruplarının da örgütlenme ve mücadele deneyimleri elbette mevcut, fakat Türkiye’de sendikalaşma ve işçi mobilizasyonu açısından sanayi işçileri daha ön planda olduğu için onlarla başlamak istiyorum.

TÜİK’in 2021 İşgücü istatistiklerinde sanayi işkolunda çalışan yaklaşık 6 milyon işçinin 1 milyon 499 bin kadarının kadın olduğu belirtiliyor.[1] İşkollarına göre sendikalaşma verilerinde cinsiyet filtresi olmadığı için bu 1.5 milyon kadın işçinin ne kadarının sendikalı çalıştığına dair veri bulunmuyor. Daha genel olarak ise 2021 Çalışma Hayatı İstatistikleri raporundan 4.2 milyon kadın işçiden 441 bin kadarının sendikalı olduğunu öğreniyoruz.[2] Buradan hareketle 1.5 milyon sanayi işçisi kadından en fazla 150-200 bininin sendikalı olduğu varsayımını yapabiliriz. Bu da demek oluyor ki sanayi işkollarında çalışan kadın işçilerin çok büyük bir kısmı sendikasız olarak çalışıyor.

Çalışma Koşulları

Çalışma koşullarına gelindiğinde, çok azı sendikalı olarak çalışan sanayi işçisi kadınların benzer sömürü ve baskı koşulları altında çalıştıkları görülüyor. Bu sömürü koşullarını, az çok biliyor olsak da detaylandırmak ve görünür kılmak adına şu ana başlıklar altında incelemekte fayda var:

Düşük ücretler: Sektörel olarak maaşlarda farklılıklar olsa da yıllardır hiç değişmeyen bir durum, cinsiyet temelli ücret eşitsizliği. Kadın işçiler, erkek işçilerle aynı değerde işi yapsalar dahi onlarla aynı ücreti alamıyor. İşin fiziksel ve psikolojik ağırlığına kıyasla çok düşük ücretlerle çalışıyor kadınlar. Bunun en temel sebebi işverenler tarafından kadınların ücretinin aile için “ek gelir” olarak görülmesi. Daha açık bir ifadeyle erkek işçi aileyi geçindiren, asıl ücreti kazanan olarak görülürken, kadınların geliri ek gelir olarak görülüyor. Kadın işçilerin düşük ücretleri, bu bakış açısıyla meşrulaştırılıyor. Bu yüzden, yalnız yaşayan kadınlar, bekar anneler, ailesine bakmak zorunda olan kadınlar ücret hiyerarşisinde en altlarda yer alıyor. Bu durum, öte yandan, kadınların ev içi emeklerinin görünmez ve değersiz kılınmasının ücretli emek piyasasına yansımasının da bir sonucu. Ancak bu kadarını söylemekle yetinelim, çünkü bu konu, baştan başa ayrı bir yazıyı hak eder önemde.

Uzun çalışma saatleri ve zorunlu fazla mesailer: Kadınlar çok uzun çalışma saatleri boyunca çalışıyor. 8 saatlik mesai sınırına uyan işyerleri oldukça az. Özellikle tekstilde kadınlar 10-12 saate varan süreler boyunca çalışıyor. Bu sürelerin üstüne bir de mesailer ekleniyor. 6 günlük çalışma yaygın bir durum. Dahası kadınlar tek izin günlerinde de işveren tarafından zorla fazla mesai yapmaya çağırılabiliyorlar. Gelmek istemeyen kadınlar ise mobbing ve işten atma tehdidiyle karşılaşıyor. Kimi zaman ekonomik sıkıntılar nedeniyle kadınlar bu fazla mesaiye mecbur kalıyorlar tabii. Bu da kadınların 7 gün hiç durmadan, dinlenmeden, nefes almadan hayatlarını sermayeye kurban etmesi demek oluyor aslında. 

Molalar: Çay molaları çoğunlukla 10 dakika. Büyük fabrikalarda kadınlar bu 10 dakikalık molalarda, mola alanına ulaşıp dinlenebilmek için de ayrı bir strese giriyorlar. Tuvalete gitmek, çay içmek, sigara içmek, birkaç arkadaşla sohbet edebilmek… Tüm bu ihtiyaçlarını 10 dakikalık molalara sığdırmaya çalışıyor kadın işçiler. Hatta üretime birkaç dakika gecikmeli gelmeleri dahi baskıyla karşılık buluyor. 

Fazla iş yükü: Kadınlar fiziksel olarak ağır iş yükü altında çalışıyor ve çoğu zaman görevleri olmayan işler de onlara yükleniyor. Üretim alanının, makinelerin temizliği gibi işler nedense hep kadın işçilerin işi oluyor. İşverenlerin kar hırsı yüzünden iş yükü günden güne fazlalaşıyor. Mesela bir telefon fabrikasında günlük 1200 ürün çıkartan kadınlardan zaman geçtikçe 3000 ürün istenmeye başlıyor.[3]

Mobbing: Kadınlar sıklıkla usta, amir ve müdürler tarafından mobbinge maruz bırakılıyor. Üretim alanları, kadınların yoğun stres altında sürekli bir koşuşturmayla iş yetiştirmek zorunda oldukları bir yarış pisti adeta. Konuşmak, dinlenmek, tuvalete gitmek ya da üretimi aksatacak herhangi bir eylem ustaların gözünden kaçmıyor ve uyarılıyorsunuz, tutanak tehdidiyle karşılaşıyorsunuz. Günlük yetiştirilmesi gereken belli bir kota olduğu için o kota stresini de sürekli hissediyorsunuz, sürekli daha hızlı, daha hızlı hareket etmek zorundasınız. Bir yandan da bu mobbingler, kadın işçilere yönelik cinsiyetçilikle iç içe geçiyor. Kadınlar, erkek ustalar tarafından aşağılanıyor, hakarete uğruyor. En küçük bir hatada ustanın bağırışlarıyla karşılaşabiliyor kadın işçiler.

Şekerpınar Migros Deposunda direnen DGD-Senli kadın işliçer

Taciz: Kadın işçilerin son yıllarda giderek daha rahat ifade etmeye başladığı bir sorun, işyerlerindeki tacizler. Kadın işçiler, hem beraber çalıştıkları erkek işçiler hem de ustalar tarafından sözlü, fiziksel ve cinsel tacize maruz kalabiliyor. Genellikle, bu tacizleri kendilerini güvende hissederek iletebilecekleri bir mercii olmuyor. Çoğu iş yerinde kadın usta veya amir olmuyor, olanlarda da kadınların yaşadıkları bir şekilde örtbas ediliyor. Sendikaların da bu konuda doğrudan bir çalışma yapmadığını biliyoruz. Bir yandan tacize maruz kalan kadın işçiler, eşlerinin duymasından veya işyerinde “isimlerinin çıkmasından” korkuyorlar. Bu yüzden tacizlerin gündem edilmesini istemiyor ve hukuki bir süreç başlatamıyorlar. Beraber çalıştıkları kadın arkadaşlarının desteğiyle kendini korumaya çalışıyorlar çoğu zaman. Öte taraftan, kadınların, yaşadıklarının adını koyarak taciz diye nitelendirmesi dahi önemli bir kazanım. Bu da Türkiye’de feminist hareketin giderek güç kazanması ile ilgili bir durum aslında.

Hamilelik dönemi sorunları: Kadınlar hamilelik dönemlerinde işyerlerinde çeşitli sorunlar yaşıyorlar. Ağır iş yükleri azaltılması gerektiği halde azaltılmıyor, kimi yerlerde dinlenmelerine, ihtiyaçları olduğunda tuvalete gitmelerine dahi izin verilmiyor. İşyerlerinde maruz kaldıkları mobbing ve stresten dolayı düşük yapan kadın işçiler var. 

Regl dönemi sorunları: Fabrikalarda çalışan kadın işçilerin regl dönemleri çok zorlu geçiyor. Ağır yük kaldırmak zorunda olan kadın işçilerin sancıları daha da artıyor, kimisinin regl dönemi uzuyor. Kimileri iş yoğunluğunda tuvalete dahi gidemiyor, kimileri işyerinde kadın usta olmadığı için zor bir durumda kaldığında regl olduğunu söyleyemiyor. Kadın işçiler birbirine bu konuda da destek olmaya, birbirlerinin yükünü hafifletmeye çalışıyor fakat kadın işçilerin çalışma hayatındaki yapısal bir sorun olarak duruyor, regl meselesi.

Meslek hastalıkları: Kadın işçiler çalışma koşullarından kaynaklı benzer hastalıklara sahip. Kadın işçilerin çok büyük bir bölümü boyun ve bel fıtığı, fibromiyalji, vertigo, varis gibi hastalıklardan muzdarip. Bunun yanında nörolojik ve psikolojik çeşitli hastalıklar doğrudan çalışma koşullarından kaynaklı olarak ortaya çıkıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşım olmadığından kadın işçi sağlığına ve kadın işçilerin meslek hastalıklarına dair özel bir çalışma yapılmamış durumda. 

Kreş: Kadın işçilerin en büyük sorunlarından biri işyerlerinde kreş imkanının bulunmaması. İş Sağlığı ve Güvenliği kanununda 150’den fazla kadın çalışanın olduğu işyerlerinde işverenlere kreş açma zorunluluğu getiriliyor. 150 kadın şartı hem daha küçük işletmelerdeki ya da erkek yoğunluklu fabrikalardaki kadın işçileri kapsam dışında bırakıyor, hem de kreş meselesini doğrudan kadın işçilerle ilişkilendirerek toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretiyor. Bunun ötesinde, Türkiye’de 150’den fazla kadının çalıştığı işyerlerinin çoğunda kreş olmadığı gerçeği sorunun çok daha ileri boyutlarda olduğunu gösteriyor. İşverenler kanunen sorumlu oldukları koşulda dahi bu “maliyeti” yüklenmekten kaçınıyor. Kadınlar çocuklarını ya işyerinden uzak, yüksek ücretli kreşlere ya da akrabalarına bırakmak zorunda kalıyorlar. 

Bunlar, kadın işçilerin çalışma koşullarından sadece bir kısmı. İşyerlerinde kadınlar pek çok başka sorun, ayrımcılık ve adaletsizliğe de maruz kalıyorlar. Kadınların çalışma koşulları, en başta, patriyarkal kapitalizmin nasıl işlediğine dair önemli ipuçları veriyor bize. Patriyarkal baskı mekanizmaları işyerindeki sömürü koşullarını katmerleştiriyor, kadınların üzerindeki denetim ve kontrolün artırılmasında rol oynuyor. 

Mitsuba Direnişi

Sendikalaşma

Peki kadın işçiler bu kötü koşulları olduğu gibi kabul edip yaşadıklarına boyun mu eğiyor? Kadın işçilerin kötü çalışma koşullarından sıklıkla bahsedildiği, bu koşulların teşhir edilmesi için birçok çalışma yapıldığı halde kadınların bu çalışma koşullarına karşı direnme biçimlerine yeterince odaklanılmıyor. Bu durum, kadınları işçi hareketinin aktif özneleri olarak görmeyen erkek-egemen anlayışın bir sonucu. Kadın işçilere dair işveren ve sendikalar tarafından en yaygın kullanılan söylemlerden biri, onların itaatkar işçiler olup her türlü koşulda çalışmaya rıza gösterebildiği ve sendikal örgütlenme eğilimlerinin düşük olduğu. Betül Urhan’ın 2014’teki kapsamlı çalışması bu yaygın kanının aksine kadınların sendikalara yönelmemesinin büyük oranda sendikalardan kaynaklandığını, çoğu sendikanın kadın işçilerin örgütlenmesini hedeflemediğini ve kadınların özgün koşul ve sorunlarına odaklanmadığını ortaya koyuyor.[4] Dolayısıyla kadın işçilerin büyük bir kısmı örgütsüzse, bu, kadınların çalışma ve yaşam şartlarını, ev içi emek yüklerini, özgün sorunlarını görmezden gelen sendikalardan dolayıdır.

Öte yandan, bahsi geçen çalışmanın üzerinden neredeyse on yıl geçmesine rağmen, sendikaların durumunda çok bir değişiklik olmadığını görüyoruz, ne yazık ki. Sendikalar hala yoğun olarak erkek işçileri esas alan cinsiyet körü bir örgütlenme anlayışına sahip. Kadın yoğunluklu sektörlerde dahi kadın işçilerin sorunları dikkate alınmıyor, ücret sendikacılığının ötesine geçilemiyor. Taciz, mobbing, regl dönemi sorunları, kreş meselesi hala çoğu sendika tarafından küçümsenerek gündem edilmeyen meseleler. Çoğu sendikanın hala yeteri kadar kadın örgütlenme uzmanı yok ve çok az sendikanın kadın bürosu var. Kadın bürosu ve kadın örgütlenme uzmanlarının olduğu sendikalarda ise sendikal bürokrasi ve erkek sendikacıların baskınlığı kadın çalışmalarına ket vuruyor.

Ana akım sendikaların kadın işçi örgütlenmesine yönelik bu tutumlarına rağmen, hala kadın işçiler işyerlerinde yaşadıkları sorunları çözmek, daha iyi çalışma koşullarında çalışmak ve insanca muamele görmek için sendikalarda örgütleniyor. Bir kadın işçinin sendikada örgütlenmesi için bir erkek işçiden daha çok sebebi ve aşması gereken daha çok engeli oluyor çoğu zaman. Ev içi emeğin, çocuk, yaşlı ve hasta bakımının neredeyse tüm yükünün kadınların omuzlarında olduğu koşullarda, uzun ve zorlu çalışma vardiyalarından sonra kadınlar evde ikinci mesailerine devam ediyorlar. Bu iki zorlu mesainin üstüne, sendikaya üye olmak bir üçüncü mesai anlamına geliyor kadın işçiler için. Sendika toplantısına katılmak ya da sendikal örgütlenme yapmak için başka işçilerle görüşmek, sendikanın düzenlediği bir eyleme gitmek… Kadın işçiler sendikalaştığında, zaman darlığına, ev içi emek yüküne, aile baskısına direnerek sendikalaşıyor aslında. Dinlenme vaktinden feda ederek, adeta yoktan zaman var ederek mücadele ediyorlar.

Sendikalaşmak aynı zamanda sendikalı olduğun öğrenildiğinde işyerinde artacak baskıları, işten atılma riskini ve belirsiz bir işsizlik dönemini de göze almak anlamına geliyor. Türkiye’de sendikalaşma anayasal bir hak olduğu halde, işyerinde sendikalaşma vakalarının büyük çoğunluğu işten atmayla sonuçlanıyor. Bu işten atmaların bir kısmında işçiler fabrika önünde kalıcı direniş başlatarak işe iade ve sendikalı çalışma hakkı için mücadele ediyor. Nitekim, Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2021 İşçi Eylemleri raporuna göre 2021’de 1736 işçi hak aradığı için işten çıkarılmış, bunun 1634’ü sendikalaşma nedeniyle işten atılmış.[5]

Tüm bu koşullarda, dün olduğu gibi bugün de söz konusu riskleri ve engelleri göze alarak sendikaların ataerkil ve bürokratik yapısına rağmen, bir diğer deyişle sendikalara rağmen sendikalaşan kadın işçiler var. Kadın işçilerin bu mücadelesi çok yönlü bir mücadeleye dönüşebiliyor. Birçok kadın işçi, işyerinde patriyarkayla iç içe geçen sömürü ve baskı koşullarına, evde aile baskısına ve ev içi emek yüküne, sendikada onların taleplerine kulak tıkayan, öne çıkmalarına ket vuran erkek sendikacılara karşı mücadele etmek zorunda kalıyor. Kadın işçilerin mücadelesi işte tam da bu sebeplerden daha önemli, daha kıymetli.

Bir kadın işçi tüm engelleri aşarak işyerinde sendikalaşma mücadelesine girdiğinde aslında bu mücadele, işyerinin sınırlarını aşarak o kadının hayatının birçok alanını etkileyebiliyor. Kadınlar işyerinde çalışma arkadaşları ile birlikte örgütlenip sendika üzerinden haklarını öğrendikçe kendi güçlerinin daha fazla farkına varıyorlar. En önemlisi, kendilerine psikolojik baskı uygulayan, hakaret eden, haksızca iş yükünü artıran ustalara, amirlere, müdürlere karşı özgüven kazanıyorlar. Özgüven ve güçlenme meselesinin kadınlar için çok kritik bir mesele olduğu çok açık. Çünkü; evde, işte, sokakta, sendikada, siyasi partide erkekler tarafından sürekli küçümsenen, hor görülen, değersiz hissettirilen, özgüveni kırılan kadınların kendi güçlerinin farkına varmaları, kendilerini özgüvenli hissetmeleri o kadınların hayatında başka bir dönemin başlaması anlamına gelebiliyor.

Kalıcı Direniş Süreçleri

İşyerinde sendikalaşma süreçlerinin genellikle patronların işten atma saldırısıyla karşılaştığına değinmiştim. Son yıllarda bu işten atma saldırılarının giderek arttığını gözlemliyoruz. Sendikalaşma oranlarının oldukça düşük olduğu Türkiye koşullarında, sendikalaşma süreçlerinin işyerinde çoğunluğu kazanarak sendikanın yetki almasıyla sonuçlandığı ve işyerinde toplu sözleşmenin yapıldığı işyerleri daha da az. Fakat bu zor ve örgütsüz koşullara rağmen, 2022 yılının ilk aylarında işçilerin kitlesel kalkışmalar örgütlediğini, direnişlerin halka halka tüm ülkeye yayıldığını unutmamak gerek.[6] Sendikaların krizi, örgütsüzlük ve işçi hareketinin seyri başka bir yazıya kalsın, ben direniş süreçlerinden devam edeyim.

Sendikalaşma sonucu işten atılan işçilerin bir kısmı sendika ile birlikte işyeri önünde kalıcı direniş süreci başlatıyor. Bu kalıcı direniş süreçleri, çoğu işçi için belirsiz süreli bir işsizlik dönemi ve artan borçlar anlamına geliyor. Sürecin başlarında umutlu ve motive olan işçiler, süreç uzadıkça umutsuzluğa kapılabiliyor, hatta kimi zaman süreçten tamamen kopabiliyor. Kadın işçiler için kalıcı direniş sürecinin başka zorlukları da oluyor. Bekar anneler veya yalnız yaşayan kadın işçiler için geçinmek en büyük sıkıntılardan biri oluyor. Bunun yanında evli ve çocuklu kadınlar için hem ev işleri ve çocuk bakımı hem de ailedeki kimi olumsuz tepkiler bu sürecin yükünü artırıyor. 

Bu zorlu koşullara rağmen, son yıllarda kadın işçilerin mobilizasyonu ve işçi direnişlerindeki görünürlüğü giderek artıyor. Bu artışın sebeplerinden biri pandemi dönemiyle birlikte kadın işçilere yönelik baskı ve işten atma tehditlerinin artması, kadın işçilerin koşullarının gittikçe daha da kötüleşmesi. 2020’den bu yana gerçekleşen işçi direnişi vakalarına baktığımızda birçoğunda kadın işçilerin ön planda olduğunu, kimilerinin kadın işçiler tarafından örgütlendiğini, kimilerinde de makine kapatma, fabrika işgali gibi militan eylemlerin kadın işçiler tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Farplas, Alba Plastik, Pas South, Smart Solar, Lezita, Amazon Depo, Migros Depo, Asen Metal, Xiaomi Salcomp, Mitsuba, Oppo, Alpin Çorap, Indomie Adkoturk, Corazon, SML Etiket, ETF Tekstil, Vip Giyim… Bunlar, son yıllardaki kadın işçi direnişlerinden bazıları. Bu direnişlere katılmış, öncü rol oynamış kadın işçilerin neler yaşadığını merak ederseniz Kadın İşçi sitesindeki direnişçi kadınlarla yapılmış röportajlara göz atabilirsiniz. 

Sonuç Yerine

Sonuç olarak, kadın işçiler tüm yapısal engel ve zorluklara karşın, işyerlerindeki kapitalist sömürü koşullarına, maruz kaldıkları ataerkil baskı ve şiddete karşı örgütleniyorlar, mücadele ediyorlar. Kadın işçiler, Türkiye işçi sınıfının yarısıdır ve tarihsel olarak işçi hareketinde her zaman aktif aktörler olarak yer almışlardır. Kadınların işçi mücadelesindeki rollerini göz ardı etmek, Türkiye işçi hareketinin önemli bir bölümünü göz ardı etmek anlamına gelir. Kadın işçileri yok sayan, kadın işçilerin patriarkadan kaynaklı özgün sorunlarını görmezden gelen bir işçi mücadelesi başarısız olmaya mahkumdur. 

Bize düşen ise, hem politik alanda işçi hareketini örgütleyen kurumlarda, hem de akademik alanda kadın işçilerin özneliklerini daha fazla görünür kılmak, kadın işçilerin mücadelesine daha fazla destek olmak ve sendikal yapıların kadın işçilere yönelik politika üretmesi için baskı yapmaktır. Emeğimizi, hayatımızı, bedenimizi sömüren patriyarkal kapitalizm, kadınların her alanda verdikleri mücadele ile yıkılacak, bu mücadeleyi büyütelim.


[1]  https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-2021-45645

[2]  https://www.csgb.gov.tr/media/89862/calisma_hayati_2021.pdf

[3] https://www.kadinisci.org/orgutlenme-sendika/emegimizin-farkina-varirsak-dunya-degisir/

[4] Urhan, B. (2014). Sendikasız Kadınlar, Kadınsız Sendikalar.  (https://www.petrol-is.org.tr/kadindergisi/pdf/SENDIKASIZ%20KADINLAR%20KADINSIZ%20SENDIKALAR.pdf)

[5] https://emekcalisma.files.wordpress.com/2022/08/ect-rapor-2021.pdf

[6] https://emekcalisma.files.wordpress.com/2022/03/eccca7t_2022-grev.pdf

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir