Bir Eylem Tipolojisine Doğru
Emek ve Adalet Platformu olarak geçtiğimiz yıl içinde bizzat düzenlediğimiz ve katkıda bulunduğumuz eylemler sırasında bazı dikkatler geliştirdik ve aşağıda liste halinde verdiğimiz kıstaslar ekseninde belli sonuçlara ulaştık.
Bütün politik eylemlerde olduğu gibi, sokakta yapılan miting ya da gösterilerde de, mevcut algılara göre hareket etmek-mevcut algıları dönüştürmeye çalışmak şeklinde ifade edilebilecek iki ucun arasında nerede durulacağı önemlidir. Mevcut algıları dönüştürmenin daha orta-uzun vadeli bir hedef olduğu kabul edilirse, kısa süreli bir miting ya da gösteride “mevcut algıları dönüştürmek” gibi büyük bir işe kalkışılamayacağı kolayca kabul edilebilir. Bu durumda söz konusu politik eylem, bir miting ya da gösteri ise, eylemin formatı, “mevcut algılara göre hareket etmek” yolunun seçilmesi daha anlamlı gözükmektedir. Burada söz konusu olan, mesaj değil mesajın verilme biçimidir. Bir gösterinin etkili olabilmesi için, marjinal algılanmaktan kaçınılması gerektiği fikri aşağıdaki metni güden temel varsayımdır. Buna göre, zaruret olmadıkça, eylemin marjinal algılanmasına yol açabilecek unsurlardan kaçınmak gerekir.
Bu noktada bir konuda eylem yapmak-yapmamak kararına ilişkin de bir parantez açmak gerekiyor. Dünyada pek çok adaletsizlik olduğu malumdur. Bunların en hafifi bile sonsuz berbat olabilmektedir. Bu da bir öncelik kıstası geliştirmeyi gerekli kılmaktadır.
Yine akılda tutulması gereken bir diğer nokta, bir adaletsizlik karşısında eylem yapmamanın o zulmü desteklemek anlamına gelmediğidir. Bir başbakan, muhalif parti lideri ya da gazetenin belli bir konuda açıklama/haber yapmasının gecikmesi şüphesiz çok politik ve anlamlıdır. Fakat bir siyasi parti bile olmayan, bir yıllık bir geçmişi olan, özgücü son derece mütevazı olan ve olgunlaşmış bir siyasi duruştan çok bir arayışı temsil eden bir siyasi grubun her konuda tarafgirlik beyan etmesi beklenemez. Bu yüzden, belli bir adaletsizlik karşısında eylem yapmamak, “eşittir o zulmü desteklemek” denklemi üzerinden değerlendirilmemelidir. “Şöyle şöyle oldu, hiç tepki vermediler, sitelerinde bile değinmediler” türünden eleştiriler karşısında platformun gücünün ve enerjisinin elvereceği ölçüde kendi önceliklerimize göre hareket etmek en doğrusu gibi gözükmektedir.
Eylemlerin algılanma biçimlerinin değişken ve heterojen olmasından ötürü, kesin ve tek bir reçeteye ulaşılamayacağı açıktır. Söz konusu algılanma biçimlerinin günden güne, zeminden zemine, gruptan gruba değişebileceği, aşağıdaki “reçete”nin belli bir dönem-ortam-bağlam gözetilerek yazıldığı unutulmamalıdır.
Bir eylemin algılanışı ve etkisi hangi kıstaslara bağlıdır? Her bir kıstas üzerinden geliştirdiğimiz tarafgirlikleri aşağıda sunuyoruz.
Amaç-Hedef-Motivasyon-Muhatap
Salt kendi tarafını belli etmek/göstermek, eylem yapmak için fazlasıyla yetersiz bir gerekçe.
O eylemi yapmakla ne amaçlanıyor, öncelikli ve ikincil muhatap kim, mümkün olduğunca kesin bir şekilde belirlenmeli. Örneğin sadece basını muhatap alan eylemlerden kaçınmalı. Basının teveccühüne alışılmamalı ve basın katılımının olmayışı ya da az oluşu moral bozukluğuna yol açmamalı. Çevrede o anda bulunan insanların muhataplığı es geçilmemeli.
Küresel eylem dalgaları karşısında, eğer ortada devam eden fiili bir mücadele ve eylemi görüp moral bulacak mücadeleciler ya da hak arayıcıları filan yoksa, “sadece selam göndermek” amacı, eylem yapmak için yeterli değildir. Enerjinin boşa harcanmasıdır.
Mekan
İstiklal Caddesi kadar “eylem yorgunu” bir mekan olamaz. Sıfır etkiye ulaşmanın en kestirme yolu. Tünel’de buluş, Galatasaray’ın önüne ya da Taksim Meydanı’na kadar yürü. En klişe, en yanlış mekan. Daha doğrusu “marjinal sol” algılanmanın en kısa yolu.
Örneğin 26 Kasım 2011 Kürt Meselesi eylemi, basına haber verilip Kürtlerin yoğun olarak yasadığı herhangi bir semtte yapılsa çok daha anlamlı olabilirdi.
“Yürümekle yollar aşınmaz. Beyoğlu’nda her gün dört beş yürüyüş oluyor. Adamlar bu işin çaresini buldular. Bırak yürüsün, potansiyelini boşaltsın. Bunların bıktırıcı ve heyecansız eylemler olduğunu, sonuçta sistemin buharı basıncını azaltma işlevine yaradığını düşünüyorum. Polisle illa çatışmak mı gerekir? Bunu da savunuyor değilim, gerekirse çatışma da olabilir ama… Esas devrimci faaliyetin halk kitlelerinin devrimci özörgütlenmesini becermek olduğu düşüncesindeyim. Bir yerde halk kendisi örgütlenip yerel olarak inisiyatifi ele alabiliyor mu? İşte bugünün devrimci faaliyeti budur. (…) Eylemcilikle devrimciliği birebir özdeşleştirmiyorum. Devrimci bir anarşist olduğumu söyleyebilirim ama eylemcilikte o kadar aktif değilim. Bunun yaşla alakası yok. Eylemcilikle pek fazla ilerleneceğini düşünmüyorum. Daha doğrusu artık eylemciliğin de sisteme içkin olduğunu düşünüyorum. Eylem tabii yeri geldiğinde gerekli ve güzel bir şeydir ama buna verilen eforun ezilenlerin özörgütlenmesine verilmesinin daha doğru olduğu kanısındayım. Kısaca belirtecek olursam, üç eylem örgütlemek yerine üç kişinin bir araya geldiği bir özörgütlenme deneyini daha değerli görüyorum artık. Yani egemenleri kendi alanlarında, silahlarıyla ve coplarıyla yalnız başlarına ve işsiz bırakmak, bunun yerine onların müdahale edemeyecekleri alanlara çekilip halkı aktif bir aktör haline getirmek için çaba göstermek. Bu, faaliyet alanlarının Beyoğlu’ndan daha uzak alanlara, varoşlara, köylere taşınması anlamına da gelebilir.” (Gün Zileli) (kaynak: “Gün Zileli ile Röportaj”, Sarphan Uzunoğlu, Jiyan, 21.07.11)
Format
Bir yerde buluş, biraz yürü, ama sessizce yürüme, bağırıp slogan atarak yürü, basın açıklaması yap, dağıl! İşte, alemin en yanlış eylem formatı. Bu bileşenlerden birini ortadan kaldırmak bile iyidir.
Mesela slogan atarak yürümek yerine sessizce yürümek bazı durumlarda iyi olabilir. Bu tür farklılıklar klasik eylem tarzlarına olan alışkınlığın dışına çıkma imkanı sağlar. Fakat bu, alışkanlıkları kırma açısından bazı olumsuzluklara da yol açabilmektedir. Örneğin Bankalar Caddesi’ndeki Sülüklü Eylem’de slogansız yürüyüşte karar kılınmasının, katılımcıların etkinlikle bağ kurmasını zorlaştırdığı gözlenmiştir. Eylem formatında klasik yaklaşımların dışına çıkarken bu tür yan etkiler oluşabileceğinin de farkında olmak, bunlara bir çözüm bulmak gerekmektedir.
Ya da örneğin bir eylem klasiği olan pankart taşımanın kimse tarafından kötü algılanması söz konusu değildir. Bilakis, etraftan bakanların eylem yapanların muradının ne olduğunu hızlıca anlayabilmesi açısından da olumlu bir şey.
Katılımcı Sayısı
Bazı durumlarda belli bir sayının altında kalınacağı kesin gibiyse, mesela eylem acilen tertip edilmiş ve duyuruya yeterince zaman ayrılamamışsa, gündeme alınan soruna zarar vermek bile mümkün. Çok kitlesel bir soruna ilişkin bir avuç kişiyle eylem yapıp konunun insanların gündemindeki ağırlığının, olduğundan az sanılmasına yol açılabilir. Çok merkezi bir sorun, birkaç kişinin derdiymiş gibi gösterilerek istenmeden marjinalize edilebilir. Bu da politik açıdan zararlı bir hareket, tabir caizse, haklıyken haksız duruma düşmek gibi bir şey olur. Eğer ortada kitlesel bir sorun varsa, eylemdeki katılımcıların da kalabalık olmasına çalışılmalıdır. Eylemin konusu olan zulme muhatap olanların aktif olarak katıldığı bir eylemde böyle bir sorun da olmayacaktır.
Katılımcı Profili
Eyleme katılanların verdiği fotoğraf, profil; katılımcıların tipleri, kıyafetleri, sakallı/başörtülü olup olmamaları, başörtülerini bağlama tarzları, kadın, yaşlı ve çocuk sayısı, ailecek gelenlerin olup olmadığı, zengin tiplerin, öğrencilerin oranı… Örneğin, üç yüz kişilik bir eylemci topluluğu içinde en az on tane çoluk çocuk yaşlı gelen aile yoksa o eylem yapılmasa daha iyi olabilir. Mesela Otel Önü İftarları’nda ailecek gelenlerin olmasını temine özellikle çalışmıştık.
Yine hangi konuda eylem yapılıyorsa o konunun öznelerine ulaşmak gerekir. Bu insanların eylemin hazırlık sürecine aktif olarak katılmasının ve eylem alanında olmasının teminine çalışılmalıdır. Bir başörtüsü eylemi düşünelim. Düzenleyici ve katılımcıların arasında tek bir başörtülü olmasın. Zararı faydasından çok bir eylem olur muhtemelen.
Tabii kimseye eyleme gelme denmez ama belli insanlara özellikle gel denebilir. Ayrıca birilerinin gelmemesi, eylemin içeriğindeki/duyurusundaki… birtakım düzenlemelerle temin edilebilir.
Eylemin Altında İmzası Olan Kurumlar
İmzacı kurumların çokluğu çoğu zaman hiçbir şey ifade etmiyor. Bu konuyu eylemin dışarıdan algılanışı üzerinden değil, eylemin içindeki tecrübe ekseninde düşünmek anlamlı olabilir.
Ortak eylem son anda imza vermek şeklinde olursa bunun hiçbir anlamı yok. Eylem için birlikte yapılan bir çalışma ve farklı politik grupların etkileşimi söz konusuysa o zaman anlamlı olabilir. Bunun dışında bir eyleme son anda imza vermek yarardan çok zarar getirir.
Pankart Rengi
Sarı, pembe, mor gibi renkler “sol ciddiyet”ten sıkılmış yeni toplumsal hareketleri çağrıştırıyor. Bunların daha sol, sol-liberal arası ve salt liberal olanları var. Kalıp olarak da mor kadın hareketi, kırmızı sosyalistler, gökkuşağı renkleri eşcinseller… Bu çağrışımlar fiili durumdan kaynaklanıyor. İnsanların sizi bu kalıplara sokuvermesini istemiyorsanız, siyah, gri, mavi, lacivert, yeşil gibi görece ciddi renkler kullanmanız gerekiyor.
Kullanılan Enstrümanlar
Düdük, mor-pembe pankartta olduğu gibi sol ciddiyetten sıkılmış yeni toplumsal hareketleri çağrıştırıyor. Neticede sol-liberal ve halktan uzak bir şey olarak algılanıyor. Sallanarak çıkı çıkı türü sesler çıkaran çalgılar da kötü bir üne sahip artık. Belki saz olabilir, ya da davul zurna kullanılabilir.
Sloganların Melodik Yapısı
Bulutsuzluk Özlemi, Moğollar tarzı, ya da genel olarak bu tarz kemalist-sol-CHP ile özdeşleştirilen Türkçe rock ve pop şarkılardan ya da bazı yabancı şarkılardan alınmış melodiler sorunlu. Bence en iyisi ya mesela Ahmet Kaya veya Grup Yorum’un türkü benzeri şarkılarından, ya direk türkülerden, ya da taraftar marş ve tezahüratlarından almak. Politik olmayan sıradan pop şarkılarından, kamuya mal olmuş şarkılardan da alınabilir.
Slogan İçeriği
Ayet hadis olsun diye ayet hadis olmamalı ama konuya denk düşen ve meali/bağlamı tartışmasız bir ayet varsa tercih edilmeli. Ayetlerin bağlamlarından koparılarak kullanılmasından ve farklı tercüme/yorum/tefsirleri olan ayetlerin kullanılmasından özellikle kaçınılmalıdır. Hadisler hakeza. Ayrıca ayet ya da hadisler Türkçe olmalı ve çeviri kokmamalı.
Ayet-hadis kullanımı ya da ayete-hadise referans konusunda ihtiyatlı olunmalı. Bir Müslümanın bir ayeti kabul etmeme lüksünün olmayışı, bir ayeti karşısına alamayacak oluşu suistimal edilmemeli.
Deyim atasözü ya da bilinen sevilen türkü vs.den küçük deformasyonlarla türetilmeli. Akılda kalıcı olmalı.
Pankart İçeriği
Slogan için söylenenler pankart için de söylenebilir.
Plan/Düzen
Eylemin başlangıç ve bitiş noktası, tercih edilen eylem formatı, eylem sırasında ne yapılıp yapılmayacağı gibi konularda bir karara varılmış veya yeterli sayıda kişinin bu konuda bilgilendirilmiş olması gereklidir. Bu konularda kimsenin aklında bir belirsizlik olmaması, sadece olası bir provokasyon çabasının önlenmesi açısından değil, katılımcıların eylemin içinde yer alma rahatlığına ulaşmaları, eyleme yabancılaşmamaları vs. açılardan da önemlidir.
Özellikle başka platform, dernek ve gruplardan yazıya yorum yapan olursa çok makbule geçer. Bireysel gözlemleriniz ve fikirleriniz de çok önemli bence.
Emek ve Adalet Platformu’nun ulaştığı kıstasların nasıl algılandığı da önemli.
Ne şiş yansın ne kebap diyosunuz yani öyle mi?
Biraz daha açar mısın sorunu?
bu topluluğun samimiyetine araştırdıkça daha az inanmaya başladım.
bu yazıyı baştan sona okudum. sonuç:
biraz komünistiz ama solcu gibi görünürsek halk bizi sevmez.
“biraz müslümanız” ! ama mücahit gibi görünürsek halk bizi sevmez.
biraz zenginiz ama kodaman gibi görünürsek halk bizi sevmez.
baya aleviyiz ama alevi gibi görünürsek halk bizi sevmez.
biraz modernistiz ama gelenekçi görünmezsek halk bizi sevmez.
biraz evrenseliz ama yerel görünmezsek halk bizi sevmez.
biraz “özgürlükçüyüz” yani meşrebimiz geniş, ahlakımız batılı ama öyle görünürsek halk bizi sevmez.
furkan kardeş sen de bizi sevmemişin işte. insanların çeşit çişit meşrebi olur. samimiyeti neye göre test edeceğiz? sen de gelmemişin, soframıza misafir olmamışın, ama maşallah pek bonkörsün. e hani izan, hani insaf?
bu yazı “halkçı eylem nasıl olur?” sorusuna cevap vermeye çalışmaktadır. mesele, halk yardakçılığı ya da halka yaranma çabasından ziyade şudur: halkın taleplerinin, bizzat halkın inançlarına, kelimelerine, diline, adabına, usûlüne, görgüsüne uygun, yadırgamayacağı, yabancılamayacağı bir biçimde, bizzat sorunun muhatapları tarafından veya en azından sorunun muhataplarının katılımıyla dile getirilmesi. “halkçı eylem”den bu anlaşılmalıdır. Halkçılık derdinizde samimi değilseniz, bu tür bir eylemi organize edemezsiniz. Sürecin başından sonuna kadar insanları kandırmanız gerekir. Yani halkçı eylem, samimiyet olmadan başarılabilecek bir şey değildir zaten. Ama plan program olmadan başarılabilecek bir şey de değildir.
geçen seneki “Otel Önü İftarları” ve bu seneki ilk iftar değil belki ama 28 temmuz 2012 cumartesi akşamı fatih’te saraçhane parkı’nda yapılan “işçi buluşması iftarı”nın “halkçı eylem tipi”nin şimdiye kadarki en iyi örneklerinden biri olduğu kanaatindeyim.
orada “aşırı politik” ya da “angaje” olmayan sıradan insanlar, kendi dertlerini, tecrübelerini, yaşadıklarını soyut kavramlarla değil günlük dilimiz, kendi kelimelerimizle, tanıdık bir atmosfer (park, piknik, yer sofrası, özellikle de iftar) içinde dile getirdiler. Konuşmaları dinleyen insanlar da duyduklarına bir anlam verebildiler. Konuşanların sadece kelimelerini değil, duygularını da tanıdılar.
kamuya açık bir davet düzenleyenler kimseye gelme diyemez. ama belli kişilere gel diyebilir. davet söyleminin içeriği, ortamın şekli şemaili de zaten kimin geleceğini büyük ölçüde etkiler, belirler. ailesiyle gelenlerin oranına bir bakın lütfen. bu önemli bir ölçüdür. gayet de “samimi” orada herkes. samimiyetsizlik arayan sizsiniz. arayan bulur, ne diyelim. eğer oraya halk gelmiş ve derdini anlatmışsa, kim daha neyin derdinde allah aşkına?