Ekonomik Kriz Var, Adalet Yok! #Geçinemiyoruz!

Bugün memlekette, yönetenler ve korudukları bir avuç patron hariç kimse kolay kolay geçinemiyor. Krizin faturası işçilere, esnafa, gençlere, kısacası tüm halka kesiliyor; hakkını arayanlar adalet bulamıyor. 22 Kasım’da bu düzene itirazımızı dillendirdiğimiz eylemde İşçinin Kendi Partisi’nin yayınlamış olduğu basın açıklamasını iktibas ediyoruz.

Ekonomik Kriz Var, Adalet Yok! #Geçinemiyoruz!

Bugün Eminönü Meydanında yaptığımız basın açıklamasının tam metnini ilginize sunuyoruz.

Merhaba dostlar!

Artık herkes kabul ediyor. Ekonomide kriz var. Evlerde işsizlik, yoksulluk var. Ülkede adalet yok, özgürlük yok! İş yok, aş yok!

Şimdi bir de bunların üstüne kovit salgını var. Tümüyle kontrolden çıktı, her mahallemize, her işyerimize yayıldı. Tüm bilim insanlarının kabul ettiği gibi özellikle İstanbul’da tam bir felakete dönüştü.

Kaderimize terk edilmiş bir şekilde bu hastalığa yakalanıyoruz, hayatlarımızı kaybediyoruz!

İşsizlik açlık ile hastalık tehdidi arasında sıkışıyoruz.

Bu konuda halktan gerçekleri saklamaktan hemen vazgeçilmeli. Başta İstanbul’da olmak üzere acilen en az iki haftalık tam kapanma sağlanmalı. Gerekli tüm önlemler gecikmeksizin tüm ilgili meslek örgütlerinin, sendikaların, belediyelerin işbirliği ile alınmalı.

Sağlık çalışanlarının emeklerinin karşılığı tam olarak ödenmeli.

Peki ekonomiye bakacak olursak; damat bakan gitti, ekonomide yine reform demeye başladılar; bunlar sayesinde bizim durumumuz düzelir diyebilir miyiz?

Hükümet adalette de reform diyor, bundan bizim payımıza da adalet çıkar mı?

Silah sanayinin büyümesiyle övünüyorlar. Buradan veya dört bir yanımızda müdahaleci, maceracı dış politikadan bizlere bir umut doğar mı?

Elbette doğmaz! Boş umutlara kapılmayalım.

Dostlar;

Bütün bu önemli konularda kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız.

Bakıyoruz, izliyoruz, bir faiz tartışmasıdır, almış başını gidiyor! Bizim zaten faiz gelirimiz yok!

Kamu bankalarına düşük faizle kredi verdirip beton yığınlarınızın satılmasını sağladınız. Bunu yaparken büyük patronlara, müteahhitlere hizmet ettiniz.

Yıllardır yaptığınız yüksek faiz ödemeleri ile de hep yerli yabancı büyük patronları beslediniz.

Recep Tayyip Erdoğan zaten son olarak bu faiz bahsinde kimi kolladığını çok çok açık ifade etti: “Yatırımcımızı” dedi “yüksek faize ezdirmeyiz”.

Ezdirdiğiniz, gözetmediğiniz, kollamadığınız, her gün daha beter sırtına bindiğiniz kesim ise biziz, işçi sınıfı!

Köprüye, otoyola, havaalanına, hastaneye dövizle gelir güvencesi verirken işçiye, işsize, çiftçiye, esnafa hiçbir şeyin güvencesini vermeyenler sonunda sebep oldukları felakete sırtlarını dönüp “Allah sonumuzu hayreylesin” diyip çekip gidebiliyorlar.

Peki ama biz ne yapmalıyız?

Bizler diyoruz ki:

İşçi sınıfı, yani ücretli çalışanlar, işsizler ve emekliler kendi siyasal tarafını örgütlemelidir. Kendi ekonomi programını ortaya koymalıdır.

Acilen demokratik ve merkezi bir planlamayla çok geniş bir kamu yatırımları programına gidilmelidir.

Böylelikle özellikle konut, sağlık, eğitim, sosyal destek gibi alanlarda açılacak yeni iş sahaları ile tam istihdam hedeflenmelidir. Tam istihdam; herkesin ürettiği ve hakça bölüştüğü bir ülke, neden olmasın diyoruz?

Çünkü, giden damat bakanımız gibi söyleyelim, burası çok önemli, işsizlik belalarımızın başı haline gelmiştir.

Bunun için fazla mesai yasaklanmalı, işgünü kısaltılmalı, hafta sonu tatili iki güne çıkartılmalı, mevcut işler ücretler korunarak paylaştırılmalıdır. İşçiler birleşirse, bir siyasal güç haline gelirse, sendikalarını mücadeleci bir çizgide harekete geçirirlerse neden olmasın?

Gelelim sürekli artan dış borçlara…

Türkiye’de ithalata bağımlı, sürekli açık veren bir ekonomi oluşturuldu. Gümrük Birliği kapsamında Türkiye üçüncü ülkelerle bile gümrük rejimini kendisi belirleyemeyen bir ülke konumunda. Bu durumdan kurtulunmalı.  Kontrolsüz ithalata, ithalata bağımlı ekonomiye bir an önce son vermeli.

Tarım ve gıda sektörü başta, stratejik sektörlerde kendine yeterlik sağlanmalı.

Hemen kısa vadede, salgın döneminde mutlaka herkese gelir güvencesi sağlanmalı.

Bunun için mevcut kamu kaynakları yeterli değilse, bir defaya mahsus toplumun en zengin kesimlerinden gerçek bir servet vergisi toplanmalı. Spekülatif işlemlerden, çevreye zarar veren faaliyetlerden başlayarak sermaye kesimine yeni vergiler uygulanmalı.

Devlet katındaki her türlü israf ve gereksiz harcamaya acilen son verilmeli.

Neredeyse her saat iman tazeler gibi, her derde deva gibi, sermaye için tam serbestlik savunuluyor. Oysa tam aksine, biz ve bizim gibi ülkelerde sermaye hareketleri üzerinde kontrol uygulanmalı.

Köprü, otoyol gibi Kamu Özel Ortaklığı projelerinin kamulaştırılması hedeflenmeli, bunlar için yapılan garanti ödemeleri durdurulmalı.

Tüm özelleştirme bir soygundu. Özelleştirilmiş KİT’ler, Telekom, Tüpraş ve diğerleri, tazminatsız yeniden kamulaştırılmalı.  Kamu işletmelerinde işçi denetimi uygulanmalı.

Asgari ücret seviyesinde ücretlerden vergi alınmamalı. Asgari ücret yoksulluk sınırının üzerine çıkartılmalı. Vergi gelirlerinin çoğunluğu dolaylı vergilerden değil, doğrudan vergilerden sağlanmalı. Vergi dilimleri yükseltilmeli.

Salgın döneminde çıkartılan yasak sonrasında işçiler haksız şekilde 25/II. Maddeden işten çıkartılır oldu. Bu dönemdeki bu işten çıkarmalar iptal edilmelidir.

Yine bu dönemde ücretsiz izin uygulaması ile işçileri günde 39 TL ile sefalete mahkûm ettiniz. Bu, sendikal örgütlenme kavgası veren işçilere karşı da bir silah olarak kullanılır hale geldi.

Bugün de yargı reformu olarak bahsedilen maddeler ile haksız yere işten çıkartılan işçiye, dava açmak yerine, patronla uzlaşma dayatılmak isteniyor. Patrona mahkeme ile uğraşmadan sendikal mücadeleyi ezme olanağı sağlanıyor.

Oysa tersi olmalı! Sendikal örgütlenmeye yönelik tüm haksız müdahaleler karşısında adalet sistemini bulmalı. Hükümet aradan çıksın, patronların yanında yer almasın, işçiler sendikalaşarak patronlardan hakkını almasını, yoksulluktan, sefaletten kurtulmasını bilirler!

Dolayısıyla işçiler için tam örgütlenme, sendikalaşma özgürlüğü; hakkın ve doğrunun anlaşılabilmesi için basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü… Bunların her biri de bizim için ekmek su kadar ihtiyaçtır.

İşte işsizin, işçinin, çiftçinin, küçük esnafın yüzünü güldürecek, ekonomiyi düze çıkaracak bir programda olması gereken önlemler bunlar ve benzerleridir.

Ama bunları hayata geçirmek için işçiler kendi siyasal taraflarını oluşturmalılar. Kapitalizmin getirdiği tufana karşı durmak için birliklerini sağlamalılar. Patronlarla ne aynı gemide ne aynı sofrada olduklarının bilinci ile kendi gemilerini inşa etmek, kendi sofralarını kurmak üzere yola çıkmalılar. İşçi sendikalarını da mücadeleci bir çizgide harekete geçirmeliler.

Ancak birleşirsek felaketi önleyebilir ve bu ülkeyi yeniden kurabiliriz. Bizim için, kendimizden başkasından gelecek bir kurtuluş yoktur.

İşte bu yüzden diyoruz ki:

Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz!

Yine diyoruz ki: İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

Ve yine diyoruz ki: Yaşasın sınıf dayanışması!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir