Sermayenin İfsadına Karşı Örgütlü Mücadele
“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde [Allah], belki [doğru yola] geri dönerler diye yaptıklarının bazı sonuçlarını onlara tattıracaktır.” (Rum suresi, 41. ayet)
Bir süredir tüm dünya halkları olarak COVID-19 salgınıyla başa çıkmaya çalışıyoruz. Virüs haberlerinin gündemimize girdiği günden bugüne çok zaman geçmemiş olmasına karşın şimdiden hayatlarımızda bıraktığı etki oldukça yüksek. İçinde bulunduğumuz durum ne kadar rastlantısal gözükse de insanın tabiata verdiği zararın artık onulmaz boyutlara geldiği yadsınamayacak bir gerçektir. Bu, şüphesiz sömürü ilişkileriyle kendine pay çıkaran hâkim sınıfların hırsının bir ürünüdür.
Günlük yaşamlarımızın dönüşümünden daha keskin olan hiç şüphesiz devletlerin ve sermayedarların şu kısacık süre içerisinde hızla kuşandıkları stratejik yaklaşımlardır. Birçok ülkede yetkililerin ilk tavırları sermaye çıkarlarını korumak yönünde tedbirler alıp emekçi sınıfların sağlığını hiçe saymak oldu. Ancak görüyoruz ki zaman içerisinde salgın kendisini kolektif bir sorun olarak dayattı, dayatmaya devam ediyor.
Bir yandan gözlerini kâr hırsı bürüyen sermayedarların, işçilerin ve dolayısıyla tüm toplumun sağlığını yok sayan uygulamalarına tanık oluyoruz. Emekçi sınıfların sağlıklarının sistematik bir biçimde göz ardı edildiğini görüyoruz. Kimileri sınıfsal ayrıcalıklarından ötürü kendini karantinada korumaya alırken emekçiler sağlıksız koşullarda üretime devam etmeye zorlanıyorlar. İçinde bulunduğumuz koşullara rağmen dünyanın dört bir yanında yeterli önlem alınmadan sürekli daha fazla çalıştırılan kargo emekçileri, gıda ve tekstil sanayi işçileri bunun en iyi örneği. Bununla beraber hala yetkililer, önceliğin ekonomiyi korumak olduğunu söylüyorlar.
Öte yandan devletlerin piyasaya müdahalesinin görece arttığına tanık oluyoruz. Geçtiğimiz ay içerisinde İspanya’da hastaneler, İngiltere’de ise demiryolu işletmeleri kamulaştırıldı. Bu, aslında kamu tekelinde olması gereken araçların anlamsız bir şekilde sermaye sahiplerine tahsis edilmiş olduğunun, bu gibi hizmet araçlarının kâr amacı olmaksızın kamulaştırılması gerektiğinin açık bir göstergesidir. Henüz elimizde sayıca oldukça az örnek olmasına rağmen, önümüzdeki süreçte devletlerin bu gibi müdahaleci tutumlara daha çok ihtiyaç duyacağı görülüyor. Fakat, tüm üretim araçları toplumsallaştırılmadığı müddetçe burjuva kadrolardan oluşan hükümetin hizmet araçlarını kamulaştırması elbette gerçek bir karşılık bulmayacaktır.
Ancak! Bu durum kapitalizmin krizlerle dolu tarihi için yeni değildir. Her ne kadar sermaye çıkarlarına ters gibi görünse de devlet erki ihtiyaç görürse sermayedarların bekası için bazı kamucu uygulamaları hayata geçirebilir. Halk sağlığı için gerekli ama sermayeyi tehdit eden önlemlerin alınmaması iktidarın kimi gözettiğinin işaretidir. Öte taraftan devletler, halkların örgütlü talepleriyle söke söke kopardıkları haklara kendi verdikleri tavizlerden daha çok bağımlıdırlar.
Bugün, dünyanın her yerinde egemenler yalnızca şunu söylemekte: Evde kal; eğer güvenceye alabileceğin bir hayatın, işin, sağlığın varsa! Eğer öyleyse, bu krizlerin karşısında çözüm sunabilecek yegâne şey sınıfsız bir toplumu örgütlemektir.
Hükümetin politikaları karşısında emekçileri ve tüm halkları, taleplerini ve öfkelerini birlikte dile getirmeye çağırıyoruz. Krizin faturasını biz ödemeyeceğiz!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Bunun için diyoruz ki:
- Evden çalışması teknik olarak mümkün olmayan ve temel hizmet ve ihtiyaçların üretiminde çalışmayan tüm işçiler derhal ücretli izne çıkarılsın.
- İşten çıkarma yasaklansın. İşsizlik maaşına erişim koşulları ciddi şekilde kolaylaştırılsın. İşsizlik fonu sendika ve meslek örgütlerinin gözetiminde ücretli izin ve kısa çalıştırma ödeneği için değerlendirilsin.
- Temel ihtiyaçların üretiminde çalışan işçiler için sağlıklı iş koşulları ve ulaşım imkanları sağlansın. Kamu, sendikalar ve meslek odaları ile birlikte bu koşulları sıkı bir şekilde denetlesin, aksi yönde davranan sermaye sahiplerine sert yaptırımlar uygulasın.
- Evden çalışabilen görece nitelikli iş gücünün üzerindeki verimlilik baskısı acilen azaltılsın, evden çalışma bir çeşit performans dayatmasına dönüştürülmesin.
- Salgın süresince su, elektrik ve doğal gaz faturaları ücretsiz hale getirilsin, temel gıda maddelerinden alınan KDV kaldırılsın.
- İşsiz kalan ve işsizlik maaşından faydalanamayan hanelere devlet salgın süresince asgari geçim desteği versin.
- Cinsel saldırı ve insanlığa karşı işlenen suçlar dışında tüm tutuklu ve hükümlüler salgın riski ortadan kalkıncaya kadar tahliye edilsin, hapishanelerdeki sağlıksız koşullar derhal giderilsin.
- Barınacak bir evi olmayan göçmenler ve evsizler derhal hijyen koşulları sağlanmış misafirhanelere yönlendirilsin, gereken gıda ve giyinme ihtiyaçları karşılansın.
- Salgın süresince gerekli olan tüm yeni kamu harcamalarının karşılanması için büyük sermayeye ve %1’lik en yüksek gelir grubuna yeni vergiler konsun.
- Kapitalizmin işçi üzerindeki baskısı kadar patriarkanın kadınlar üzerindeki baskısı da bu süreçte artmaya devam ediyor. Pek çok erkeğin evde daha fazla yaşamaya başladığı bu süreçte ev içi emek paylaşımı artması gerekirken kadının görünmez ev içi emeği orantısız bir şekilde artmakta. Bununla birlikte ev içi şiddet olayları, kadın cinayetleri korona kadar öldürücü olmaya devam etmektedir. Derhal İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülükleri yerine getirilsin, kadınları salgınla birlikte erkek şiddetinden korumak için önlemler alınsın. Sığınma evlerinde kalan kadınların sağlık önlemleri titizlikle uygulansın.
Aksi takdirde öngörülebilir tüm olumsuz sonuçlara bizi yine muktedirler sürüklemiş olacaktır.