Şehir Üniversitesi Öğrencileri Kayyımı Protesto Etti
İki ay önce Halkbank’ın gelirlerine tedbir koyduğu ve son günlerde “kayyım” tartışmalarıyla gündeme gelen İstanbul Şehir Üniversitesi öğrencileri yaşanan duruma tepki göstermek için kampüs alanından Bölge Adliyesine yürüdü. “Kayyum ihya değil, yavaşça öldürmektir” pankartı altında bir araya gelen öğrencilere, akademisyenler ve üniversite çalışanları da destek verdi. Yürüyüş boyunca öğrenciler tarafından sık sık “Fikirlere kayyım işlemez”, “Şehir bizim, hepimizin”, “Bağımsız yargı, özgür öğrenci”, “direne direne kazanacağız” sloganları atıldı. Kartal Bölge Adliyesi’nin önünde Şehir Hepimizin İnsiyatifi basın açıklaması yaptı. Yapılan açıklamada yaşanan hukuksuzluğa, medyanın suskunluğuna ve Yüksek Öğretim Kurumu’nun tavrına dikkat çekildi. Öğrenciler yaşanan mağduriyete ve sürece dair açıklama yapması gereken kurumun YÖK olmasına rağmen, bir parti sözcüsünün üniversitenin “hami üniversiteye” devredileceğini açıklamasına tepki gösterdiler. Eylemin sonunda öğrencilerin okuduğu bildiri şöyle:
Kartal Bölge Adliye Mahkemesi Önündeki Basın Açıklaması:
Değerli öğrenci arkadaşlarım, hocalarım, çalışanlarımız ve velilerimiz; ve bunun bir tek üniversiteden çok daha fazlasını ilgilendirdiğinin farkındalığıyla çağrımıza ses veren destekçilerimiz…
“Her – şey – yolunda.” Yolunda olduğu için dört duvar arasında rahatça ders çalışmak yerine soğukta, bugün burada sesinizi duyurmaya geldiniz. Her şey yolunda, o yüzden başka işiniz yokmuş gibi mesainizi bırakıp burada adalet savaşçılığına soyundunuz. Ülkemizin yükseköğretimi fevkalade durumda; o yüzden başarısı belgelenmiş bir kurumun kayyum ile karşı karşıya bırakılması ancak sevinilecek bir olay. İlgili makamlar, demokratik temsilcileriniz ve demokrasinin dördüncü ayağı medya, size sırtlarını dönmediler; bu yüzden 1800 km yol kat edip ilgili mercilerin ayağına birden fazla defa giden de siz değildiniz – cevabını hâlâ beklediğiniz görüşme taleplerinde bulunanlar da… Çünkü “her şey yolunda.” O kadar yolunda ki, bu kadar rahatlıktan siz rahatsız oldunuz ve bir bardak suda fırtınayı koparan da sizsiniz.
Bu süreçte sadece başkalarını değil, kendinizi de daha iyi tanıma fırsatı buldunuz. Seçili medya organlarında uzun süre hiçbir ses çıkarılmadıktan sonra, benzer içeriklerle peş peşe yayımlandığından koordineli olduğu anlaşılan köşe yazılarında; sizin “diplomalı taraftar”lar, üniversitenizin de mürit yetiştiren bir tekke olduğunu öğrendiniz. Çünkü bu insanlar –önce üç maymunu oynayıp, sonra üniversitenin ne öğrencileri ne akademisyenleri ne de yetkilileri ile görüşmeden bilgiçlik taslayan bu insanlar– farklı dünya görüşlerinden akademisyenler altında yıllarca ders gören sizden daha iyi bilyorlar. Üniversite idaresine “Öğrencileri çıkarınıza alet etmeyin” diyorlar çünkü sizin muhakeme kabiliyetinden yoksun olduğunuzu düşünüyorlar. Çünkü siz en iyi ihtimalle iradesi eksik, kandırılmış öğrencilersiniz ya da en kötü ihtimalle başkalarının talimatını yerine getiren maşalarsınız. Ama neyse ki “her şey yolunda.”
Bu süreçte, İstanbul Şehir Üniversitesi, %94 doluluk oranına ulaşmış ve gelirlerini giderlerinin %18 üzerine çıkararak mali disiplin sergilemiştir. Böyle bir bağlamda, üniversitenin öğrenci sayısını artıramadığı ve ek gelir kaynağı oluşturamadığı iddiasıyla YÖK’e müracaat etmek Halkbank’ın hangi niyetini gösterir? Halihazırda üniversitenin hami üniversiteye devredilmesiyle ilgili YÖK’ten hiçbir açıklama gelmemişken bunun bir siyasi parti sözcüsüyle duyurulması, meselenin siyasi olmadığı söylemiyle nasıl bağdaştırılmalıdır? İlgili arazi devrinin hukuksuz olduğu iddiasını milyon kere tekrar etmek yerine buradaki eğitim-öğretimi kurtarmaya yönelik ne gibi hukuki alternatiflerin mümkün olduğunu konuşmak varken; terk edilmiş ve güvenlik noktasında çevresine endişe veren bir arazinin endüstriyel mirası ile doğal dokusunun korunduğu nitelikli bir eğitim kurumuna dönüştürülmesini “kamu yararı” olarak gözetmek varken neden ısrarla kayyum üzerinde durulmaktadır? Bu arazi devrinin usulsüz olduğunu ısrar edenler, usule uygunluğun nasıl olduğunu görebilmemiz için 2009’dan beri başka vakıf üniversitelerine yapılan şeffaflıktan uzak tahsis ve devirleri neden açıklamıyorlar? Öğrencilerin mağdur edilmemesinin önceliği olduğunu söyleyen YÖK, bu açıklamanın bir siyasetçiden gelmesiyle ilgili kamuoyunu aydınlatmamışken öğrencilerin eğitimlerine huzur içinde devam etmelerini nasıl bekleyebilir?
Burada üzerinde ciddiyetle durulması gereken iki nokta bulunmaktadır. Birincisi, bu mağduriyetlere karşı durulmuş gibi yaparken öğrencileri izole edip üniversiteyi bir bütün olarak göz ardı eden sözde destek açıklamaları… En masumu, üniversitedeki akademisyen ve çalışanları göz ardı etmekte olan bu açıklamaların en art niyetlisi de, düşünce özgürlüğünün bir ocağı olması gereken üniversitenin, bazı akademisyenlerin sosyal medya paylaşımları sebebiyle, ıslah edilmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitmektedir. Bu kişiler, Türkiye gibi bir ülkenin nitelikli kurumlarından taviz verme lüksünün olmadığını bilmiyorlar mı? Tersine beyin göçünün gerçekleşmesi için çalışılan bir ülkede TÜBİTAK, Erasmus ve başka AB araştırma fon ve burslarının dondurulmuş olması; üniversiteye değil, şahsa ait olan bu paraların dağıtımının engellenmesi, ülkenize geri dönün, dediklerimize nasıl bir mesaj vermektedir? Başka ülkelerdeki büyük imkanlar yerine ülkesinde görev yapmayı tercih edenler başta olmak üzere, akademisyenler hiç mi birinizin umurunda değil? Evine ekmek götüremediği için eşe dosta muhtaç kalan bir eğitim kurumunun personellerini hiç mi düşünmüyorsunuz? Eğitimin söylemlerin en büyük mezesi olduğu ülkemizde, öğrencilerin mağduriyetiyle hemhal oluyorlarmış gibi konuşanlara değil, ciddi ve yapıcı çözümlere destek olanlara ihtiyacımız vardır. Çünkü siz konuşmaya devam ederken akademik imkanları askıya alınan, diplomasını alacağı kurumun medyatik saldırılara maruz kaldığını gören ve hatta bursu kesildiği için dönem ortasında memleketine dönmek zorunda kalan öğrenciler zaten mağdur durumdadır.
İkinci noktaysa bir yandan Şehir Üniversitesi’ne övgüler düzerken diğer yandan üniversite yönetimini izole ederek bu sürecin bütün sorumluluğunu yönetim üzerine yıkan açıklamalardır. Bunlar, üniversitenin birikimine ve hocalarına saygı duyulduğunu, bugün gelinen noktanın muhafaza edilmesi gerektiğini söylerken bu kadar zaman bunların başında bir başkasının mı olduğunu zannediyorlar? Sahalarında uluslararası olarak takdir edilmiş, devletin en yüksek makamlarına kadar ülkemizde de taltif edilmiş, kendilerinin ısrarla saygı duyduğunu söyledikleri ilim insanları, burada ters giden bir şeylerin olduğunu dile getirirken bunun sadece bir yönetim hatası olduğunu söyleyenlerin ciddiye alınması nasıl beklenebilir? Akademisyen ve öğrencileriyle birlikte üniversiteyi bu noktaya taşımış olan yönetimin tasfiye edilip bir kayyumun getirilmesiyle problemlerin çözüleceğine inananlar gülünç davranmakta, gerçekçi çözüm arayışlarına bir engel teşkil etmektedirler.
ŞEHİR ailesinin değerli fertleri, vicdanının sesine kulaklarını tıkamamış kıymetli destekçilerimiz ve saygıdeğer kamuoyu… Biz bu sürecin tarafların yapıcı yaklaşımıyla iyi bir sonuca bağlanabileceğine ve hâlâ da çok geç olmadığına inanıyoruz. Ne var ki, iyi niyete aykırı adımların atıldığı bir bağlamda, medyada çirkin ithamların konusu haline gelen bir tartışmada, ilgili birçok makamın sessiz kaldığı ya da eksik açıklama yaptığı bu konuda üniversitenin devredileceği haberinin yetkili kurum olan YÖK yerine bir siyasi parti sözcüsü tarafından dile getirilmesi, olası çözüm ümitlerinin üzerine gölge düşürmektedir. İlgili tarafları bu sürece dair şüpheleri artıracak adımlardan kaçınmaya ve artık alternatif çıkış yolları üzerine konuşmaya; kamuoyunu ise bir kamu tüzel kişiliği olan ve kamu yararına hizmet eden İstanbul Şehir Üniversitesi’ne destek olmaya, en yükseğine kadar ilgili bütün makamlara da hukuki olmadığına inandığımız bu sürecin iyileştirilmesine yardımcı olmaya davet ediyoruz.
İşini düzgün yapan insanların hayatının zorlaştırılmadığı, vazifesini yapan insanların anlamsız zorluklarla uğraşmak zorunda kalmadığı bir gelecek temennisiyle…