Alp Altınörs – İmkansız Sermaye: 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum
Emek ve Adalet Platformu olarak 28 Eylül 2019’da Alp Altınörs’le son çıkan kitabı üzerine, İmkansız Sermaye: 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdik. Altınörs’ün kitabı oldukça geniş bir literatürü açık bir dille ele alma özelliğine sahip ve kanaatimizce oldukça önemli konuları tartışıyor. Söyleşinin sunum kısmının tekrar düzenlenmiş halini ilginize sunuyoruz.
ALP ALTINÖRS
Merkez kapitalist ülkelerde karlılık oranları yıllar içinde sürekli olarak düşüyor. Sermaye sahipleri ise buna üretimi, üretim maliyetleri daha düşük olan ülkelere kaydırarak bir çözüm üretmeye çalıştı. Fakat bu yönelim de çare olmadı. Diğer ülkelere taşınan üretimin karlılığı da zamanla azalma eğilimine girdi. Yine de bugün üretim maliyetleri düşük olan ülkelerde yapılan üretin “merkez” ülkelerde yapılan üretimden neredeyse iki kat daha karlı. Ancak aradaki fark 1959’da 22 puan iken bugün 11 puan. Karlılıklar azaldıkça sermaye üretimden mali spekülasyon alanına çekiliyor.
Bu dönemde dünya ülkelerini mali sermaye ve sanayi ülkeleri olarak ikiye ayırabiliriz. Eskiden sanayi ve tarım ülkeleri şeklinde bir ayrım vardı. Artık bir sanayi ülkesi olmanın ayırıcı bir özelliği yok. 2008’de başlayan krizde en büyük darbeyi kapitalizmin derinleştiği ve büyük ekonomilere sahip ülkeler aldı. Bu duruma karşı sanayi üretimi yapanlar bir süre dolar gibi para birimlerinin değerinin düşmesinden faydalandılar. Bu kırılganlıklarına rağmen kriz başladıktan sonra 10 yıl boyunca, dünya ekonomisini Çin, Hindistan gibi sanayi ülkeleri taşıdı. Bu katkılarından dolayı siyasette de daha fazlasına talipler ve bu durum Amerika’nın küresel hegemonyasını tehdit ediyor.
Bununla birlikte bugün yaşanan hegemonya mücadelesi, Soğuk Savaştaki gibi iki farklı sistemin değil iki farklı devletler blokunun maddi çıkarlar temelinde çatışmasından kaynaklanıyor. Mevcut nükleer dengeden dolayı iki devletler bloğunun doğrudan savaşması pek muhtemel görünmese de bölgesel çatışmalar artma eğiliminde duruyor. Devletler uluslararası hukuku hiçe sayarak korsanca davranıyor. ABD kendi hegemonyasının tehdit edilmesine razı olmadığı için kendince tehditlere karşı savaşıyor. Çin, bilim ve teknoloji alanında da üretime başladığı için ABD hegemonyasına rakip oluyor. Rusya ise askeri/politik etkinliklerde bulunsa da ekonomik gücü yüksek olmadığından ABD için Çin kadar tehdit oluşturmuyor. Bu sebeple Trump yönetimi Rusya’yla ilişkileri iyi tutarak ekonomik açıdan rakibi gördüğü Çin’le ticaret savaşlarına giriyor.
Bir tarafta ticaret savaşları yaşanırken, diğer tarafta küresel iklim krizi ile karşı karşıyayız. Kapitalizm doğayı dolaylı-doğrudan yollarla yok ediyor. Bolsonaro, Amazon ormanlarını yakarken Sibirya’da, Grönland’da küresel ısınmaya bağlı, durdurulamayan orman yangınları yaşıyoruz. ABD önerilen iklim anlaşmalarına yanaşmıyor. Görünen o ki bir planlı ekonomiye geçilmediği müddetçe küresel iklim krizini ortadan kaldırmanın bir yolu bulunmuyor. Ayrıca nükleer silahlanmaya giden yolu açtığından dolayı nükleer santraller dünya genelinde artma eğiliminde olacak gibi duruyor.
Peki bize bunca şeyi yaşatan kapitalizme insanlık mecbur mu? Burada ister istemez karşımıza Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği gibi örneklerin başarısızlıkları hemen çıkıyor/çıkarılıyor. Kitaba “İmkansız Sermaye” ismi koyarken önümüze servis edilen bu “alternatifsizlik” savına itiraz eden bir karşıt tezi savunmak düşüncesindeydim. Şunu biliyoruz, kapitalizm bu şekilde bir 30 yıl daha giderse geri döndürülmesi mümkün olmayan felaketlerle karşılaşacağız ve kapitalizmin sürdürülmesi imkansız. 20. yüzyılda, insanlık sosyalizmle kapitalizm arasında seçim yapmakla karşı karşıyaydı oysa şimdi sosyalizmle barbarlık arasında bir seçim yapmak durumundayız.
İki gün önce bildiğiniz gibi deprem yaşandı. İstanbul’da 470 büyük toplanma alanından 400’ü AVM, rezidans yapılmış durumda. Kapitalizmin hakim olduğu yerlerde, daimi metalaştırma hareketi, para dışında değer tanımama hali dünyanın yok oluşa gitmesine yol açıyor. Depreme hazırlık yok, deprem olsa haberleşemeyeceğiz bile. Toplanma alanı bile yok. Ancak planlı ekonomi olsaydı böyle olmazdı. Mesela Küba’nın da bulunduğu bölgede dünyanın en şiddetli kasırgaları oluyor ve Küba’da bir kişi dahi ölmüyor. Aynı kasırga Amerika’da New Orleans’ta birçok insanın ölümüne neden olabiliyor.
Şimdi soruyu derinleştirelim: Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm? Benim kuşağımdaki insanlar sosyalist olduğunda rüzgar karşı taraftan esiyordu. SSCB yenilmişti. Kapitalizm kendisini alternatifsiz ilan etmişti. İnsanlığa bırakılan “nasıl bir kapitalizm” sorusuydu. Bugün ise kapitalizmin iflasını konuşuyoruz ve nasıl bir sosyalizm sorusunu tartışmak durumundayız.
Kanaatimce, sosyalist solun üretici güçleri talep etmesi gerekiyor, kapitalizmi taklit etmek için değil, yeni bir üretim biçimi ortaya koyabilmek için. Benim sosyalizm dediğim esastan farklı/yeni bir üretim tarzıdır, eğer üretim tarzı kapitalizme götürüyorsa ya da kapitalizmin farklı formüllerle yumuşatılmış hali ise o üretim tarzı da kapitalizmdir. Çin’de gördüğümüz durum aşağı yukarı böyledir. Bu politika Çin’i 80’li, 90’lı yıllarda ucuz işgücü ve ekolojik yıkım ülkesi haline getirdi. Bugünse Çin bir devlet kapitalizmi ekonomisi olarak krizle kıvranan kapitalist ülkelere umut ışığı oluyor, ne güzel hem kapitalist hem de hiçbir yasal işçi hakkının bulunmadığı bir ülke!
Sovyetlerin 1930’larda bir sanayi devrimi yaşadığı ve bu sayede Nazi Almanya’sını yenecek güce ulaştığı mutabık olunan bir husustur. Bunu merkezi planlamalı bir ekonomiyle ve işsizliği bitirerek yaptılar. Elimizde böyle bir deneyim de var. 50’li yıllarda Sovyetlerde yaygın (ekstansif) bir ekonomik gelişme sağlanmıştı, bilim ve teknolojinin üretime uygulanması ile üretimin entansif geliştirilmesi lazımdı. Fakat gittikçe piyasa odaklı ekonomi politikalarına geçildi. İlginçtir, Hruşçov-Brejnev dönemlerinde ve nihayet Gorbaçov döneminde daha çok piyasa ile daha çok demokrasi hep birbiriyle ilişkili gösterildi. Trajediye bakın ki SSCB’nin yıkılmasıyla tam piyasa düzenine geçildi ama demokrasinin esamesi okunmuyor. Rusya’da artık tamamen kapitalist ve oligarşik bir düzen mevcuttur. Birçok zafiyeti olmasına rağmen Rusya’nın askeri gücü, başarısızlıklarının ve tahribatının üstünü örtüyor. Halihazırda ekonomik olarak ABD ile karşılaşacak bir ülke asla değil. Maden-doğalgaz-petrol ihraç eden, bir hammadde süpergücü… Rusya 1990’larda kendi sanayisini yok eden bir ülke durumunda. Oluşan mafyatik yönetimden dolayı da ekonomik bir atılım yapacağa benzemiyor. Sovyetlerden devraldığı BM’deki veto gücü, uluslararası ilişkileri ve istihbarat kabiliyeti ile etkin bir aktör olarak varlığına devam edebilen bir ülke durumunda.
Sermaye sahiplerinin düşen karlılık oranlarının sebebi gelişen teknolojidir. Robotlar ve otomasyon sistemleri tam anlamıyla teknolojinin gelişmesiyle hayatımıza girdiler. İnsan emeğini azaltan böyle bir üretim şekli kapitalizme hiçbir şekilde uymuyor çünkü buradan gelen kar tatmin edici düzeyde değil. Böyle bir üretim bir artı değer sağlamıyor. Girdi ile çıktı neredeyse aynı oluyor. Çünkü karın yegane kaynağı canlı insan emeği. Buradan kapitalizm nasıl sürdürülecek? Bir taraftan küresel sermeyenin geleceği için “Sanayi 4.0” kongreleri yapılırken bir taraftan da sermaye yatırımları Bangladeş gibi ülkelere kayıyor. Bangladeş’te köle işçinin emeğiyle üretim yapmak otomasyon ile üretim yapmaktan daha karlı oluyor. Benzer şekilde Çin için de aşağı yukarı aynısı oluyor. Doğu Çin’de ücretlerin artmaya başlamasıyla üretim bantları Batı Çin’e doğru kaymaya başladı. Mesela Urumçi’ye. Çünkü buralarda hala ucuz işgücü var. Hülasa robot teknolojisi ile üretim yapmak sermayeye uygun değil. Kapitalizme uymayan böyle bir üretim sosyalizme uyuyor. Buna kitapta “Toplumsal Robot” dedim. Gelişen teknolojinin imkanlarıyla bir bolluk toplumu pekala yaratılabilir. Akıllı telefonlar, yapay zeka ve internet, merkezi planlama için oldukça önemli fırsatlar sunuyor. Bir açıdan bakınca çokuluslu şirketlerin de merkezi planlama açısından örnek pratikler sergilediklerini söyleyebiliriz. Tabi sadece kendileri için yapıyorlar bunu. Liberal iktisatçılar, merkezi planlamanın hantal olduğunu çokça iddia etseler de küresel işletmeler başka türlü çalışmıyor. Merkezi planlama sadece teknik değil aynı zamanda bir üretim ilişkisi biçimidir. Teknoloji, merkezi planlamaya yurttaş katılımını sağlamak için de oldukça anlamlıdır. Sovyetlerde bu telgrafla yapılmaya çalışılıyordu, şimdi ise çok daha hızlı bir şekilde halledilebilir. Bugünkü teknoloji her bir yurttaşın ihtiyaçlarını gerçek zamanlı olarak bilmeye imkan sağlıyor. Bu aynı zamanda demokratik planlamanın ve yurttaş katılımının teknik altyapısıdır.
Bugünün tekniği sosyalizme yer açsa da sosyalizm mücadelesi çok gerilemiş, kapitalizm tabusu çok derinleşmiş halde ki dünya bir yandan da bunu tartışmaktan çok uzak.
Kapitalizme alternatif nasıl olmalı konusu açıldığında ya Chavez gibi ulusal kapitalizm modelleri ya da komunalizm, belediye sosyalizmi gibi tekliflerle karşılaşıyoruz. Bu yaklaşımlar sosyalist iddianın yerine konulmaya çalışılıyor. Buralardan da yeni üretim tarzları çıkmıyor. Komünalizmi savunan Bookchin kulak kesilmesi gereken bir teorisyen. Ancak vefatından (2006) hemen önce kapitalizmin yakın bir tarihte genel bir bunalıma girmeyeceğini öne sürmüştü. Ayrıca duruma göre görüşlerinin yeniden düşünülebileceğini belirtmişti. Kapitalizm 2008’den beri küresel bir kriz içinde ve 80’lerde ve 90’larda sıkça söylenen, “kapitalizm rakipsizdir” iddiası artık çöpe gitti, tezin sahibi olan Fukuyama bile bunu ifade etti.
Bununla birlikte faşizm de bir taraftan yükselmeye devam ediyor. Güçlü komünist devletler, hareketler ve hatta işçi hareketleri günümüzde yok. Avrupa’da göçmen düşmanlığı üzerinden artan bir ırkçılık var. 20’lerde, 30’larda komünizmin yükselişi faşizmi çağırmıştı, bugün ise tam tersi olabilir. Faşizmin yükselişi sosyalist hareketleri göreve çağırabilir. Siyaset kutuplaştıkça sol da kendini sisteme karşı yeniden konumlandırma ihtiyacı hissediyor. Eski neoliberal merkez dağıldıkça yeni bir sosyalist hareketin de geliştiğini görebiliyoruz.