Kürt Sağının Dayanılmaz Hafifliği Üzerine Bir Not
Geçtiğimiz sonbahardan itibaren, Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın Kürt siyasetindeki konumlanışına zıt bir yerde duran ve bazı sık yazmayan düşünürlerin uzun ve eleştirel analizleri yayınlanmaya başlandı. Bu gibi analizler hala Gazete Duvar’da neşredilmeye devam ediyor. Başlarda bu metinlerin HDP siyasetini zayıflatmak için bir nevi operasyon olduğu söylenmedi değil ancak Gazete Duvar’ın bu anlamda yazılan bazıları derli toplu önermeler barındırmasa bile hemen her dikkate değer eleştiriyi sayfasına taşıdığını biliyoruz. Bununla birlikte ülke siyasetinin geldiği tıkanmışlığı da gözeterek ayağı yere basan ve biz muhaliflere mesafe kat ettirebilecek HDP ve Kürt Siyaseti eleştirilerinin açıktan yapılmasının fevkalade gerekli ve ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu gereklilik ve ihtiyaç sokakta ve ortamlarda kendini gösteren ama yazıya pek dökülmeyen konuşmaların çokluğundan sebep anlamlı… Zira metne dökülmemiş ve tartışmaya açık hale gelmemiş her bilgi, olası dinamizmin bir sinizme evrilme riskini üzerinde taşır.
Henüz hapishanelerdeki açlık grevleri başlamamış ve bitmemiş, sonrasında başlayan çözüm süreci gelişmemiş ve gelişeceğine dair herhangi bir işaret görünmezken ve ülke siyaseti Kürt meselesinin olası çatışmasından hayli tedirginken Eylül 2011’de Emek ve Adalet Platformu olarak Ayhan Bilgen ve Yavuz Delal’i Şehzadebaşı’nda Siyasal Vakfı’na ait mekânda misafir etmiştik. Bu forumda, hatırladığım kadarıyla Ayhan Bilgen karamsar bir tablo çizmiş ve bir çıkışsızlığa işaret etmişti, Yavuz Delal ise nihai bir sulha hizmet eden siyaset için meseleyi Kuran’daki Hz. Musa kıssasında geçen mağdur Yahudiler ve zalim Firavun diyalektiği üzerinden tanımlamaya gitmenin daha yerinde olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Kurgusuna göre Kürt meselesi: “Türkler, Kürtlere zulmediyor ve Kürdistan’ı sömürüyor ve çözüm için radikal bir kopuş gerekiyor.” minvalinde okunmalıydı. O dönemde benim için hayli radikal olan bu çıkıştan ürktüğümü hatırlıyorum. Bildiğim her şeyi tekrardan karşıma getirerek değerlendirmeye çalıştığımı hatırlıyorum. O zaman marjinal ve gereksiz bir ırkçılıkla ilişkilendirdiğim bu çıkışın pek de yaygınlaşmayacağına kaniydim/k ama şimdi görüyoruz ki bir Kürt Sağcılığı’na rahatlıkla kapı aralayan bu yaklaşım buz dağının sadece görünen yüzüymüş.
Çözüm sürecinin çöküşünün ardından, özellikle sosyal medya üzerinden, Kürt Siyasetinin baskın sivil unsuru olan HDP ile silahlı mücadele siyasetini anlamlı gören PKK‘yı kastederek “devletin işbirlikçisi bunlar” gibisinden kamuoyu yaratmayan bazı paylaşımlar görünür olmaya başlamıştı. Hatırladığım kadarıyla paylaşımlardan birisi şuna benzer bir cümleydi: “Üç kurşunun varsa birini düşmana kalan ikisini ise işbirlikçiye sıkmalısın.” Bu paylaşımda “işbirlikçi” diye işaret edilenler, öncelikle Kürt meselesinin çözülmesi derdinde olan, demokratik parlementer siyaseti benimseyerek entegrasyoncu bir politika güden HDP ve silahlı mücadeleyi Kürt Meselesi’nin çözümü için kaçınılmaz gören PKK siyasetiydi. Bu gibi homurdanmalar, merkez medyaya taşınmamakla birlikte dost meclislerinde, facebook sayfalarında ve bloglarda sürmeye devam etti.
Gazete Duvar’a taşınan son dönem tartışmaları ise HDP şimdikinden daha güçlü ve PKK henüz ülke içinde eylemlerini sürdürürken, sosyal medyada cılız bir sesle kendini gösteren eleştirilerin, ortalık dümdüz olunca daha yüksek sesle ve açıktan duyulabilmesiyle ilintili duruyor. Burada dikkati çeken ilginç paradoks ise şu; barışı savunan HDP’lilerin hukuk yok sayılarak hapse girmelerine rağmen şiddetle mesafelenmeyen bazı milliyetçi ve muhafazakar siyasi figürlerin, devletten benzer bir gadre uğramayışlarıdır. Bununla birlikte böyle bir eleştirel açıklığa olumlu bakmak gerekiyor zira insanlar konuş(a)mazsa demokrasi ve barış mekanizmaları sağlıklı gelişmez.
Gazete Duvar’da çıkan ve ekserisi bir ismi ve siyasal yapıyı işaret etmeden evrenselcilik, “Kemalist Kürtler”, “protez akıl”, “Kürt sosyolojisini tanımayan üstencilik” gibi soyutlamalar üzerinde yapılan eleştiriler her ne kadar açıklık noktasında zayıf kalsalar bile mevcut baskın siyasete karşı alternatif bir siyasete çağırmakla birlikte kanaatimce ekseriyetle devrimcilik cilası çekilmiş bir Kürt Sağcılığı’na işaret ediyorlar. Bazı çağrılar, Kürt siyasetinin mevcut aktörlerine üstü kapalı işbirlikçi, hain, üstenci, Kürt sosyolojisine yabancı gibi yaftaları da taşıyabiliyor. Bu eleştirilerde elbette dikkate değer olanlar var. Mesela Mücahit Bilici esas meseleyi ve riskleri gözden kaçırmadan özellikle evrenselcilik konusunda barışçıl bazı önermelerde bulunmuştu [1] ya da Kürt siyasetinin silahlı veya silahsız kuşandığı şiddet dilinin artık toplumsal mobilizasyonda içten yıpratıcı bir etkiye sahip olduğunu beyan eden bazı eleştiriler de yapıldı [2]. Bu gibi anlamlı örneklerin yanında Sharo İ. Garip gibilerinin oldukça sorunlu eleştirileri de var. Bu eleştirilerde gördüğüm sıkıntıları açarken, ilk olarak Yavuz Delal’den işittiğim ve Kürt Siyasetini şekillendirirken Musa-Firavun (“Kürtler-Türkler”) diyalektiğini belli düzeylerde benimseyen sağcılığın usulen ciddi hatalar barındırdığını izaha çalışacağım.
Mesela yapılan eleştirilerde Kürt siyasetinin ve bütün Kürtlerin baskın teorisyeni ve önderi kabul edilen Öcalan’ı ve katkılarını eleştiri konusu edememek ya da tartışmadan ismini kaçırmaya çalışmak çok göze batıyor. Bence açıktan eleştirebilmek gerekir. Eğer söylem hattını Öcalan etkisi dışındaki bir siyasal alanı güçlendirmek üzerine kuruyorsan öncelikle Öcalan siyasetini benimsemediğini belirtmen ve kendi söylemindeki farkları ortaya koyman icap eder. Hain diyeceksen bile bunu açıktan yaparak başlaman gerekir. Sonrasında ise Kürt siyaseti için desteklediğin tarafları vurgulaman ve gerekçelendirmen gerekir. Kürt siyasetinin içindeymiş gibi davranırken Öcalan’a açık şekilde cephe almadan ortaya atılan argümanlar günün sonunda liderin düşmesine odaklıdır ama dürüstçe değildir ve siyaset arzusu taşıyan acilciler için bir netice sağlamaz. Korkakça yapılan eleştiri devrimci olamaz. Bununla birlikte entelektüel sorumluluk eğer ki Türkiye içinde değilseniz ve bir takım şiddet ve baskı araçlarının etki alanı dışında iseniz daha açık yüreklilikle konuşmayı dayatır.
Eleştirinizi yaparken kişileri ve kurumları karşınıza alamayabilirsiniz ve korku anlaşılır bir şeydir ancak mesela Mücahit Bilici’nin uzun süredir yaptığı gibi bir takım ilkeleri teklif ederek de siyasal konumlanışa dair tezlerinizi öne sürerek başlayabilirsiniz. En basitinden şiddetsiz siyasi pratiği desteklemek gibi bir şartla başlayıp konuşmak, bence yuvarlak laflarla şiddet kartının yanlış şekilde tedavüle sokulduğunu belirtmekten daha dürüstçedir. İşbirlikçileri eleştirenler ise PKK’nın neden ayrılıkçı bir siyaseti benimsemediğini sıkça söyleyerek şiddetin yanlış uygulandığını açıkça belirtmekteler. Şiddeti normalleştiren bu tutum her şeyden geçelim, insanı göz ardı eden bir siyaset etme biçimidir. Şiddet, normal değildir.
Kendi adıma HDP siyasetine de eleştirel bakabilen bir yerde duruyorum. Şiddet siyasetini (burada sadece silahlı şiddeti değil insan haklarını ve hukuku ihlal eden her türlü şiddeti kastediyorum) ise baştan sona reddeden biri olarak elinde silah olan biri ya da bir şeyi hiçbir şekilde eleştiri konusu bile etmemek gerektiğini düşünüyorum. (Şiddet siyaseti, sivil siyasetin güçlenmesi için tamamen karşı olunması ve uzak durulması gereken bir şeydir. Ne zamanki silahlar bırakılır, o zaman eleştiri konusu gibi bir şey edilebilir.) Kürt Siyasetine dair eleştiriler en azından bu temel ilkesel çıkış noktasıyla başlanarak yapılmalıdır. Bu yazıda Kürt Sağcılığına dair işaret ettiğim tutumlarda böyle bir teklif yok.
Bununla birlikte mevcut “siyasetsizliği” eleştirmeden önce, özellikle ülkeye musallat olan faşist çetenin en çok kullandığı “HDPKK birdir ve teröristtir.” gibi kirli bir siyasete de tavır almak da bu meselenin selametini düşünen her özneye düşmektedir. Kanaatimce Kürt Siyasetinin tutum olarak iki büyük kompartımanı var, birincisi sivil ve parlamenter siyaset, diğeri ise şiddet ve savaş siyaseti. Eğer HDP siyaseti güçlenirse PKK’nın eli zayıflar. PKK’nın eli güçlenirse HDP’nin siyaseti zayıflar. Bu birini asla tercih etmediğim iki siyaset de tek bir olguya yaslanmaktadır, Özal’ın meşhur deyişi ile “Kürt Realitesi”ne…
Bu uzun açıklamalardan sonra, şimdi daha somut olarak işlenen usul hatalarını ve teklif edilen çıkışsızlığı anlatabilirim.
Birincisi, şimdiye kadar Kürt Sağı olarak kodladığım bazı yazarlar usulü esasın önünde tutmayı bilmiyorlar ve esası bozabilecek bir sığlıkla konuşmayı cesaret zannediyorlar. Başka şekilde ifade edeyim, yazılarında açık şekilde ifade etmeseler bile talep ettikleri bağımsızlığı kalıcı şekilde sağlayacak olan siyasetin, hızlı bir kopuşu tetikleyen ve bazı nevzuhur figürlere alan açan siyaset olmadığını idrak edemediklerinden (belki de idrak ettiklerinden) hayli acilciler. Kalıcı dönüşümlerin tedrici ilerlemesi gerektiğini ve toplumları en az yıpratanın bu olduğunu görmek durumundalar. Mukadder olanın gelişini hissetmeleriyle birlikte bir rol kapma heyecanını gösteren bu acilci tavır esası (şiddetsiz dönüşümü) bozan bir usul hatası olarak pekala okunabilir. Kanaatimce şiddet siyasetini anlamlı bir araç olarak görenler aceleciliğe şöyle veya böyle hizmet ediyorlar. Mevcut Kürt siyasetini eleştirirken, self determinasyon hakkı ile işletilen sömürge mekanizmasını karşı karşıya konumlandırarak konuşmak ve tartışmak, barışçıl sınırlar dahilinde elbette bir sorun olarak görülemez. Ayrıca tabi ve demokratik bir takım hakların talebini güçlendirmek için söylenmiş her söz dikkate değerdir. Sorun daha çok başka noktalarda. Yazıların içine ezilen milletlerin sosyalizmi fikrine işaret etmesi için serpiştirilen Fanonlar, Bikolar, Foucoutlar, kavramsal kargaşayla bezeli süslü laflar bir şeyin söylendiği havasını yaratabilir pekala ancak bazı temel sorunları gözden kaçırmaya asla yetmiyor. Marifet olacak olanı olabildiğince az insanın zarar görmesiyle karşılama kabiliyetidir.
İkinci bir usul hatası ise Kürt kimliğini teşkil eden iç dinamiğin mirasına bakmadan mesafe alınabileceğini sanmak gibi bir gariplik içinde konuşmak. Kürtlüğün ne olduğuna dair kendi meşreplerince bir tarih yazımı olmadan Kürtlüğü üreten mekanizmaların siyasetine rağmen Kürtlüğü kurtarma iddiasında bulunmak gibi bir gariplik bu. “Kürt nedir?” sorusuna verilebilecek pek çok tarihsel cevap bulunuyor. Bir etnisite (Kurmanclık, Zazalık vb. gibi) ya da bir coğrafyada yaşayan tüm halklar (“Aryan ülkesinde yaşayan herkes Kürt’tür. Persler, Beluciler, Soraniler, Barzaniler, Zazalar, Hırvatlar dahil.” vb.) gibi kesin olmayan cevaplar üzerinden bir Kürt kurtarıcılığı’na soyunmak, bu tezlerin ciddiyetsizliğini güçlendiriyor. Oysa bölgede en çok bilinen gerçek şudur; Kürtlük, kadim aşiretlerden bağımsız bir topraksızlığa işaret eder. Toprak mülkiyeti ve aşiret aidiyeti belli olan Kürt’ün üst kimliği aşiretidir; önce Dımılli, Canbeki, Rışvan, Barzan olur, sonra Kürt olduğundan bahsedersin. Kadim Kürt geleneği topraksızı ve soyu belli olmayanı (dedelerinin isimlerini sayamayanı) hakir görür ve bu denklemi değiştiren Öcalan siyaseti olmuştur. Öcalan, topraksız Kürt’ün öncülüğünde bir sınıf siyasetiyle Kürtlüğü bir üst kimlik haline dönüştürebilmeyi, tarif edebilmeyi şöyle ya da böyle başarabilmiştir. Sharo İ. Garip gibi yazarlar ise bu gerçeği çok iyi bilmelerine rağmen hiç olmamış gibi konuşarak, türedi ve köksüz bir Steve Bikoluk satmaya müşteri olmuş durumdalar. Bu da usulen ciddi bir hata olarak duruyor. Basitçe, kamusal alanda açık şekilde ifade edebilir hale geldikleri Kürtlüğü nasıl kazandıklarından bahsetmemeyi tercih ediyorlar.
Bir diğer gözle görünür sorun ise bu türedi siyasetçilerin bir tarihlerinin, bir biyografilerinin olmayışıdır. Sürekli referans verilen Biko’nun ve Fanon’un bilinen bir sömürge tarihinden tevarüs ettiklerini gözeterek konuştuklarını biliyoruz, Sharo İ. Garip gibi figürlerin ise tarihleri kendilerinden başlıyor. Halbuki bir parça kendi tarihlerine girdiklerinde kıvançla bahsettikleri aşiret soylu dedelerinin şimdi müstemleke uygulamalarıyla Kürdistan’a musallat olduğunu vurguladıkları nizamın teşekkülünde pay sahibi olduğunu görecekler. Dedelerini geçelim şimdilerde Kürt Sağı‘na yazılanların çoğunun ulusal bilinçleri kısacık bir zaman diliminde şekillenmiştir. (Muhtemelen yakın zamana kadar İslamcılık üzerinden Türkiye’deki Kürt entegrasyonuna sahip çıkanlar olarak şimdilerde yer yer haklılık barındıran evrenselcilik eleştirilerini acilcilikleri için işlevsel olduğundan iştahla sahipleniyorlar.) Hülasa, ezilen milletlerin haklılığı retoriğini çokça kullanmalarına rağmen kanaatimce eşitlik fikrine mugayir olduğundan anlamı noktalara işaret etmeyen ama pek övündükleri aşiret soylu köklerini anlamsızlaştırmadan, yani seçilmişliklerinden sıyrılmadan, geçmişin kazanımlarına vefa göstermeden, bazı süslü ve tutarsız tezlerle Kürtlük satmaya çalışıyorlar. Zannımca Kürtlerin haysiyet davalarından çok kendi siyasi ikballerini gözetiyorlar.
Sonuç olarak, Kürt siyasetinin şöyle ya da böyle zayıfladığı şu dönemde ağır bir sahiciliğe yaslanan Kürt Realitesi diri bir şekilde duruyor. Ancak siyaset üretilemeyen şu zeminde, benim Kürt Sağı olarak kodladığım, birileri boşlukları doldurmak ve yeni yükselenden rol kapmak için bir gayret içine girmiş gibi görünüyorlar. Benim temennim, meselenin sulh içinde çözülmesiyle birlikte bir takım nevzuhur fırsatçılıklara verilmeden Kürt Realitesi’nin hakkaniyetli şekilde konumlanması ve hakkını almasıdır. Bakalım tartışma bizi nerelere taşıyacak.
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/10/24/556375/
[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/10/08/kurt-hareketi-kurtlere-ne-vaat-ediyor/