“Altından saray da verseler biz buradan gitmeyiz” – Kirazlıtepeliler Anlatıyor
Kirazlıtepe’de yaşanan cami yıkımı sonrasında hem mahalleyle dayanışmak hem de yaşananları bizzat görmek için yaptığımız ziyarette, röportaj yapma şansı da bulduk. Sözü mahalleliye bırakıyoruz.
Mikail Dülye: Kentsel dönüşüm söylentileri iki yıl önce başladı. Biz o süreçte ne yapacağımızı konuştuk, çünkü elli yıldır burada yaşıyoruz. Türkiye’nin mozaiği gibiyiz adeta. Alevi, Sünni, Türk, Kürt, ne ararsan hep birlikte yaşıyoruz. Öyle ki en yeni komşu kırk yıldır burada yaşıyor. Çocukluğumuz beraber geçti, arkadaşlıklarımız beraber geçti.
İki yıl önce Çamlıca’da yapılan caminin silueti bozuluyor diye buranın kentsel dönüşüm alanı ilan edildiği söylendi, Cumhurbaşkanı öyle söylemiş sanırım. Bize de başta piyango çıktığı söylendi. İnsanlar da mutlu oldu tabi, gecekondu yapıları sonrasında daha iyi bir yer arıyor insanlar. Biz de mahallenin önde gelenleri ile birlikte konuştuk, komisyonlar kurduk ne yapmak gerekiyor diye. O esnada Belediye Başkanı ile görüşme yaptık. Mahalledeki bu oluşumu Belediye Başkanı da destekledi, iyi yapmışsınız dedi. Zaten kendisi de bizim mahallenin çocuğu. Bizim de hoşumuza gitti açıkçası böyle söylemesi.
Sonra farklı farklı şeyler çıktı. İlk başta TOKİ devreye girdi. Dağıtım oranları, proje ve hukuki altyapının olmaması temel sorunlarımız zaten. TOKİ insanları ciddi manada mağdur edecek oranlar vermeye başladı, biz de ne yapacağımızı konuştuk. O süreçte Mahalleler Birliği ile tanıştık, öyle olunca iş dernekleşmeye gitti. Derneğimizi kurduk. Burada 795 hak sahibi var. Toplamda 7 parsel, 186 bin metrekare. Tabi bu 795’i aileye çevirince 1600-1700 hane demek. Sonra Belediye Başkanı kendi sözünü tutamayınca Bakanlık devreye girdi. TOKİ 50 kişilik bir imza topladı ama tamamlayamadılar. Biz Bakanlık ile bir toplantı yaptık. Orada derdimizi anlattık Çevre ve Şehircilik Bakanı’na. Bakan sunduğumuz bütün maddeleri kabul etti. Bizim isteğimiz projede yer almaktı, ne yapacağımızı ne edeceğimizi söyleyin dedik. Bakan bunlarla ilgili şartlarımızı kabul etti. Bakan gidince belediye ile görüştüğümüzde bize “Siz her söylenene inanıyor musunuz?” dendi. Öyle olunca işin içinde iş olduğunu fark ettik.
Belediye bir toplantı tertip etti. “Bakan gelecek açıklama yapacak” dediler. Biz de sanıyoruz ki Bakan bize çalışmalarını açıklayacak. Geldiler, apar topar bizi yukarıya çıkardılar. Biz bir oran çalıştık dediler. Biz oranı kabul etmedik, “bu yanlıştır” dedik. Bizim çalışmamızı söyledik. Bakan Bey dedi ki “niye geldik o zaman biz?” Orada bir oran açıklandı ve mahalleli ikiye bölündü. Ondan sonra kopuşlar başladı. Hukuki olarak hiçbir dayanağı yok yine ama 250-350 kişi imza attı, yıkılan evler de onların. İmza atanlar imza atıp gitmişler ama ellerinde bir şey yok. Biz onları adeta ihanet edenler olarak görüyoruz. Komşuluk hakkı kardeşlik hakkından önde gelir çünkü. Bizi bir anda menfaat uğruna satıp gitti bu insanlar. Sıkıntı yok ama, çoğunluk hala bizde, onlarsa kirada oturuyor. O yüzden direnmeye devam ettik biz, hukuki güvence istedik. Sözleşme yaptık götürdük, olur dediler, ama bir şey yapmadılar. Önce muvafakat istiyorlar, evimizi yıkacaklar sonra proje yapacaklar. Biz de art niyetli olduklarını düşünüyoruz açıkçası. Evimi yıkıp yeniden yapmayacaklar, beni başka bir yere gönderecekler. Ben inşaat işi ile uğraşıyorum, bir yeri proje yaptıktan sonra da yıkabilirsin, biz de anlıyoruz bu işlerden. Birkaç eskiz çiziyorlar, proje namına hiçbir şey ifade etmiyor. Ama vatandaş bunlara inanıyor ve eğer bilmiyorsa da imzalıyor.
Şimdi kiralar da ödenmiyormuş. Birkaç söylenti de duyuyoruz, buralar Arap şeyhlere satılacakmış. Biz de şöyle düşünüyoruz, burada herhangi bir plan yok, proje yok, ileride Büyükşehir Belediyesi “ben yapamadım” derse işte imzalayıp gidenlerin yapacak bir şeyleri yok.
En son camii süreci oldu işte. Önce caminin kubbelerini kapılarını kurşunlarını kesip götürdüler, resmen hırsız gibi. Biz karşı çıkınca gittiler. Biz de gittik Belediye başkanı ile görüştük. O sırada biz de camiyi yeniledik kapıları filan. Son üç aydır da durum böyleydi. Çarşamba sabah 8 gibi geliyorlar, vatandaş camiye yığılınca öğlene doğru geri çekiliyorlar. Fakat gece yarısı savaşa gelmiş gibi Emniyet, Zabıta filan topyekûn baskın yapar gibi ablukaya alıyorlar, evlerden çıkamayınca insanlar camiyi yıktılar. Biz yıktırmamak için yüklendik, bütün mahalleyi savaş alanına çevirdiler. Yetmedi sokak aralarında gaz bombaları, plastik mermiler, tazyikli sular… Ben 42 yaşındayım, çok olay gördüm ama ben böyle bir ortam görmedim daha önce… Benim babam 78 yaşında, o adam karıncayı ezmez ama psikopata çevirmişler. Kardeşim hasta, kanser hastası, gaz bombaları ev içine girince dışarı çıkıyorlar mecburen.
Belediyemizin bize yaşattığı olay bu oldu. Bu saatten sonra bu iş benim için bitmiştir. Dönüşüm filan artık bitmiştir. Bana onu reva görüyorsa bu iş bitmiştir. Halbuki bütün kanallar açık, istedikleri anda görüşebilirler. Ama böyle davranarak diyorlar ki “ya imza atın, ya da bu şekilde olur.”
Bayram Ali Kot: Arkadaşlar Türkiye bir hukuk devleti biliyorsunuz. Karşı taraftan taleplerimizin tamamı hukuk düzeni içindedir. Hukuk devletinin gereği vardır, vatandaşının haklarını hukukunun sonuna kadar muhafaza eder. Sen alelade bir kenar mahalle müteahhidi değilsin ki, devletsin. Biz hukuk devletinde devlet vatandaşların hakkını hukukunu nasıl muhafaza eder onu söylüyoruz. Karşı taraf ise tamamen ikircikli davranıyor, böyle bir niyeti yok. Taleplerimizi götürdük, mahallelimiz bunu istiyor dedik. Onlar “önce sözleşmeye imza atacaksınız, sonra buralar boşaltılacak, işime gelirse bir proje yapar da size ev veririm” diyor. Böyle bir şey olur mu? 21. yüzyılda yaşıyoruz. Burada temel sorun hukuki güvence meselesidir. Bir kısım vatandaşı kandırdılar. Ama az buçuk okumuş olanlar bir şey yapmadı. Onlara da başka politikalar uygulamaya başladılar.
İmza atmayanlara mesela Belediye tebligat yolluyor, diyor ki kardeşim 15 gün içinde çık boşalt bu işi. Ne yaparsınız mesela? Şimdi avukatlarımıza soruyoruz, avukatlarımız diyor ki bunlar hepsi rüzgardır. Oturun oturduğunuz yerde diyor. Fakat vatandaşımız korkuyor. Neden? Çünkü böyle bir şey görmemişler hayatlarında. Sanıyorlar ki Belediye yıkıp gidecek. Bu baskıyla Belediye ilave imza topluyor. Mesela SMS attı bize Belediye Başkanlığı. “Ayın şu tarihine kadar imza attınız attınız, yoksa hak edişlerinizi iptal edicem” diyor. Şu mesajla 150 tane imza topladı Belediye. Tebligat gönderiyor aynı şekilde, bir o kadar imza da öyle atılıyor. Bu mesajlar, bu tebligatlar ile ilgili bire bir Kaymakamlığa müracaat ettik. Devletin kaymakamı benim yazdığım dilekçeyi Belediye’ye atıyor, Belediye’nin cevabı “biz burada kentsel dönüşüm yapıyoruz”. Eğer “evet bu mesajı ben attım” dese onun suç olduğunu biliyor.
Diyoruz ki yarın öbür gün seçim var. Seçimde sen aday olmazsan yarın öbür gün burada nasıl gezeceksin? Şu muvafakatnamelerle en azından ek olarak vatandaşa bir noter onaylı imzalı belge verin diyoruz mesela. “Ne imzası istiyorsun?” diyor. Bir de Belediye Başkanı yani bunu söyleyen.
Bizim hukuka aykırı bir talebimiz yok. Bu insanlara gecenin 4’ünde polisi, emniyeti toplayıp sıkıyor gazı.
Rıza Şener: Arkadaşlar her şeyi anlattı. Devlet hukuk devleti, kanunlarla idare ediliyor. Ama uzun dönemdir kanuna muhalefet ediyorlar. 3’te 2 çoğunluk sağlanmadan yıkıma yürüyorlar. Söz var diyorlar, biz belge istiyoruz. Ama kaçınıyorlar belgeli, imzalı çalışmaktan.
Kaymakamlığa verdiğimiz dilekçelerde gelen cevaplarda Kaymakam diyor ki “ben Belediye Başkanı’nın amiri değilim ki.” Ha “Nedir diye soruyoruz ama ‘bunu neden yaptın?’ diye soramam” dedi. Fakat burada yine yasalar varsa, ilçenin mülki amiri kaymakamlıktır. Yasaların dışında bir şey yapıyorsa mülki amirliği kullanarak buna engel olurlar. O zaman bir iki tane başla mı yönetiliyoruz yani, bir kaymakam iki belediye başkanı. Herkes kendi başına kral mı yani burada?
Hukukun bittiği yerde hukuksuzluk başlıyor. Orada da halk direniyor. Devlet, halkın direnişini görünce burada ne var diye düşünür mü? Bugüne kadar sağır oldular, kör oldular. Biz sesimizi çok küçük çapta duyurabildik. Şimdi olay çıkıp büyüyünce, bizim ülkemizde basının da büyük yanlışıdır, büyük zulüm olunca olay çıkınca basın onu lanse ediyor, duyuruyor. Halbuki burada iki yıldır bir şeyler oluyor. Burada bir kavga başladı dolayısıyla. Kavgayı da başlatan kişi bu mahalleden çıkan biri. Bu mahalleliyi ev ev tanıyan bir Belediye Başkanı yapıyor. Bir merhabası var çoğu insanla. Ama o yasaların da üzerine çıktı sertlikte. Biz bağlayıcı belgeler üzerinden görüşelim diyoruz, o hayır “benbu mahallenin çocuğuyum, biz yapacağız” diyor. Bir de Müslüman bir adam yani, nasıl camiyi yıkıyorsun. Bir arkadaş “hafız camiyi yıktı” dedi, çok da doğru söyledi. “Hafız camiyi yıktı” deyince çarpıcı oluyor ama doğru. Tarihte ilk olaydır herhâlde. Yeniden cami yapacağım diyor. Ama aslında bu kentsel dönüşüm projesi başladığında yapılacak. 5 kişi de kalsa mahallede bu cami kalsın diyoruz. Şimdi yıktı da ne kazandı, hiç. Sadece baskı oluşturmak için, bakın caminizi yıkıyoruz, evinizi hayli hayli yıkarız demek için hakikaten. Bizi yıldırmayacak. Ne kadar yasadışı işler yapılsa da biz pasif direnişle evimizi korumaya devam edeceğiz.
Bu mücadeleyi verirken sivil toplumu görmek bizi memnun etti. Kamuoyu ilgisini çekmesi belediyeye geri adım attırır, diye düşünüyoruz. İnşallah öyle olur. Biz silahlı destekli terör örgütü veya ideolojik destekli bir grup değiliz, biz mahalle sakiniyiz. En fazla camide ve kahvede toplanıyoruz. Devlet gücüne karşı toplanmışlığımız yok. O yüzden biz devletle kavga etmesini de bilmeyiz. Ama devlet sizi ezerim dediğinde doğal olarak insani bir tepki vermek zorundayız ve tepki gösteririz. Belediye başkanı da bunu görüyor ve bunlar tepki veremez diyor. Biz de ikinci keregaz ve cop ile saldırı görünce tecrübe kazandık. Bu direnişe sonuna kadar devam edeceğiz. Mahallelilerden zaten Başkan’a güvenenler imzalayıp gittiler. Kalanların hepsi “biz bugüne kadar biriktirdiğimiz emeği yazılı, noterli, projede yer gösteren belgelere dayanmadan teslim etmeyeceğiz” diyenler. Biz de bu sözü sonuna kadar savunacağız. O belediye başkanı da bir gün yaptığından pişman olacak ve bir daha başkan olma şansı da kalmayacak, ama biz burada bakiyiz.
Biz öncelikle belediye başkanının bağlı olduğu parti olmak üzere eski ve yeni ilçe yönetimleri ile görüştük. Yeni yönetim ilk başta şaşırdı ve “halledilebileceğini, karşılıklı anlaşılabilecek bir şey olduğunu” söyledi sonra “siz belediye başkanına güvenmiyor musunuz?” demeye başladı, çark etti resmen. Önce “belgesiz olmaz, belgeleriniz verilsin” diyen adam “Başkan ne yapıyorsa doğrudur, önce bir yıkılsın”a geldi. Zaten bu yer birilerine satıldıysa veya satılacaksa iş işten geçmiş olacak tabi. Tüm kurumları yokladık. Çevre ve Şehircilik Bakanı ile görüştük, ötesi var mı? Ancak yasalar kenarda kaldı, uygulama başka bir kenarda.
Riskli Alan İptal davamız devam ediyor, Mart’ tan beri bir yandan. 6306 sayılı yasa ile ne hikmetse bu 7 parsel riskli alan ilan edildi. İstanbul’un en sağlam yerlerinden burası…
Mahalle sakini: Biz bir karar aldık ailecek. Benim babam, dedem Cizre’de medrese okudu, imamdır hepsi. Anam ve babama yapılan hakaret ve eziyetten dolayı kat karşılığı sözleşme imzalansa dahi bu saatten sonra kabul etmeyeceğiz, buradan gitmeyeceğiz. Katiyen uzlaşmayacağız.
M.D.: Buradaki cami tamamen bu mahallelinin emeği, parasıyla yapıldı. Kuran kursu ve kaynak suyu dahil tüm masrafları mahallelice karşılanıyor. Sadece yapıldıktan sonra kamu alanı olduğu için devlet imam atadı ve maaşını veriyor o kadar. Bize söylenen buralar yapılan caminin siluetini bozuyor. Ayrıca siz varoşsunuz, buralara yakışmıyorsunuz, buralara daha nezih ve zengin insanlar getireceğiz. 40-50 sene de oturmuşsunuz, yeter. Bu bölge İstanbul’da aynı anda 3 köprü ve Marmara’yı izleyebilen tek yer. O yüzden dinamitin üstünde oturuyoruz. Eskiden buraya Çakaltepe derlerdi. Burası değerlenince, bir de Çamlıca Camii yapılınca kıymete bindi tabi. Caminin silueti de silueti demeye başladılar. Tabi insanın aklına Hz. Ömer’in sözü geliyor “Camiyi yık, adaleti yıkma”. Cami yaptık diye hava at ama insanlara zulmet. Camiyi bu kadar ön plana çıkarıp 6-7 bin insanı perişan hale getirmek insanları camiden bile soğutur. Hâlbuki hepimiz 5 vakit namaz kılan insanlarız.
Bir de şöyle bir şey var. Buradaki yıkıntı molozları biriktikçe yağmur suları ile denize doğru akacak. Kanserojen maddeler salınacak buradan aşağı hep.
Yaptıkları yanlış şeyin farkındalar. O yüzden tüm medyada “Bize kimse camii yıktı diyemez” “Yapmak için yıkıyoruz” gibi haberler yapıyor. A Haber “Herkesle anlaşıldı” diye haber yaptı hâlbuki öyle bir şey yok. Bir de son yıllarda toplum iyice duyarsızlaştı. 50 metre aşağıdaki yolun ötesindeki adam zulmü görüyor, buradaki tozu, gazı da soluyor ama ses çıkarmıyor, ne zaman onların kapısına gidilir o zaman ses çıkarılır. Kirazlıtepe, bu 7 parselin 4 katı aslında ama hiç biri ses çıkarmıyor. Onun da camisi ama ses etmiyor. Ya çok fanatiklikten ya da duyarsızlıktan… Millet olarak bölünmüşüz. 24 binlik nüfusun 6 bini bu parsellerin içinde iken, kalan nüfus gelip de “ne yapıyorsunuz?“ demiyor. Eskiden bir yerde deprem olunca herkes üzülür, koşar; güzel bir şey olunca herkes sevinirdi. Şimdi ülkemizin yapısı bu… Eğitimle ilgili sorunlarda da böyle oluyor, tecrübe ettik. İdare edenlerin de bu durum işine geliyor, kutuplaştırınca idare etmek çok kolay.
Camimizin yıkıntıları önünde geçen hafta ilk Cuma namazımızı kıldık. Bundan sonra da her hafta devam edeceğiz, hava izin verdikçe.
İlk evini boşaltanlar 1 buçuk sene önce boşalttı. Son gidenler 8-9 ay önce gitti. Gidenlere kira desteğinin süresi resmi olarak 36 ay. Sürecin sırf başlaması 2 sene sürdü. Medyada o zamanlar “2 yıl içinde burayı tamamen teslim edeceğiz” diyorlardı. Daha çivi bile çakmadılar. Güven de kalmadı öyle olunca. Yapacak olsalar 2 senede bir adım atarlardı. Şimdiye kadar devletin ettiği zarar da kiralardan ve posta posta gelen yıkım ekiplerinden dolayı 1,5 milyon lira. Hâlbuki aşağıdaki devlet konutlarına parça parça kiracıları taşıyarak yıksa şimdiye ilk etabı bitmiş olur, mahalleli kendi isteğiyle güvenip imzaya gelirdi. Bu tarz bir güven unsuru oluşmadı, amaç bizi buradan göndermek. Artık bize yaşattıkları geceden sonra “Altından saray da verseler biz buradan gitmeyiz” diyor mahalleli, o duruma getirdi devletin muamelesi. Ayrıca bizi birbirimize daha da kenetledi. Geleceğimizi birbirimize emanet ettik çünkü. Menfaatin en yakın dostları da bölebildiğini gördük. Gerçek komşu ve gerçek dostlar kaldı geride.
Çok güzel yazmışlar, ağızlarına sağlık. Bu iş halka zulme dönüştü. Mahalleli en baştan hep birlikte hareket etmeliydi.