Fildişi Olmayan Tepeden İzlenimler
Mahalleli bir amcanın refakatinde yıkıntılar üzerinde dolaşıyorum. Güneş batma meylinde. Uzaklarda boğazın görüldüğünü söylüyorlar, boğazı görüyorum. Ayaklarımın altında seccadelerden yüzeye çıkan parçalar var. Kur’anı Kerimlerin yıkıntılar altında kaldığını ve yıkım ekibi çalışırken elektrikler kesik olmasına rağmen çatanaklar çıktığını söylüyorlar. Kur’an’ların tam üzerinde dolaşıyor olmam lazım… Güneşin battığı yerin önünde yarı yıkık kalan bir duvar var. Duvarın üzerindeki demir telin ucunda asılı Türk bayrağı boynunu yere bükmekten öte bir hal içerisinde. Yerlere bakıyor.
Bugüne kadar mahallelilerin kentsel dönüşüm karşısındaki direnişini küçümsediğimi o an anlıyorum. Bir şehirlinin kök bilmez arsızlığından sızmış eciş bücüş, o yağlı ve yapış yapış, insanları bir yerden bir yere öylece gider zanneden bir küçümseyiş değil. Bizatihi köylü olmanın ve kökün her şeyden değerli olduğunu zanneden atalarımın kardeşlerinin gidişine üzüntü ve öfkeyle bakışlarından kopmuş bir iki çatanak halinde bir küçümseyiş. Köyünü, toprağını bırakıp gidenlere hiç de iyi bakılmadığını adımdan daha iyi biliyorum.
Köylerini bırakıp gidenlerin evleri boş kalır çoğun. Evlerinde itler kuzular.
Köylerinde kalanlar gidenlere bazen köksüz gibi bakar. Köklerini terk etmekle bir daha bir yere kök saramayacakları kavi bir vehimdir paylaştığımız. Biraz olsun büyüyünce bu kök düşüncelerini başka başka ideolojilerle takas eden ben, köklerin türlü vehimlerinin hala bende yaşamakta olduğunu Kirazlıtepe’de kavradım.
Mahalle derneğinde bir abi caminin yapılışında devletin bir gram desteğinin olmadığını, buranın ahalisinin yaptığını, yıllar içinde burada yaşayanların bir aile gibi olduklarını, Türkiye’nin bir çok yerinden koparak geldiklerini anlattı. Cami anlatısı beni olduğum gibi rahle-i tedrisatta geçen günlerime götürüp hocamın söyledikleri kulaklarımda çağıldayıverdi. “Bu cami faiz düzenine geçmeden tamamen köylünün kendi emeğiyle inşa edilmiş, ondan dolayı burada füyuzatı hissedersin. Ama diğer cami öyle değil” demişti. Caminin emektarlarından biri dedemdi. Köylünün camiyi nasıl inşa ettiği bana anlatılan hikayelerden bir hikaye.
Gözümü kaldırıp Kirazlıtepe’ye baktığımda topraklarından ayrılmış köylülerimi bir bir seçmeye başladım. Depesigaraların Al’emmi ha şorda. MıymıyMusdafaların bağı bu yannı, Bigişlerin Hamıza olduğumuz yiri vaxdı zamânında gonşusuna saddıydı. Varıp o dilki depesine gonduxlarında gel zaman git zaman gardaşlık tesis olundu. Gaynaşıncı cami gerek diyip cami yaptılar.
Kendimi evimde hissediyorum. Köye gelen belediye yetkilileri anlaşma bile olmayan bir sözde anlaşmayı bize dayatıyor. Belediye başganığza günmiyonuzmu yav biz bakargorürük sizi diyorlar. Evini, tarla tapanını evvelce kaybedenler gelip “başımıza gelen sizin başınıza gelmesin” diyor. Köye, sadece bizim köy sınırları içine, deprem riski var diyorlar. Köyün depesindeki manzaraya zenginler çokecekmiş. Bunları duyuyoruz. Yıktırmayız deyince, millet daha anlaşmayı imzalamamışken, neyin nerede olacağı daha belli değilken belediye gelip hep beraber yaptığımız camiyi yıkıyor. Yerine yenisini yapacakmış. Herkes gidip yerlerine başka başka insanlar geldikten sonra mı? Ben köyümü kimseye bırakmazdım!
Mahzunlaşıp mahallede yukarı doğru ilerlemeye başlıyorum. Anlaşma imzalayanların evlerini olduğu yere yıkmışlar. Yıkılan evlerin komşuları yıkıntıların arkasında kalmış. İnsan ikna etmenin gerçekte karşılığı bu! Mahallede yukarı seyirttikçe yükselen minareleri görüyorum. Daha önce de görmeme rağmen dejavu hissi yok. Sanki çıkmamacasına kafamızın bir tarafına kazılı… İşte aşağıdaki camiler yıkılıp yukarıdakiler yapılıyor diyorum.
Yukarıdaki cami ile buradaki halk nasıl bir ünsiyet kurabilir. Müslümanız demekle tüm camiler bizim için eşit mi oluyor? İbadet etme ihtiyacımızın ortaklaşa bir dert haline gelmesi sonucunda tüm mahalle birleşerek yaptığımız bir caminin karşısında mahalli bir ihtiyaçtan neşet etmeyen, güç gösteren bir cami. Bizim için anlamı belki sadece inşaatında işçi olmak olan bir cami. İçine girip ibadet etmekte hiç bir sakınca görmüyorum, ama feyz alacağımdan şüpheliyim.
Mesele cami değil kardeşlerim. Cami nefes alıp veren bir halk için anlam taşır. Ortak bir ihtiyacın ifadesi olduğu kadar ortaklığın da ifadesidir. Bir önceki yazıda söylenen taşu toprak arasında bizim dahi yapılır olmamızın anlamı budur belki de. Ortaklığın ifadesi olarak ortamızda durur, tepemizde dikilmez. Bize Allah’ı hatırlatır, başka şeyleri değil. Cami kendi başına bir yapı değildir, etrafında yaşayan insanlarla bir bütündür. Toplum yaşamında bir anlam ve fonksiyonu vardır. Mahalle camisini yıkmak mahalleyi yıkmak demektir. Yukarıdaki camiyi yapmak mahalle yapmak anlamı taşımaz ama.
Mahallenin yıkımına belki iki iş makinesi yeter de yapımına yeniden tüm yaşanmışlıklar, anılar, toplumu yoğuran babalar, Yunus Emreler gerekir. Mahalleyi yıkmak, insanları bilmedikleri yerlere atmak, ilişkileri daha da, daha da anonimleştirmek kök hissini koparmak olur. Merhameti yüreklerden kaldıran, milleti birbirinin canına salan, Zilhiccemizi Meherrem kılan müruru zaman değildir a! Xeyder Baba’yı delen iş makineleri var, Xeyder Baba’yı hafriyat toprağı kılan kamyonlar var.