Uçurumdan Dönelim!
Türkiye bir uçurumun eşiğindedir. Barış görüşmelerinin çöküşüyle birlikte girilen savaş dönemi, 15 Temmuz darbe sürecine götüren mekaniği devreye sokmuş, 250’yi aşkın yurttaşımızın ölümüne, devlet aygıtının ise fiilen iflasına neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan rejim ufalanmakta, iktidar bloğunun yeniden tesis edilmeye çalışılan ittifakı ise tehlikeli tavizlere, kirli rüşvetlere rağmen bir arada duramamaktadır. İktidar sahipleri ise “bir açgözlülük saplantısı içerisinde” bedeli ne olursa olsun konumlarını terk etmemekte ısrar etmekte, seçimle geldikleri koltuğu demokrasi dışı enstrümanlarla ellerinde tutmaya çalışmaktadırlar. Olağanüstü hal, ne yazık ki olağan bir hale dönüştürülmek istenmektedir.
Adını nasıl koyarsak koyalım, baskıcı rejimler, toplumsal alanı tahrip, halkların söz ve eylem zeminini tasfiye ederken, ekonomik olarak da ülkeyi çöküşe sürüklerler. 24 Ocak Kararları’ndan 28 Şubat’a, Türkiye’nin tanıklık ettiği tüm darbe süreçleri, emekçileri, yoksulları, memurları ve orta direği perişan etmiş, kazanım ve birikimlerini mülk sahiplerine peşkeş çekerek onları güvencesiz bırakmıştır. Mevcut OHAL rejiminin ülkemize vaat ettiği de bu durumu kalıcılaştırmaktan ibarettir. Hak arayışındaki insanların hakkının savunulması bir yana, bu arayışı kamusal alanda dillendirmek dahi bir ihanet eylemi olarak rahatlıkla damgalanabilmektedir. Cezasızlık ve sorumsuzluk zirve yapmış, rızkının peşinde koşanlar ve demokrasi talebinde olan herkesi en temel haklarını savunmaktan dahi aciz duruma düşürmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden tarihsel ve toplumsal koşullar, iktidarın ve müştereklerin imtiyazlı bir azınlık, belirli bir milliyet veya inanç grubunun elinde değil, toplumsal kesimlerin tamamınca eşit ve adil paylaşımını icbar etmektedir. Aksi yöndeki her türlü girişim, kriz ve çatışmayla sonuçlanmış, müteşebbislerini tarihin çöplüğüne göndermiştir. Sistemin kenara ittiği, ötekileştirip yok saydığı çeşitli kesimlerin refah ve adalet talebiyle iktidara gelen AKP, bugün bu vaatlerinin çok gerisine düşmüş, siyasi anlatısında sıklıkla başvurduğu “Eski Türkiye”nin kirli aktörleriyle ittifak ederek bilindik bir hikayeye dönüşmüştür. Hiçbir zaman tam anlamıyla hesaplaşamadığımız 90’lı yılların politikaları, kara bir bulut gibi tekrardan ülkenin üzerine çökmüştür.
Adına devlet denen şey, yurttaşları arasında eşit ve adil bir ilişkiyi tesis ettiği ve bunu denetleyebildiği sürece anlam taşır. Hukuk da bu dengeyikorumak ve gerçekleşmesini sağlamak için vardır. 15 Temmuz gecesi, darbecilere karşı sokağa çıkan Türkiye halklarını, giriştikleri şiddet eylemleri sebebiyle kovuşturmadan muaf tutmak maksadıyla yürürlüğe sokulduğu iddia edilen, 696 sayılı KHK’nın 121. Maddesi, normatif olarak kayıt altında olan bu durumun ilgası anlamı taşımaktadır.Rejimin ötekileştirdiği her birey ve kesim üzerinden eksik olmayan sopasını sivil alana da yaymakla kalmayıp, işlenen her cinayete “terör” eylemlerini bastırmak adına yasal kılıf sağlamaktadır. Devlet adına işlenen, öldürme dahil her fiili cezai sorumluluktan beri tutmaktadır. Söz konusu düzenleme ile terör olaylarına müdahale etmiş olmayı yargı muafiyetine tabi tutmak hukuk tekniği açısından da sakattır. Şöyle ki, herhangi bir hukuka aykırı şiddet olayına karşı direniş zaten halihazırdaki hukukumuzda meşru müdafaa kapsamına girmektedir. Bunun ötesinde bir düzenleme yapılmasının yalnızca devlet adına işlenen, öldürme dahil her fiili cezai sorumluluktan beri tutma kastıyla yapıldığı açıktır.
12 Eylül zindanlarından, Guantanamo barbarlığından tanıdığımız tek tip kıyafet işkencesi 696 sayılı KHK’nin bir diğer zorbaca uygulamasıdır. Gayeleri Türkiye halklarının iradesini, yerleşik demokrasisini cebirle değiştirmek olan darbe müteşebbisleriyle mücadele ancak daha fazla demokrasiden, daha özgür ve çoğulcu bir toplumdan geçer. İnsanlık onuruna aykırı bir uygulama olan tek tip kıyafet, sanık ve hükümlü fark etmeksizin her tutuklunun adilce yargılanma ve insanca muamele hakkını hiçe saymaktadır. Çok ağır bedeller ödenerek uygulamadan kaldırılan bu işkencenin OHAL bahanesiyle tekrar yürürlüğe sokulması, darbe müteşebbisleriyle hesaplaşmak bir yana onlardan mağdur yaratacaktır. Kötülüğü sıradanlaştıranlarla mücadele, ancak iyiyi ve iyiliği yayarak mümkündür. Tek tip kıyafet dayatmasından, ağır toplumsal sonuçlara sebep olmadan bir an evvel vazgeçilmelidir.
Olağanüstü Hal ile birlikte başlayan KHK rejimi, iktidarın torba KHK’lar ile dilediği düzenlemeyi yaptığı ve hatta fiilen Meclis’i ortadan kaldırdığı bir düzene evrilmiştir. Başkanlık sistemine giden yolda iktidar sahipleri tarafından fiili durum blöfü ile uygulanan hukuka aykırı her eylem OHAL ile birlikte kurumsallaşmıştır. Türkiye’nin bir arada yaşama kültürüne belki de en çok yaklaştığı resmi kurum olan Meclis’in bu denli değersizleştirilmesi, 16 Nisan seçimlerinin akıbeti de düşünüldüğünde toplumu fazlasıyla ayrıştırmaktadır. 696 sayılı Olağanüstü Hal KHK’sının, bir buçuk yıllık Olağanüstü Hal dönemindeki diğer KHK’lardan farklı bir tarafı yoktur. Aynı hukuka aykırılık, bu sefer temel hak ve hürriyetler ile insanlık onuruna doğrudan doğruya müdahil olan bir biçimde kendini göstermektedir.
Netice itibarı ile AKP iktidarı 21 Mart 2013’te, 7 Haziran 2015’te ve nihayet 16 Temmuz 2016 sabahında önüne çıkan toplumsal barış ve uzlaşma taleplerini, tek başına iktidarını sürdürmek uğruna heder etmiştir. Ülkemizin son on beş yılda elde ettiği kazanımları bir bir harcayan bu çılgınlık istihap haddini aşmış durumdadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün failleri ve suç ortaklarıyla hesaplaşmaktan çok, toplumla mücadeleye, muhalifleri tasfiyeye ve iktidarını tahkime dönüşen bu süreç son bulmak zorundadır. Türkiye halklarının istikrar ve refah talebiyle seçtikleri yöneticiler barış ve adaleti yok sayarak ilerleyemezler. Toplumsal barışın yoksunluğunda, hiçbir kesim güvence altında olamaz. Türkün Kürde, Sünninin Aleviye, sekülerin dindara üstünlüğü yoktur. Her ne saikle olursa olsun, Türkiye’nin bir kesimini, diğer bir kesimi üzerinde hakim kılmaya çalışan hiçbir siyasal proje hayırlı bir akıbetle neticelenmez ve öncelikle faillerini helak etme potansiyeli taşır.
İktidar sahiplerini ikaz ediyoruz; ateşle oynamayın! Bugüne kadar çeşitli saiklerle en doğru tercihin ‘mevcut iktidarı desteklemek’ olduğunu düşünenlere kardeşçe çağrıda bulunuyoruz; gündelik kazanımlarınız uğruna yöneticilerinizin hatalarını görmezden gelmeyin! Aksi takdirde bu ateş hepimizi yakacak! Bu ülkenin demokratik bileşenlerine sesleniyoruz; her ne pahasına olursa olsun yan yana gelelim, Kürt sorununun onurlu çözümü, eşit ve özgür yurttaşlık temelinde, parlamenter demokrasi çerçevesinde yeni bir Anayasa ile gerçek demokrasiyi birlikte inşa edelim! Gelin, yangın yeri Ortadoğu’da, zalimlere ve müstekbirlere değil, hürriyet ve refahını arayan halklara ilham kaynağı olalım.
Herkes için adalet, herkes için hürriyet!
Emek ve Adalet Platformu