Ben ve Sen Biz ve Ötekiler
Aristo’nun meşhur beyanı fehvasınca zoon politikon olan bizler daimi olarak kendi gruplarımızı oluşturup başkalarından ayrılıyoruz. Hayatımız biz ve ötekiler arasında kıvrılıp gidiyor. İçimizde bir de kutsal olanla süregiden bir “ben ve sen” ilişkimiz var. Bulunduğumuz yerin bu iki ilişkiyi baz alan bir tarifi kendi bağlamımıza bir bakışı gerektiriyor. Bu başlık altında yer alacak yazılar bu iz sürüşte tutulan notlardır. Bir salyangozun geride kalmış izleri ya da an itibariyle bıraktıkları olarak da anlaşılabilir.
Doğduğumda ben tek başıma değildim. Kendi vücudumun bir parçası olan annem-babam, ayaklarımı uzatınca uzayan bahçe… Edward Said Kış Ruhumda benzerini dile getiriyor. Sözler tam aklımda kalmasa da “biz ufakken çevremiz bedenimizin parçasıdır” gibiydi. Çevre vücudumdan zamanla ayrılıverdi. Buraya şıp diye oturan bir benzetme ağaç-yaprak-sonbahar içerir.
Çocukluğu araştıranlara göre yabancılardan korkmaya başladım. Annemin benden ayrılışı… Tanrısallığı anlayamadığımı, yaşının gelmediğini söylerler. Tanrıyı bilmem ama sonsuza giden sayıları anlamamıştım. Hayalimde bir adamı bir odaya oturtup sayılar bitene kadar saysın diye kurdum. Vatan, millet, ümmet, din, öteki bende ayrılıp birleşti.
Mahmut Derviş’in şiiri böyle başlıyor: Ben kimim? Ben, ben olmakla karşıma bilmeden düşmanları almışım. Hayatta ben bir domino taşı değilim; olsa olsa satrançta bir tanesi. Birimize vurulunca öbürlerini öylece yıkılıp gitmiyor. Domino taşlarında iki tane ayrıcalıklı var: ilk düşen ve son düşen. Diğerleri onlara uzak ve yakın olmakla sıralı. Satrançta taşlardan biriyim ve hayat tümden kaderci değil. Doğuştan şah olmak kaderimdir; değişmeyi istedikçe yontulmam gerekir. Her dönüşmede azalıyorum. Belki dönüşümlerin de bir sınırı var. Ama sayılar sonsuza kadar bölünebilir; matematikte belli bir netice kabul etsen de.
Delfi tapınağının girişinde “kendini tanı” yazıyormuş. Bilgeler “kendini bilen Rabbini bilir” demiş. Kendimi nasıl bileceğim? Ötekiler ve ben birbirimize sümüksü yapılarla yapışık; düşmana yumruk salla kendin düş.
Bu sorular dünün ve yarının olmasa da burası bağlamında aklıma bir DİSK önlüğüyle düşüverdi. Muhafazakar, emekçi aileden gelen benim için DİSK bir düşmandı. Durumun karmaşıklığına sayalım, işçiler de muhafazakardı. Kimdim, kim için, kime karşı mücadele ediyordum.
Lizbon’a Gece Treni nam filmde bazı çarpıcı cümleler var. “Özgürlüğü ile tüy gibi hafif, belirsizliği ile kurşun gibi ağır; önümüzde uzun ve şekillendirilmemiş onca zamanla neler yapılabilir ve neler yapılmalıdır? Bu bir dilek mi? Rüya gibi ve nostaljik. Bir kez daha hayatın o noktasında olmak ve bizi biz yapan o yoldan tamamıyla farklı bir yol seçebilmek.” Şimdi dönüp baktığımda köşe başlarında bıraktığım benleri görüyorum. Köşe başlarında ayrıldığım benler şimdi karşımda binbir “o” olarak vücut buluyor. Düşmanlarım ve ben aslında aynı insan mıyım? Benim kulaklarımı şimdi hakikat saydığıma açık kılan neydi? Belki biraz cesaret biraz da korku. Olamadıklarım ve geride bıraktıklarım bu formülde eksik ya da fazlalık sahibi eğer ölçü bensem. Karşımda piyonlar ve şahlar; yanımda, ötemde, berimde…
Kürtçe bilmediğim için internetteki çevirisine bel bağladım Lawike Metini’de[1] diyor ki “bütün arkadaşlarım ve dostlarım gitmişler. Uzak Şeyhlerin mağribine ve hepsi derin bir vadide derin gönüllerin ve sözlerin peşine düşmüşler.” Derin gönüllerle sözlerin peşinde diğerleriyle dost düşman.
Bir arkadaşımla Anadolu Feneri’nden dönüşümü anımsadım. Osmanlı son döneminde jimnastik sevdasına Ömer Seyfettin’den örnekler vermişti. Hayy bin Yakzan’ı çok severdi. Hayy’ı büyüten ceylanda ne buluyordu? Ceylan öldü ve Hayy vücudunun sıcak olmadığını kavradı. Doğada insansız büyüyen Hayy tabiat kitabını ve kendini okuyarak Rabbine ulaştı. Hz İbrahim’in aya ve yıldızlara çatışı… Baltayı vurdu ve büyüğün boynuna astı: Cevap versin! Bir diğer dostum sordu: Biz tanrımızla konuşuyor muyuz?
Gök uzak, yer derin. Elimiz göklere ermiyor.[2] Her kırılışımızda tanrımıza dönüyoruz. Sustuğunu varsayanlarımız var. Bazıları arkasına geçip kendi sözlerini fısıldıyor. Şimdi ben burada o her arkaya geçenleri yakalamaktan muzdarip bir acıyla hakikatin ne olduğunu bilmeden aç ve yaralı bir tilki gibi kuyruğumu Bakara suresindeki yağmurun çamuruna vura vura böğürüyorum. Cevap verilmediğini düşündüğü için mi çarmıhtaki Hz. İsa “Lema şevaktani” dedi?[3]
Muhammed Esed Asr Suresini görmüş. Ben dönüp dolaşıp Bakara Suresinde takılıyorum. Teorilerle kitaplar bir an ortalığı aydınlatıyor sonra o gök gürültüsü ve yağmur.
Lizbon’a Gece Treni’nde olduğu gibi hayatın o noktasındayken dönüşmek ve örtüleri kaldırıp hakikat burada mı diye bu bakmak daha kolay. Zaman geçiyor ve benim satranç taşım ufalıyor. Hayat ilerledikçe denemenin zorluğu ve hakikatin ele gelmezliği korkutucu.
[1] Ayşe Şan ve Karapete Xaço versiyonları tavsiye edilir.
[2] Tevrat’ta Babil Kulesi, Kur’an’da Firavun’un Haman’a yapmasını emrettiği kulelere bkz.
[3] Bkz. Matta 27.
- Mezmur’da da bir terk etme teması yer alır:
ALLAHIM, Allahım, beni niçin bıraktın? Kurtuluşumdan, iniltimin sözlerinden niçin uzaktasın? Ey Allahım, gündüz çağırıyorum, fakat cevap vermiyorsun; Ve geceleyin, fakat bana rahat yok. Sen ise kuddûssun, Ey sen, İsrailin tehlillerinde sakin olan. Babalarımız sana güvendiler; Güvendiler, sen de onları azat ettin. Sana feryat ettiler, ve kurtuldular; Sana güvendiler ve utanmadılar. Fakat toprak kurduyum ben, ve insan değilim; İnsanların yüzkarasıyım, kavmın hor gördüğü. Beni görenlerin hepsi benimle eğleniyor; Sırıtıp, baş sallıyarak diyorlar: RABBE dayandı, onu azat etsin, Mademki ondan zevk alıyor, onu kurtarsın. Fakat beni rahimden çıkaran, Anamın kucağında iken beni emin kılan sensin. Doğuşumdan beri sana verildim; Anamın karnından beri Allahım sensin. Benden uzak durma; çünkü sıkıntı yakın; Çünkü yardım eden yoktur. Bir çok boğalar beni kuşattı; Zorlu Başan boğaları çevremi sardılar. Yırtan ve gümürdiyen aslan gibi, Üzerime ağızlarını açıyorlar. Su gibi döküldüm, Bütün kemiklerim oynaklarından çıktı; Yüreğim balmumu gibidir; içimde eriyor. Kuvvetim çömlek parçası gibi kurudu; Ve dilim çenelerime yapıştı; Ve beni ölüm toprağına koydun. Çünkü köpekler beni kuşattı; Şerirler takımı çevremi sardılar; Ellerimi ve ayaklarımı deldiler. Bütün kemiklerimi sayabilirim. Onlar bakıyorlar, gözlerini bana dikiyorlar; Esvabımı aralarında paylaşıyorlar, Libasıma da kura atıyorlar. Fakat sen, ya RAB, uzak durma; Ey kuvvetim, bana yardıma koş. Nefsimi kılıçtan, Canımı köpeğin pençesinden azat et. Aslanın ağzından beni kurtar; Evet, yaban sığırlarının boynuzlarından bana cevap verdin.
Bkz. https://incil.info/KM/arama/Mezmurlar%2022