Özgürlük Teolojisinin İmkânları Üzerine (4) – Tozlu ve Dikenli Yıllar
“Bil ki hidayete götüren imamla, kötülüğe sevk eden, ümmeti helak eyleyen imam, Peygamber’in dostuyla, Peygamber’in düşmanı bir değildir. Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun Resulullah buyurmuştur ki: Ben ümmetim için ne müminden korkarım, ne müşrikten; Çünkü mümini Allah imanı yüzünden kötülükten korur, müşriki de şirki yüzünden kahreder. Fakat ümmetimi gönlü nifakla dolu, dili sözler yapar, bilgili bir dille konuşur, diliyle doğru söyler, iyiliği emreder, hareketiyle kötülükte bulunur, kötülük eden kişinin, münafıkın azdırmasından korkarım” [1]Neh’cül Belaga, s.363, Hz. Ali’nin Muhammed bin Ebibekir’i Mısır’a vali tayin ettikten sonraki ona verdiği emir.
Hz. Ali, Muhammed bin Ebubekir’i Mısır Valisi olarak tayin ettikten sonra kendisine söylediklerinin bir bölümü yukarıdaki gibidir ve orada Hz. Muhammed (SAV)’in neden korktuğunu bildirir. Evet, ümmet için en tehlikeli olan münafıklardır. O günde, bugünde ve nihayetinde gelecekte de en tehlikeli olan yine onlar olacaktır. Çünkü onlar kurtla parçalayıp, kuzuyla ağlaşırlar. Gerçek yüzlerini hiçbir zaman belli etmezler, kendi heva ve heveslerini İslam kisvesi altında gerçekleştirirler, muhakkak ki Rabbim onların hesabını mutlaka görecektir ama bizlerinde bu bilinç içinde bulunmamız gerekir.
Hz. Osman meydana gelen isyan sonucunda katledildikten bir müddet sonra Halifeliğe seçilen Hz. Ali, bütün halifeliği boyunca çok çekmiş ve önce Cemel Vakası’nı, ardından Sıffin Savaşı’nı yaşamış, en çok korktuğu şey olan Müslümanların birbiriyle savaşmasında taraf olmak zorunda kalmıştır. Sonra da önce kendisine biat eden ve sonra kendisini suçlayan Haricilerle savaşmıştır ki, bu en sonunda kendi şehadetine de yol açmıştır. Kaldı ki Müslümanlar arasında nifak çıkmasın diye, uzun zaman içi kan ağlamasına rağmen, kendisinden önceki üç halifeye de biat etmiştir. Bu kadar korktuğu bir savaş kendi başına gelmiştir. Sonraları Hz. Ali o yıllarına “Gözlerimde tozlar ve ağzımda dikenlerle yaşadım.” diyecektir.[2]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.71.
KALEM, MÜZZEMMİL VE MÜDDESİR
Oysaki 46 yıl önce henüz daha 11 yaşındayken, Hz. Muhammed’e Risalet geldiğinde yanındaydı ve ona her zaman inandı ve onu her ortamda destekledi, Hz. Peygamber’in kendi kabilesini toplayıp Peygamberliğini onlara tebliğ ettiğinde bir tek inanan ve destek veren Hz. Ali olmuştu. O günlerde her şey ne kadar netti, bir yanda bir avuç Müslüman, diğer yanda Mekke’nin müşrikleri, Hz. Peygamber ilk gelen sure olan Alak suresinden sonra (anladığım kadarı ile) Mekke’nin karşısına çıkıp onlara “La ilahe illallah” diyordu, Allah’tan başka ilah yoktur, her şeyin sahibi odur diyordu. Köle Bilal ile sahibi Velid Bin Muğire arasında bir fark yoktur diyordu, her şeyi yaratan Allah, bir gün herkesi öldürecek ve yanına alacaktır ve mutlaka hesap günü herkesten hesabını soracaktır diyordu. Sizin malınızda mazlumun hakkı var diyordu. Mekkeli müşrikler bir anda şaşırdılar. Hayatında hiçbir zaman yalan söylememiş olan Abdullah oğlu Muhammed tuhaf tuhaf laflar etmeye başlamıştı. Önce inanamadılar, sonra dalga geçmeye başladılar. Hz. Peygamber için “Meczup olmuş, mecnun olmuş.” dediler. Aslında önce ürktüler, bir köle ile bir efendi nasıl eşit olurdu, o tek olan Allah kimdi, onların bir sürü ilahı vardı. Geçim kaynakları onlardı, her sene hac mevsiminde giderek daha fazla zengin oluyorlardı. Kazandıkları mallara kendi köleleri nasıl ortak olabilirlerdi.
Hz. Peygamber çok üzülmüştü, bütün hayatı boyunca hep mazlumun yanında olmuştu, asla kimseye bir kötülüğü dokunmamış, hiçbir zaman yalan söylememişti. O emin lakabı ile anılırdı. Şimdi nasıl böyle bir muameleye tabi tutuluyordu, tam bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Gitti evine ve Peygamberliğinden önceki son günleri gibi tekrar içine kapanmaya başladı. Bunun üstüne Kalem suresi nazil oldu.
-
“Nûn velkalemi ve mâ yesturûne – “Düşün kalemi ve (onunla) yazdıklarını”
-
Mâ ente bini’meti rabbike bimecnun – “Sen bir deli değilsin, Rabbinin nimeti sayesinde”
-
Ve inne leke le’ecren gayre memnun – “Ve senin için kesintisiz bir ödül vardır”
-
Ve inneke le’alâ hulukın azıym – “çünkü sen, üstün bir hayat tarzına sahipsin”
-
Fesetübsiru ve yubsirûne – “ve (birgün) sende göreceksin, onlar(şimdi seni küçümseyenler)de görecekler”
-
Bieyyükümülmeftun – “hanginizin akıldan yoksun olduğunu” [3]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 1-6. ayetler.
Allahu Teala, Peygamberine sen deli değilsin, Mecnun değilsin diyordu. Çünkü sen üstün bir hayat tarzına, ahlaklı bir yaşantıya sahipsin, mazlumun yanında durur, yetimi korursun diyordu. Şimdi seninle dalga geçenler Mecnun’un kim olduğunu yakında görecekler diyordu. 10 ile 13. Ayetler arasında onların kim olduğunu söylüyordu. “Yemin edip duran alçağa uyma, ya da iğrenç dedikodu yapan iftiracıya yahut iyiliğe mani olana, günahkâr zorbaya, ihtiraslarına esir olmuş zalime ve bütün bunların ötesinde (hemcinslerine) hiçbir faydası dokunmayana uyma.”[4]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 10-13. ayetler. diyordu. İşte onlardır asıl mecnun ve meftun olanlar…
Surenin devamında ise Peygamberine ve dolayısı ile bütün insanlığa bahçe sahipleri kıssası ile esas meseleyi anlatmaya başlıyor. Kendi bahçelerinden en ufak bir meyveyi, sebzeyi fakirlerle paylaşmamak için nasıl kaçtıklarını ve Rabbin onların bahçesini nasıl tarumar ettiğini anlatıyor. Pasaj şu şekilde biter:
-
kaâlü sübhane rabbina inna künnâ zalimiyn – “Onlar Rabbimizin şanı yücedir! Doğrusu biz zulüm işliyorduk! Diye cevap verdiler.”
-
feakbele ba’duhüm ala ba’dın yetelavamün – “ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya başladılar.”[5]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 29 ve 30. ayetler.
Hz. Peygamber (benim kanaatime göre) içine kapanmaya devam ediyordu. Bir müddet sonra Müzemmil suresi iniyordu ve Rabbil Alemin Peygamberine,
-
Ya eyyühelmüzzemilü – “Ey örtülere bürünen (insan)”
-
Kumilleyle illa kaliylen – “Gece biraz ilerleyince (namaz için) kalk”
-
Nısfehû evinkus minhü kaliylen – “gece yarısından biraz önce”
-
Evzid aleyhi ve rettililkur’âne tertiyla – “ya da sonra(kalk) ve ağır ağır duyarak Kuran oku” [6]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzemmil Suresi, 1-4. ayetler.
İçine kapanan Peygamberine “Ey örtülere bürünen, kalk seni Yaradan’a ibadet et” diyordu. Daha sonra ise surenin devamında:
-
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ – “Biz(sana) sorumluluğu ağır bir mesaj tevdi edeceğiz.”
-
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ – “(ve) gerçek şu ki gece zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır.”
-
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ – “Hâlbuki gündüzleri seni meşgul edecek yığınla iş var.”
-
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ – “ama (hem gece hem de gündüz) Rabbinin adını an ve bütün varlığınla kendini O’na ada”
-
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu vekîlâ – “(O’dur) Doğunun ve Batının Rabbi; O’ndan başka Tanrı yoktur, öyleyse kaderini belirleme gücünü yalnız O’na izafe et”
-
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecren cemîlâ – “Halkın (senin aleyhinde) söyleyebileceği her şeye sabırla katlan ve onlardan uygun şekilde uzaklaş”
-
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ – “Ve nimet içinde oldukları halde (Allah’tan geldiğini umursamadan) hakikati yalanlayanları Bana bırak; onlara bir süre daha dayan”[7]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzzemmil Suresi, 5-11. ayetler.
Allahu Teala ‘Gece kalk, ağır ağır Kuran oku, çünkü gece insanın zihni açık olur, daha iyi anlar ve kavrar, gündüzleri işleri çok olur, o yüzden gece kalkman senin hayrına olur’ diyordu. ‘Çünkü sana sorumluluğu ve yükü ağır olan bu sözü indireceğiz. Bunu yaparken bütün varlığını her yerin ve her şeyin sahibi olan Allah’a ada ve halkın senin aleyhindeki bütün kışkırtmalarına ve alaylara katlan, sen onları bize bırak, muhakkak ki o hesabı, Ben göreceğim’ diyordu. Yani içine kapanan Peygamberine önce kendisine gelmesini, sonra Kuran’ı okumasını söylüyordu, çünkü ‘Sen bizim Peygamberimizsin, seni bütün insanlığa bir ışık olarak gönderdik, bu çok büyük sorumluluk isteyen bir şey, kalk ve gereğini yerine getir. Sana saldıranların yanında durma, onları bana bırak’ deyip, Hz. Peygamber’in kendine olan güvenini yerine getiriyordu.
Daha sonra onlara nasıl bir ceza vereceğini tasvir ettikten sonra, ilk defa Firavun misalini veriyordu. Onlara da aynı o Firavun’a ne yaptıysa yapacağını söyledikten sonra, nasıl bir şey olacağını şöyle tarif ediyordu. “Öyleyse hakikati kabul etmeye yanaşmazsanız, çocukların saçlarını ağartan o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız.” (Müzemmil 17), Türkçede “bir gecede saçları ağardı” diye bir deyim vardır ya, o üzüntü ve dehşet halini anlatan tam da ona tekabül eden bir benzetmedir buradaki, korkudan ve dehşetten çocukların bile saçları ağaracak diyordu. İşte bu yüzden Cenab-ı Allah bu ayette, Rabbiniz sizin doğru yolda olduğunuzu ve sözünü tutacağınızı bilir, gece kalkın okuyabildiğiniz kadar Kuran okuyun, Allah yolunda mücadele edin, namazınızı dosdoğru kılın ve malınızdan Allah’a güzel bir borç verin, yani malınızı Allah yolunda fakir, fukaraya harcayın diyordu.
3. sure olan Müzemmil ile Peygamberinin hem tebliğ ve düşünce biçimini ayarlayan ve onun tekrar kendine güvenmesini sağlamaya çalışan Allah, kendisine sonuna kadar sahip çıkacağını söylüyordu, yeter ki o ve müminler doğru yolda ilerlesinler, böyle söylüyordu Yaradan Rabbim.
Bir Müddet sonra Müdessir Suresi nazil oldu.
-
Yâ eyyuhel muddessir – “Sen Ey (yalnızlığına) bürünmüş olan”
-
Kum fe enzir.- “Kalk ve Uyar”
-
Ve rabbeke fe kebbir. – “Rabbinin büyüklüğünü ve Yüceliğini an”
-
Ve siyâbeke fe tahhir – “Öz benliğini temiz tut”
-
Verrucze fehcur. – “Ve bütün pisliklerden kaçın”
-
Ve lâ temnun testeksir – “İyilik yapmayı kendine kazanç aracı kılma”
-
Ve li rabbike fasbir. – “Ama sabırla Rabbine yönel” [8]Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müdessir Suresi, 1-7. ayetler.
Evet, Allah Müdessir Suresi’nden itibaren artık, Peygamberini, o kendi içine kapanmış, o çok üzülmüş Peygamberini ayağa kaldırıyordu ve ona bütün öğrettiklerini, herkese tebliğ etmesini istiyordu. Bunu yaparken de kendini bütün pisliklerin dışında tutmasını, yalnızca Rabbine yönelmesini ve yaptığı hiçbir iyi iş karşılığında bir menfaat beklememesini öğütlüyordu. Evet, bu Sure ile ayağa kalkan ve haykıran Hz. Muhammed artık ölünceye kadar susmayacak, yılmayacak ve savaşacaktı. Çünkü kendisi iyi bir ahlaka sahipti, mazlumun yanında durur, yetimi korur ve asla yalan söylemezdi. O Mekke’de herkesin eşitlenmesini istiyordu, mazlumların ezilmemesini istiyordu, herkesin birbiri ile kardeşçe yaşamasını istiyordu. Aşiretçiliğin, kavmiyetçiliğin kalkmasını istiyordu. Tam on üç yıl boyunca türlü eziyetler çektiler, topu topu bir avuç insandılar. Buna rağmen hiçbir yılgınlığa düşmüyorlardı. SÖZ’ü söylemeye devam ediyordu. Artık bilginin tekâmül olma zamanı gelmişti ve bilgiyi, maddi zenginlikle birlikte daha güçlü hale getirmek gerekiyordu. Medine’ye Hicret eden insan sayısı sadece 154 kişiydi, orada da kendisine inanan belki o kadar, belki biraz daha fazla insan vardı ama artık inşa zamanı gelmişti. Onun içinde yavaş yavaş servetin ele geçirilip, bölüştürülmesinin zamanı gelmişti. Bedir savaşına işte bu üç yüz inanmış kişi ile çıkılıyordu ve kendisinden çok büyük bir orduyu Bedir kuyularında Allah’ın yardımı ile mağlup ediyorlardı. Artık servet sahibi olmanın da yolu açılmıştı. Son olarak iktidar kalmıştı, o da Mekke’nin fethi ile bitirilmişti. Artık herkesin eşitlenmeye başladığı o toplum bir yandan kurulurken, bir yandan da egemenlikleri ellerinden giden Mekke sultası kalan son günlerinin gelmesini bekliyorlardı.
“Hz. Muhammed, fakirler, yetimler, köleler gibi herkesin Allah’ın gözünde eşit olduğunu söylüyordu. Ona göre insanın doğduğu kabile, o kabile içindeki klan ve aile hiç önemli değildi. Hiçbir grup diğerleri üzerinde hak iddia edemezdi. Müslüman olmak- Allah’ın emirlerini yerine getirmek- eski bölünmeleri unutmak demekti. Kabileler ya da zenginle fakir karşı karşıya gelmeliydi. Onlar insandı, bir toplumdu, tanrılar değil, bir Allah’a inanarak birbirlerine bağlanmışlardı.
Birinci yüzyıl Filistin’in de ortaya çıkmış eski bir Peygamber mesajı gibi, zamanına ve bölgesine göre devrimci bir eşitlik mesajıydı bu. Ve şehrin zenginliğini kontrol edenler içinde yıkıcı bir mesajdı, onların gücüne meydan okumaktı.” [9]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.18.
Veda haccından kısa bir süre sonra vefat ediyordu ama olacakları hissetmiş olmalıydı. Veda haccında şöyle söylemişti:
“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”
”Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz.” diyordu.
PEYGAMBERDEN SONRASI
Kısa bir zaman sonra vefat ediyordu ama daha cenazesi defnedilmemişken, iktidar kavgaları başlıyordu. O gün başlayan tartışmalar, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesi, Kabe’nin yıkılması, Medine’de kadınlara tecavüz edilmesi ile artık bir daha geri dönülmeyecek bölünmelere yol açıyordu. Evet, bütün bu bölünmeler hiç de dini bölünme değildi ve Müslümanlar daha birinci gün fitneye düşmeye başlamışlardı.
Belki de ilk fitneye düşmeleri ve kafa bulanması Hz. Ayşe’nin çölde kaybolması vakasından sonra başlamıştı. Dedikodu öyle bir hal almıştı ki, Hz. Ali belki de hayatının en büyük hatasını yapmış, sonradan masumluğu vahiy ile kanıtlanan Hz. Ayşe’yi boşayabileceği noktasında Hz. Muhammed’e telkinde bulunmuştu. Muhakkak ki bu yaptığından vahiy indikten sonra pişman olmuştur ama Peygamberin en sevgili eşi olan Hz. Ayşe bu olayı hiçbir zaman unutmayacaktı. Aslında daha 11 yaşındayken Hz. Muhammed ilk kendi ailesini topladığında ve tebliğde bulunduğunda hepsi kendisi ile dalga geçerken bir tek Hz. Ali ona inandığını ve onun dinine iman ettiğini söylüyordu ve orada açıkça “Ali benim halifemdir.” diyordu ama bu söz unutulmuştu ve iktidar için kıyamet kopuyordu. Ensar kendi arasında bir halife seçme derdiyle toplanmıştı, bu toplantıyı haber alan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer toplantıyı basmaya giderken, Medine dışına yerleşmiş olan Hz. Osman’a da haber yolluyorlardı. Orada bir halife seçme derdine düşmüşken, hiç kimsenin aklına bu toplantıyı, Hz. Muhammed’i defnettikten sonra, Hz. Ali’nin de katılacağı bir şekilde yapmak gelmiyordu. Bu acelecilik ne içindi, Hz. Ali’nin katılacağı bir toplantıda acaba, kendilerini Hz. Peygamber’in akrabası kabul eden Medinelilerin, Hz. Ali’den yana tavır koyacağını mı düşünüyorlardı? Herkes Hz. Ali’nin ne kadar doğru bir adam olduğunu ve onun Allah’ın adaleti ve sözü dışında hareket etmeyeceğini biliyordu. Bu acelecilik niyeydi? Bütün bu sorular sorulmaya devam edilebilir. Evet, o toplantıda o toplumun en önemli şahsiyeti olan Hz. Ebubekir seçilmişti ama bu şekilde yapılması doğru muydu? Daha Sevgili Peygamberlerinin naaşı yerdeydi, defnedilmemişti. Hâlbuki o toplantı o gün ertelense ve Hz. Peygamber’i defnettikten sonra herkesin katılacağı bir toplantıda kimin Halife olacağına karar verilse daha doğru olmaz mıydı?
Bu sorulara daha devam edebiliriz? Niye çünkü bugün Müslümanlar, herkesi ve her şeyi bir kutsal perdesinin içine sokuyorlar ve hiçbir olay ne düşünülüyor, ne araştırılıyor ne de eleştiriliyor. Sonuçta Hz. Peygamber ”Ben de bir insanım ve öleceğim” demiyor muydu? Bidayeti ve nihayeti olan yaratılmışı kutsamak doğru mudur? Kutsal olan, ezel ve ebed olan Yüce Allah değil midir? Peki, biz ne hakla herkesi kutsayabiliyoruz, hatadan münezzeh görüyoruz. Bir tek Allah’ın dışında başlangıcı ve sonu olan her şeyin ve herkesin fani olduğunu neden görmüyoruz? Fani olan her şey muhakkak ki eksiktir, bunu bilmekte ve kabul etmekte yarar var. Bir tek peygamberler sürekli Allah’ın kontrolünde ve denetiminde oldukları için hata yapma ihtimalleri çok azdır. Buna rağmen Abese Suresi’nde muhatap kimdir ne anlatılır? Yaratılmış olan kutsanmaz.
O gün orada beklenmeyen Hz. Ali çok kötü günler geçirdikten sonra İslam’ın ikbali için Hz. Ebubekir’e biat ediyordu.
“Hilafet meselesi henüz halledilmişti ki, zaten İslam’a inanarak veya ruhi ihtiyaç neticesinde dâhil olmayan çöl Araplarının irtidat ettiği ve her tarafta bir takım yalancı peygamberler ortaya çıktığı haberleri Medine’ye geldi. İslam çok büyük ve çok ciddi bir tehlikeye düşmüştü. İsyan eden Arapların miktarı birkaç milyona ulaşıyordu. Bu irtidat selini durduracak gerçek müminler ise, Medine ahalisinden, umulanın aksine olarak sadakatte sebat eden Mekke ve Taif halkından ibaret yani nihayet 40, 50 bin kişi idi.”[10]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.302.
“Gerçekte çöl Araplarının bir kısmı doğrudan doğruya irtidat etmemişti. Onlar namaz kılmaya razı idiler, tabiatı ile Allah’ın birliğini ve nübüvveti de tasdik ediyorlardı. Yalnız zekât vermek istemiyorlardı. Zekâtı vermediği halde şehadet kelimesinde sabit kalanlara kılıç çekmek bir kısım ashaba güç geliyordu. Hatta Ömer ’Biz, La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah’ diyenlere nasıl kılıç çekeriz’ diye Halifenin görüşünü eleştiriyorlardı.”[11]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.303.
Ömer’in görüşü doğruya benziyordu; zira zekât vermeyenleri irtidat kapsamının dışında tutacaktı. Fakat Ebubekir ‘Resulullah’ın davranışlarından başka hareket tarzı tanımam’ diyerek görüşünde ısrar etti. Zekâtın bir kuruşundan vazgeçmedi”
Yalnız Hz. Ebubekir, savaşmak için Hz. Ali’nin biat etmesini bekleyecekti. Nihayetinde Ali biat edince sefer için ordu hazırlandı.
“Tehlike çok büyük ve bütün ashab endişeli idi. Yalnız Ebubekir’in sarsılmaz metaneti gevşemiyor, tedbir almada hiç kusur etmiyordu. Dinden dönen iki fırkayı perişan ederek Medine’yi hücumdan kurtarmasının ardından, Usame’nin ordusu geri döndü.
Ebubekir bizzat savaşa gitmek üzere Medine dışına çıkmışsa da İmam Ali kendisini engelledi. Ebubekir’in devesinin yularını tutarak: ‘Nereye Ey Allah’ın Resulu’nün halifesi? Sana Allah’ın Resulu’nün Uhud gününde söylediğini söylerim ki; Kılıcını kınına sok, kendini riske atarak bizi yasa boğma, Vallahi sana bir hal olursa İslam bundan sonra bir düzene girmez’ dedi”[12]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.303.
Görüldüğü gibi Hz. Ali yine o üstün ferasetini göstermişti. Oysaki daha çok az bir zaman önce, Hz. Ebubekir halife olarak, kendisinin görüşü alınmadan seçilmişti. Sonuçta bütün bu seferler başarılı oluyor ve düzen sağlanıyordu. Bütün kabileler yine zekât vermeyi kabul ediyorlardı.
HZ. ÖMER DÖNEMİ
2 yıl sonra Hz. Ebubekir ahiret yolculuğuna çıkmadan önce yerine Hz. Ömer’i işaret ediyor ve Hz. Ömer halife seçiliyordu. O ise kendisine Müminlerin emiri diye hitap edilmesini tercih ediyordu. 10 yıl yaptığı halifelik sırasında, İslam orduları iki büyük imparatorlukla savaşa tutuşuyor, İran’ı, Irak ve Suriye’yi fethediyorlardı. Mısır’a giriyorlardı. O çöl de mütevazı bir şekilde yaşayan Araplar bir anda büyük servetlere ve paralara kavuşuyordu. Bu ani zenginleşme, herkesin üzerinde menfi bir tesir yapıyordu ve Müslümanlar daha çok şeyler istemeye başlıyorlardı.
“Önceleri on beş, yirmi bin dirhemlik bir servete sahip olan Arap, ünlü zenginlerden sayılırken, İran ve Suriye fethinden sonra bu kadar bir servete sahip olmayan savaşçı adeta kalmamıştı. Son derece basit bir gelirle hayat sürdüren Araplar, en sefih, en fazla süs ve gösteriş düşkünü olan iki kokmuş milletle temas ederek eski hale, yeni yaşam tarzını tercih etmişlerdi. Dikkate değerdir ki, İran’la muhabbete başlayıncaya kadar un elemesini, kepeksiz ekmek yemesini bilmeyen Araplar, artık Roma ve İran mutfaklarına rağbet ediyordu.
Bütün bu değişmeler ve bütün bu gelişmeler hiçbir basamak basamak ilerlemeye bağlı olmaksızın, hiçbir geçit devresi geçirmeksizin meydana gelmişti.
Kudüs’ün anahtarını teslim almak için Ali’yi kendi yerine vekil bırakarak Şam’a giden ve yamalı gömleğini taşıyan, kölesiyle nöbetleşe devesine binen Ömer; kendisini karşılamaya çıkan Ebu Ubeyde, Yezid bin Ebi Süfyan ve Halid’i ejderha gibi atlara binmiş, atlaslar giymiş görünce hayretten hiddete, hiddetten öfkeye düşerek onları taşa tutmuştu.
Ömer, bu halin güç hazmedilir olduğunu ve tehlikesini tamamen görmüştü. Fakat bu yasaklanamazdı. Dünyanın serveti Müslümanlara akıp geliyordu. Hiç kimse serveti kabulden çekinip kaçınmıyordu. Yalnız bir fazilet şehbali bu altın dağlarının cansız ve kokusuz zirvesine tenezzül ederek düşünmüyor ve yurt edindiği tok gözlülük o maden kitlelerine acıklı bir biçimde bakıyordu. Bu fazilet ve kanaat Anka’sı, Ömer’ül Faruk idi. Hz. Muhammed’le birlikte yaşadıkları hayat tarzını hiç değiştirmeyen yalnız üç sima görüyoruz: Ebubekir, Ömer ve Ali”[13]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ömer’in hilafeti, s.312.
Görüldüğü gibi bu kadar hızlı fetihler ve hızlı zenginleşme İslam’ın mütevazı olarak yaşama, dünya malına tamah etmeme ilkesini tersine çevirmişti. Herkes daha fazla kazanma hırsı peşine düşmeye başlamıştı ve Hz. Ömer bu fetihlerin bu kadar hızlı yapılmasının bir hata olduğunu görmüştü ama ne kendisini böyle zenginlik içinde karşılayanları, ne de Şam valisi olan Muaviye’yi görevden alabilmişti. Acaba o gün onları azletse tarih nasıl akardı, sonuç ne olurdu?
Hz. Ömer Persli bir Hristiyan köle tarafından Cami’de sabah namazını kılarken katledildiğinde, kimin Halife olacağını söylememişti.
“Hz. Ömer bir halife seçmeye mecbur edilince, yani bir düşman tarafından sırtından hançerlenip ölüm döşeğine düşünce, bir şey yapmalı idi. Filhakika, kendisini ziyarete gelen birçok sahabi O’na bir halife seçmesinin zorunlu olduğunu söylemişlerdi. ‘Çünkü Hz. Ebu Bekir bunu yaptı’ demişlerdi. ‘Şayet sen kendine bir veliaht seçmezsen, karışıklıklar olabilir ve belki de bir iç savaş çıkabilir’ Gelen Müslümanlardan bazıları, Hz. Ömer’in kendi oğlu, Abdullah bin Ömer’i seçmesini teklif ettiler. Çünkü Abdullah bin Ömer çok iyi bir Müslüman’dı. Alimdi, mütedeyyindi ve halife olmak için bütün şartlara sahipti. Hz. Ömer bu teklife çok kızmış ve yanlış hatırlamıyorsam, bu teklifte bulunanı tokatlamış ve şöyle söylemişti. ‘Sen benim Cehenneme gitmemi mi istiyorsun’ Daha sonra devam etmişti. ‘Ne yapacağımı bilemiyorum. Şayet birini tayin edersem, benden önce, benden daha iyi olan birisi, Hz. Ebubekir bunu yapmıştı. Şayet kimseyi seçmezsem, bunu da benden önce ve benden çok daha iyi olan Hz. Peygamber yapmıştı. Şu halde iki şekilde de hareket edebilirim.’” [14]Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.118.
Sonunda Ömer kararını vermişti ve herhangi bir veliaht bırakmak yerine Hz. Peygamber’in en çok sevdiği on kişi vardı onların kendi arasından halife seçmelerini istemişti. Yalnız buradaki zorluk şuradaydı. Bu on kişiden üçü ölmüştü, kendisi de ölüm döşeğindeydi, o halde altı kişi kalıyordu ve herhangi bir eşitlik halinde işler sarpa saracaktı. Bu topluluğa oğlunu da şartlı olarak kattı. O aday olmayacak, herhangi bir aday yönünde oylar toplanırsa o tarafı destekleyecek, eğer eşitlik olursa Abdurrahman bin Avf’ın desteklediği adayı destekleyecekti. Emir-ül Müminin Hakkın rahmetine kavuştuktan sonra seçime geçiliyordu. Üç aday, Halife olmak istemediklerini söylemişlerdi, Ömer bin Abdullah zaten aday olamıyordu. Abdurrahman Bin Avf’ta adaylıktan çekildiğini açıklayınca geriye, Hz. Osman ve Hz. Ali kalıyordu. Abdurrahman Bin Avf beş kişiyi odada bıraktıktan sonra birçok gün ve gece Medine’de dolaşıyor ve halkın ve ileri gelenlerin nabzını tutmaya çalışıyordu. Herkese kimin seçilmesini istediğini sordu, daha sonra gelip, seçime geçti.
“Abdurrahman Bin Avf, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ayrı ayrı şu suali sorar: ‘Şayet ben seni değil, öteki adayı seçersem, sen bunu gönül rızası ile kabul eder misin? Ona karşı buğz besleyip isyan etmez misin, ona her zaman itaat eder misin? Hatta Abdurrahman bin Avf, onlara sadakat yemini dahi yaptırır. Her ikisi de kabul edip, ‘Evet kabul ediyorum, hatta başkasını dahi seçsen itaat edeceğim’ dediler.
Böylece bu anket, Abdurrahman bin Avf’ın sabah ezanını duyduğu ana kadar devam etti. Birkaç gün boyunca gece gündüz çalışmıştı. Ezan sesini duyunca Camii’ye gitti ve diğer Müslümanlarla birlikte Sabah namazını kıldı. Namazdan sonra minbere çıkıp, Müslümanlara, şimdi sizin yeni Halifenizi bildireceğim dedi. Minberden Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ayrı ayrı aynı suali sordu: Şayet ben seni halife tayin edersem, sen her zaman Kuran-ı Kerim’e, Hz. Peygamber’in sünnetine Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in tatbikatına uymaya söz verir misin? Hz. Ali şu cevabı verdi: ‘Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetine uymaya evet, fakat ilk iki halifenin tatbikatına uymaya mecbur değilim. Ben de içtihat yapabilirim, müçtehidim, onlara her şeyde uymaya mecbur değilim.’ Aynı soruya, Hz. Osman şu cevabı verdi: ‘Evet, Kur’an-ı Kerim, Hadis ve ilk iki halifenin tatbikatına uyacağıma söz veririm’ Bu sırada Abdurrahman bin Avf ellerini havaya kaldırarak ‘Ya Rabbi şahit ol ki, İslam menfaati için ben Hz. Osman’ı halife olarak seçtim’ dedi. Minberden inerek, Hz. Osman’ın minbere çıkmasını söyledi. Bunun üzerine herkes Hz. Osman’a biat etti.” [15]Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.122-123.
HZ. OSMAN DÖNEMİ
Hamidullah bu meseleyi böyle anlatırken İbni Kesir’den bir alıntı yaparak Abdurrahman Bin Avf’ın Medine’de o dolaşması sırasında çoğunluğun Hz. Osman lehinde görüş bildirdiklerini söylüyor ama kanaatimce bu doğru değil çünkü eğer Hz. Osman Medineliler tarafından bu kadar sevilen bir kişi olsaydı, o isyan çıkmazdı. Dahası Hz. Osman’ın ölümünden sonra Ali yanında taraf olmazlar ve yapılan bu isyanın hesabını sorarlardı. Doğrusu bana yapılan ankette tam tersi bir sonuç çıkmış gibi geliyor. Doğrusunu ancak Allah bilir.
Bütün bunları niye anlattım, özellikle bu bölümün son kısmı önemli her şeye ve herkese uygun hareket edeceğini söyleyen Hz. Osman maalesef halifeliği boyunca söylediği gibi hareket etmemiştir. Maalesef Ehli Sünnet yazarları bu konuyu hiç görmemeye çalışmaktadırlar. Nasıl mı?
“Hz Muhammed, Mekke’nin kontrolünü Ümeyye klanından söküp almıştı ama şimdi onlardan biri olan Osman İslam’ın lideri olduğuna göre, Ümeyyeler eskisi gibi unvanlı Aristokrat olmak istiyorlardı ve Osman’da onlara direnemeyecek gibi görünüyor, ya da direnmek istemiyordu.
Orduda üst rütbeler, valilikler, müdürlükler hep Ümeyye’lere gitti. Eski dostlar yetenekli adamlar gibi gösterilerek önemli yerlere getirildi ve üst makamlar iltimasla ele geçirildikten sonra yolsuzluklar görülmeye başladı. Bir general çok çalışmasına rağmen karşılığını göremeyince öfkelendi ve başkaları yüzünden otoritesini kaybetti. Ve ‘Birisi sığırın sütünü sağarken, ben boynuzunu mu tutacağım?’ diye itiraz etti.
Hz. Muhammed’in sadelik ve eşitlik hali Ebubekir ve Ömer dönemlerinde de devam etmişti, ama Osman döneminde lüks tüketim başladı. Medine’de kapalı bahçeleri, mermer sütunları olan büyük bir saray inşa edildi, ülke dışından yiyecekler ve aşçılar getirildi. Ebubekir ve Ömer oldukça mütevazı, Hz. Muhammed’in muavini unvanını kullandılar. Ama Osman bununla yetinmedi, daha büyük bir unvan istedi, Allah’ın Muavini –Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi- olarak tanınmakta ısrar etti ve kendisinden sonra gelecek hırslı hükümdarlarında ilahi gücü, dünya gücü olarak kullanmalarına olanak sağladı.” [16]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.88.
Mesela zekâtı sınırların çok geniş olduğu ve Müslüman nüfusun gayri Müslim nüfustan daha az olduğu gerekçesiyle mecbur olmaktan çıkardı. Hâlbuki zekât için Hz. Ebubekir Müslümanlar arası bir çatışmanın çıkmasından çekinmemişti. Görüldüğü gibi ne Hz. Peygamber’in sünnetine, ne de iki halifenin içtihatlarına uymuyordu. Ümeyye oğullarının yaptıkları ise herkesi iyice çileden çıkarıyordu.
“Hz. Ali İslam’ın mülklerinin zimmete geçirildiğini söyleyerek herkesi uyardı. Ümeyyeler aç bir kurt sürüsü gibi gördükleri her şeyi yiyip yutuyorlardı. ‘Osman küstah bir tavırla omuzlarını silkelerken, kardeşleri de yanında duruyor, develerin baharda ot yemeleri gibi, Allah’ın mülklerini yiyorlar’ diye konuştu.” [17]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.89.
“Osman’ın ilk icraatı, verdiği sözün tamamen zıddına hareket etmek oldu. Gerçekten Osman ne söz vermişti? Rasul’ün sünnetinden ve Ebubekir’le Ömer’in izinden ayrılmamak. Hâlbuki halife olduktan biraz sonra, Hz. Peygamber’le alay ettiği için kovulan Hakem b. Ebi’l As’ı sürgün edildiği yerden getirmek, bunun uğursuz oğlu Mervan’ı başkâtip yapmak, Fedek bahçesini Mervan’a bağışlamak oldu. Biraz sonra Sa’d bin Ebi Vakkas’ı azl ile yerine genç bir Emevi’yi geçirdi. Eğer Ebubekir ve Ömer hayatta olup da Osman’ın bu icraatını görmüş olsaydılar. Şüphesiz Osman’ı hilafetten indirirlerdi.” [18]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, s.332
Hz. Osman yaptığı bu iki atama ve sonrasında, Mısır Valisi Amr b. el-As’ı görevden alıp, yerine Abdullah bin Sa’d’ı tayin edecekti. Bütün bu icraatları hem kendi sonunu hızla getirecek, hem de İslam toplumunu bir daha hiç birleşmemek üzere ayıracaktı. Onca yıldır iktidar hasretiyle yanıp tutuşan Ümeyyoğulları artık aradıkları fırsatı bulmuşlardı ve bir daha iktidardan hiç vazgeçmeyeceklerdi. Ta ki Abbasi’ler tarafından yıkılıncaya kadar, ama o zamana kadar bütün değerlere saldıracaklardı.
Hz. Ömer, aslında neler olabileceği ile ilgili bir şeyler hissediyordu, Abdullah b. Abbas’ın naklettiğine göre bir gün yanına gelip canının sıkkın olduğunu görüyor. Hz. Ömer “Hilafet işi hakkında ne yapacağımı bilmiyorum. Kalkıp oturuyorum, bu hususta kararsızım” diyor. Abbas önce Hz. Ali ile ilgili düşüncelerini soruyor. “Hiç şüphe yok ki Ali bu işe ehildir. Fakat mizacında biraz mizaha meyil vardır ve benden sonra Halife olursa muhakkak sizi doğru yola sevk ve teşvik eder düşünce ve inancındayım” diyor.
“Dedim ki:
‘Osman hakkında düşüncen nedir?’
Dedi ki:
‘Onu yerime geçirsem İbn Ebi Muayt’ı halkın başına bela eder. Arap da ona ilgi göstermez olur, sonunda boynu vurulur. Vallahi ben onu yerime geçirsem, o öyle yapar, Arap böyle yapar.’
Yani Osman halife olursa anne bir kardeşi olan Velid b. Utbe b. Ebi Muayt’ı bir devlet işinin başına getirir, Arap da onun bu gibi adamları iş başına geçirmesinden nefret duyarak onun aleyhine ayaklanır ve sonunda kendisinin katline sebep olur, demektir.” [19]Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, s.323
Nitekim Hz. Ömer son derece haklı çıkacaktır.
“Orta Irak’ta, garnizon şehri olan Kufa’nın valisi olan Valid, emrinde çalışan insanları hor görüyor, açıkça küçümsüyordu. Saklamaya bile gerek görmediği bir Arap züppeliğiyle, yerli Irak’lılara taşralı ayaktakımı diyerek hakaret ediyordu. Suçsuz insanları hapse atıyor, insanların topraklarını ellerinden alıyor, kamu hazinesinden para çalıyordu. Ama ona göre bütün bu şikâyetlerin hiçbir değeri yoktu. Keçi yellenmesi gibi gelip geçici şeylerdi onlar.
Fakat Valid bir gün Kufa Camisine sarhoş olarak girip namaz kılanların önünde minberin yan tarafına kusunca, bardağı taşırdı ve gelip geçer dediği o keçi yellenmesi, bu haberi Medine’ye kadar götürdü. Kufalılar Medine’ye bir delegasyon yollayıp onun halkın önünde kırbaçlanmasını istediler, ama Osman onları hemen reddetti. Dahası, buna cüret ettikleri için delege üyelerini cezalandırmakla tehdit etti ve Kufalılar Müminlerin Anasından yardım isteyince, öfkelendi ve ‘Irak’lı sersemler ve asiler Ayşe’nin evinden başka sığınacak yer bulamadılar mı yani? diye bağırdı” [20]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.89-90
Fakat bu hareket ve söz, Hz. Peygamber’in en sevdiği eşi olan müminlerin anasını, çok kızdırmıştı. Bugüne kadar Hz. Ali ile hep rakip olan Hz. Ayşe ilk defa onunla aynı saftaydı. Artık bunlara haddini bildirmek gerekiyordu ve ilk Cuma’yı bekledi. Her ne kadar kadın da olsa O, Hz. Muhammed’in eşiydi ve toplumda çok saygı görüyordu, hiç kimse kendisini böyle aşağılayamazdı.
“Ayşe daha öncede sinirlenmişti ama bu kez iyice öfkelendi. Suçlular serbest kalıp ortalarda dolaşıyor, masumlar dayak yiyordu. Artık hiçbir perde ya da peçe durduramazdı onu. Halk içinde yüzünü örtmek, sesini kısması anlamına gelmiyordu elbette, özellikle Cami’de olmamalıydı. Hz. Ayşe bir sonraki Cuma sabah namazında camiye gitti ve bir zamanlar Hz. Muhammed’in giydiği mesti elinde sallayarak, o keskin ve yüksek sesiyle Osman’a ‘Baksana buraya sen, Hz. Peygamber’in mesti bile hala sapasağlam duruyor, parçalanmadı’ diye bağırdı. ‘Sen onun sünnetini uygulamalarını bu kadar çabuk mu unuttun?’
Hz. Osman onu dikkate almak zorundaydı elbette. Bir mestin bu kadar etkili bir şekilde kullanılabileceğini kim düşünebilirdi ki? Camide namaza gelen cemaat birden öfkelendi, Osman’ı kınamak ve Ayşe’ye destek vermek için herkes mestini çıkarıp havaya kaldırdı ve salladı. Böylece yeni bir propaganda aracı ilk kez etkili bir şekilde kullanıldı ve aynı şey daha sonraki yüzyıllarda bütün halifelere, şahlara ve sultanlara karşı yapıldı ve onlar da otoritelerini desteklemek için Hz. Muhammed’in sandallarını, gömleklerini, dişlerini, tırnaklarını ve saç tellerini kullandılar.”[21]Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.90-91
Hz. Ayşe bu muhalefeti yaptıktan bir müddet sonra Mekke’ye doğru hareket edecekti. Artık olacakları görmüştü ve orada olmak istemiyordu. Hz. Osman’ın kendi kardeşini cezalandırmak için söz vermesine rağmen bahanelerle bundan kaçınması artık iyice bardağı taşırmıştı üstelik kendinden önceki Halife Hz. Ömer’in bir oğlunu böyle bir hareketinden ötürü cezalandırmış ve ölümüne sebep olmuştu, halk tabiî ki bunu çok iyi hatırlıyordu.
Sonuçta artık Hz. Osman indirilmek üzere isyan bayrağı çekilmiş ve Hz. Ali’nin bütün çabasına ve kendi oğullarını bizzat Hz. Osman’ı korumaları için görevlendirmesine rağmen sonunda kan akmış ve Hz. Osman öldürülmüştü. Kendisinden yardım isteyen kuzenini atlatan ve bahaneler üreten Muaviye bu sona katkıda bulunuyor ve zamanının geldiğini görüyordu. Sahtekâr Mervan bir şekilde bu kargaşadan kurtuluyor ve Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile parmaklarını Muaviye’ye getiriyor, birde bunlara Amr b. El As gibi çok kurnaz bir adam katılınca Şam’da artık kazanlar kaynatılmaya başlanıyordu.
Hz. Ali ise bütün bu kargaşanın içinde İslam’ın selameti için herkesin kendisine verdiği Hilafet görevini kabul ediyor ama şüphesiz işinin ne zor olduğunu görüyordu. Ümeyyeler, iktidarın tadını almışlar ve hiç bırakmaya niyetleri yoktu, Ali ise Allah’ın ve Peygamber’in çizdiği yoldan bir dirhem bile ayrılmayan taviz vermeyen bir kişiliğe sahipti. Onu İslam ümmetinin sıradan Müslümanları destekliyor ve çok seviyorlardı, çünkü biliyorlardı ki Ali asla adaletsizlik yapmazdı.
Acaba Hz. Ali’nin çilesi bitmiş miydi, yani gözlerinde tozlar ve ağzındaki dikenlerle yaşamasının sonu gelmiş miydi?
Allah’ın Rasulü’nün bütün risaleti boyunca kurmaya çalıştığı düzen, adalet, eşitlik ve kayıtsız, şartsız tevhid inancı idi. Acem’in, Arab’dan, Kürd’ün, Türk’ten herhangi bir fazlalığı ya da eksikliği yoktu. Bu toplumu dişleriyle, tırnaklarıyla kurmaya çalışmışlardı. İslam artık iyice fitne ve kargaşanın içine düşeceği çağları yaşayacaktı. Biz Müslümanlar gelecekte bu dünyada yine yerimizi alacaksak kendi tarihimizi bilmek ve yüzleşmek zorundayız. Yunus’un dediği gibi “yaradılanı, yaradandan ötürü sevmek” zorundayız. Kuran’da “Bir toplum kendini değiştirmedikçe biz onları değiştirmeyiz” (R’ad, 13/11) denildiği gibi, artık kendimizi değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Rabbim amelimizce muamele eder inşallah
( Bütün bu yazdıklarım benim kendi okuduklarım sonucunda çıkardığım bir metindir, doğrusunu ancak Allah bilir.)
Dipnotlar
↑1 | Neh’cül Belaga, s.363, Hz. Ali’nin Muhammed bin Ebibekir’i Mısır’a vali tayin ettikten sonraki ona verdiği emir. |
---|---|
↑2 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.71. |
↑3 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 1-6. ayetler. |
↑4 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 10-13. ayetler. |
↑5 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi, 29 ve 30. ayetler. |
↑6 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzemmil Suresi, 1-4. ayetler. |
↑7 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzzemmil Suresi, 5-11. ayetler. |
↑8 | Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müdessir Suresi, 1-7. ayetler. |
↑9 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.18. |
↑10 | Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.302. |
↑11, ↑12 | Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.303. |
↑13 | Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ömer’in hilafeti, s.312. |
↑14 | Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.118. |
↑15 | Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.122-123. |
↑16 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.88. |
↑17 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.89. |
↑18 | Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, s.332 |
↑19 | Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, s.323 |
↑20 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.89-90 |
↑21 | Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.90-91 |