Sunay Sadet: “Suruç’un yıldönümünde Özgenim’den de ayırdılar”
İki yıl oldu. Kobane’yi yeniden inşa için yola çıkan 33 gencin bir IŞİD saldırısıyla katledilişinin üzerinden iki koca yıl geçmiş. Cezasız kalan sadece o gençlerin davası değil. Suruç ve sonrası Türkiye’de barış umudunun yerini tekrar çatışmaya bıraktığı kesif bir sonbahar mevsimiyle eşdeğer. Mevsimlerden gene yaz olsa da o derin sonbaharın, bitmeyen kışın içindeyiz hala. 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı, bunun içinde önemli olduğu kadar da ağır ve acı bir dönüm noktası. Politikacılar komplolardan, ihanetlerden, stratejilerinden bahsededursunlar, biz şimdi bir kızı mezarda, bir kızı mahpusta olan Sunay Sadet annenin mektubuna kulak vermek istiyoruz. Adalet arayan anaların sesine seda vermedikçe, ne huzur ne selamet bulamayacağımızı biliyoruz.
‘Suruç’un yıldönümünde Özgenim’den de ayırdılar’
Merhaba…
Size son mutlu günlerimizin fotoğrafını anlatmak istiyorum. Baktıkça ne kadar içten gülümsediğimizi gördüğüm, baktıkça tekrar o zamanlara dönmek istediğim, baktıkça daha da fazla bakmak istediğim…
Bu fotoğraftakiler yanımda olmalarına hasret duyduğum, dünyanın en umutlu gülüşlerine sahip çocuklarım… Soldaki Suruç’ta katledilen kızım Hatice Ezgi Sadet. Sağdaki ise ortanca kızım Özgen Sadet.
Ben ise bu mutlu günlerin anılarına bakan, çocukları için çaresizlikle yanıp tutuşan bir anneyim… Bu mektubumda sizlere kızım Özgen’in yaşadıklarını anlatmak istiyorum. Maalesef Haticemin acısının ardından Suruç Katliamı’nın yıldönümüne günler kala beni Özgenim’den de ayırdılar.
Suruç Katliamı’nın yaşandığı 20 Temmuz, benim içimde kanayan bir yara olarak kalacak yaşadığım süre boyunca… 20 Temmuz benim gözümden sakındığım, gülüşüne kıyamadığım biriciğimin, canım Hatice’min katledildiği, yaşamak ağrısının boynuma asıldığı gündür… Onu nasıl toprağa koyduğumu, bu gücü nasıl bulduğumu hâlâ daha bilmiyorum. Bu duygularımı anlatmak için bildiğim tüm kelimeler yetersiz kalır. Onun sesinin, yüzünün, gülüşlerinin olmadığı bir hayat benim için yeterince ağır ve zorken bu fırtınanın bitmek bilmediğini bir kez daha anladım.
Geçtiğimiz ay Gezi anmasının dördüncü yılı için Taksim Dayanışması’nın yaptığı bir çağrıyla ortanca kızım Özgen Taksim’e gitti. Olaysız, sıkıntısız geçen bir anmaydı. Ancak ne olduysa bu anmadan sonraki günlerde oldu. Önce arkadaşlarını teker teker gözaltına aldılar. 7 günlük gözaltı süresi sonunda bu arkadaşlarını mahkemeye çıkarmak için Çağlayan Adliyesi’ne getirdiler. Özgen de bu mahkemeyi dinlemek için adliyeye gitmişti. Telefonda konuştuğumda henüz mahkemenin başlamadığını söyledi. Aradan yarım saat geçmeden Özgen’in gözaltına alındığını söylediler. O an yaşadığım üzüntüyü tarif edemem. Hemen Çağlayan’a gittim, avukatlar ertesi gün mahkemeye çıkarılacağını söylediler.
Yıkılmış bir halde eve geldim. Yolda nasıl geldiğimi, neler yaşadığımı bir ben bilirim… Metrobüste gözlerim yaşlı ama etrafım dolu, ağlayamıyorum. Evde gelen giden insanlar dolu ama anlatamıyorum çaresizliğimi, üzüntümü. Neticede yalnızca “Neden Gezi’ye gittiniz?” sorusunun olduğu bir dosya ile Özgen’imi de tutukladılar.
Bir evladımı çocuklara yardım götürdü diye toprağa koydum, bir evladımı yalnızca anmaya katıldı diye cezaevine koydum. Aklımda yalnızca mutlu günlerimizin hayali, sanki onlar bana ait değilmiş gibi, ne oldu, ne yaşıyorum, kime, nereye gitsem… Çaresizlik içerisindeyim.
Bakırköy Cezaevi’ne götürüldüğünü öğrendim ancak hemen göremedim. Onu görmek için bir hafta beklemem gerekti. Ömrümde yaşadığım en uzun haftalardan biriydi. Geçmek bilmeyen günler, saatler, dakikalar…
Temmuz aylarını hiç sevmem… Bu aylar bana, aileme, çocuklarıma hep yıkım getirdi. Birkaç gün sonra Suruç katliamının yıldönümü gelecek. Haticem’siz ikinci yıl, sanki hâlâ daha gülümseyerek gelecekmiş gibi… Aynı acıları yeniden yaşamak neymiş, ben anladım, öğrendim. Onun özlemi, acısı, kederi hâlâ içimde kor ateş, her gün beni bir taraftan kavuruyor. 14 Temmuz bu katliamın ikinci duruşmasının tarihi. Adaletsizlik, çaresizlik bir taraftan beni kemiriyor. Oraya gittiğimde onu alıp geleceğimi, burada kaldığımda mezar taşının altından kalkıp “Anne ben buradayım” demesini, sarılmasını, öpmesini beklemenin hayalleri gözüme görünüyor.
Bu zamanlar Özgen’le aramıza duvarlar girmesi, onla görüşebildiğim dakikaların sayılı olması ve elimden hiçbir şey gelmeyişinin zamanı. Onun sesini duymak, yüzünü görmek, çocuğuma yaklaşmak için cezaevi kapısında beklerken geçen zaman dakikalarla değil ancak bir ömürle ölçülebilir.
20 Temmuz 2015 yalnızca bizim ailemiz için değil, yaşadığımız ülke için de birçok adaletsizliğin, haksızlığın, acılarla dolu bir dönemin başlangıcı oldu. Nereye kafamızı çevirsek bir çığlık duyuyoruz “Adalet!” diye. Ben de kendi çığlığımı, sesimi duyurmak istedim.
*Hatice ve Özgen Sadet’in annesi