Mehmet Ali Başaran – Bu Ne Hâldir?

cropped-aki6a72191

Mehmet Ali Başaran’ın kendi blogunda kaleme aldığı yazısının, yoğun gündemde gözden kaçmaması gereken bir yazı olduğunu düşünüyor ve önemine binaen sizlerle paylaşıyoruz.

MEHMET ALİ BAŞARAN

Yeteri kadar dillendirilmeyen acı bir gerçek var: Türkiyeli Müslümanların, Ak Parti’nin devletleşmesi ile başlayan başkalaşma süreci 15 Temmuz’dan sonra ciddi bir ivme kazandı.

Müslümanların başkalaşması değil Müslümanlaşması gerekiyordu. Biz böyle okumuş, böyle dinlemiş, böyle dua etmiştik.

Ne yazık ki Müslümanca düşünce iyice dumura uğradı. Müslümanlar tümüyle devletçi, milliyetçi, sağcı, muhafazakâr, liberal olmaya doğru son sürat gidiyorlar. Önlerine çıkan itirazları, hatırlatmaları, eleştirileri, sabiteleri yıkıp geçiyorlar.

Omuz omuza vermiş, trollerin kardeşliğinden ve güdümlü füze haline gelmiş basın paçavralarından aldıkları motivasyonla, “önümüze gelene bir tekme” diye marşlar söyleyerek bayır aşağı gidiyorlar. Freni patlamış bir kamyon gibi. Ve işin ilginci; bunun adına “gâvurla mücadele” diyorlar.

Dost ve düşman tanımları, kutsal kitaplarından ziyade türlü siyasi “üst akıl”lar tarafından belirleniyor. Yeni bir tür altüst oluş. Hayli üzüntü verici…

Serinkanlı bir biçimde düşünmeye davet etmek amacıyla altını çizmek gereği hissediyorum: hakkı söylemektir niyetimiz. En azından, bir parça zulmü ortadan kaldırmaya ve insan onuruna, insan iradesine yaraşır daha iyi bir dünyada yaşamaya davettir arayışımız. Başka bir şey değil. Ne var ki hakkı ve hukuku bir itiraz olarak ortaya koyanlara anlayışla değil düşmanlıkla mukabele ediliyor, uzunca bir süredir. Bunu Müslümanların Müslümanlara yapıyor olması, insana koyuyor ayrıca.

Devlet kademelerinde, belediyelerde iş yapmanız için ehliyet-liyakat değil biat etmiş yandaş olmak tek geçer akçe olmaya devam ediyorsa, kıyamet alametleri aramak için fazla uzağa gitmeye gerek var mı?

Postu çıkmış bir modern ulus devletle bütünleşmiş adaletsiz bir kalkınmayı hukukun yerlerde süründüğü, insanların sindirildiği bir ortamda sürdürmekten “cihad” diye bahsetmek… Vay anasını sayın seyirciler!

Bu olağanüstü sisli puslu günler geçecek ve geriye büyük savrulma ile utanç kalacak.

Müslümanca düşünce üzerine naçizane bir deneme olarak okuyabilirsiniz bu girişi. Konuyu bu yazının fotoğrafına getirmek istiyorum: msb

Milli Savunma Bakanlığı “asker kaçakları”na yönelik  “yeni” bir uygulamaya imza attı. (Ne de olsa yeni Türkiye!)

Sayıları yüz binleri geçen, (bedelli kampanyaları zirve yaptığı vakitler bir milyona yaklaşan) “yoklama kaçağı veya bakaya” vatandaşların iş yerlerine tebligatlar gönderildi. Buna göre, işverenlere, yanlarında çalışan “asker kaçaklarını” askere göndermeleri yahut işten çıkarmaları talimatı veriliyor. Bu talimata uymayan işveren hakkında, asker kaçağı çalıştırma suçu işlediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulacağı belirtiliyor.

Benim çalıştığım iş yerine de gelen bu tebligat beni doğrudan hem ilgilendiriyor hem de ilgilendirmiyor. Doğrudan ilgilendirmiyor zira ben bir işverenin yanında çalışmıyorum. Kaldı ki, asker kaçağı da değilim. Doğrudan ilgilendiriyor zira ben bir vicdani retçiyim.

Devletin insanları zorla asker yapması, bir önceki yüzyılda yaygın olarak uygulanmış bir zulümdür. Türkiye’de ise halen yürürlükte…  

İnsan iradesine, onuruna saygısızlık olarak dağ gibi önümüzde duran bu zulmü ortadan kaldırmak varken devletin yaptığı şey, kısmi ama adaletsiz bir “iyileştirme” oldu: Bedelli Askerlik. Vicdan sahiplerinin içine sinmeyen, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığının ürünü. Parası olan bayrağa sarılı tabutla eve dönme ihtimalini sıfıra indirdi ve “şehit” olma hakkından feragat etti! Gariban halkın evlatları içinse zulüm, angarya ve kölelik devam etti, devam ediyor.

Devlet, aynı zamanda bir insan hakları ihlali olan “kişiyi zor kullanarak asker yapma” uygulamasını kaldırması gerekirken, tuttu, bir zulme daha imza attı. Tehdit ve baskılarla insanların çalışma haklarına müdahale etti.

Alın size ceberut devlet anlayışına son moda bir örnek. İşe adaletle başlayan bir partinin 15 yıl yönettiği ülkede bu da oldu. Ak Partili bir Müslüman için sadece bu örnek bile büyük bir titreme ve Allah’tan korkma duygusu ile hayal kırıklığına yol açardı bana kalırsa.

Bu gelişme milyonlarca insanı ilgilendiriyor lakin gündemin 151. maddesinde bile yer almıyor. Zulmü sessizlik halesi ile koruyup kollamak değil de nedir bu?

Bu konuda 186 cümle daha kurabilirim, içimden gelmiyor da değil hani. Her yandan haksızlık ve çelişki akıyor. Ama hayır, uzatmayacağım. Tarafım çünkü bu konuda.

Ben, askere gidenlerin ve gitmeyenlerin (evlatlarını, eşlerini, babalarını, kardeşlerini, arkadaşlarını askere gönderenlerin ve göndermeyenlerin ) yani bu ülkedeki milyonlarca insanın hakkı için yaklaşık dört yıl önce sözümü söyledim ve bedelini ödemekteyim; üstelik ne kadar süre daha ödeyeceğimi de bilememekteyim.

Bildiğim bir şey var: Haklıyım ve Allah büyüktür.  

(Haklı olduğum, aramızda kalabilir, Allah’ın büyüklüğü kalamaz:)

Vicdani ret beyanım:

https://mehmetalibasaran.com/2013/02/28/degilim/

Yazının aslı: https://mehmetalibasaran.com/2016/11/27/bu-ne-haldir/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir