Direnen Ülker İşçileri – Ercan Durak
27 Ekim 2014 günü sendika değiştirdiği için işten atılınca gündemimize girdi onlar. Direnen Ülker işçileri diye haberleri yapıldı. 44 gündür direnişte olan abileri her ziyaret ettiğimizde çaylarını, muhabbetlerini, tebessümlerini eksik etmediler. Bizler de onları daha yakından tanıyalım, süreci kendi ağızlarından dinleyelim istedik ve kimdir bu direnen Ülker işçileri diye sorduk. İlk söyleşimiz Ercan Durak ile.
İsmim Ercan Durak. Siirt Şirvan 1978 doğumluyum. 1995’te evlendim 5 çocuğum var. İlk defa 1993’te İstanbul’a geldim. 1998’de ise evimi İstanbul’a getirdim. 1993’te geldiğimde inşaatlarda bir iki sene duvar ustası olarak çalıştım. Daha sonraları ise formacı olarak çalıştım. 2000’in dokuzuncu ayında Ülker’e girdim. Sözleşmeli olarak çalıştım. 2002’de yirmi beş gün süreyle işten çıkartıp tekrar geri aldılar. 7-8 sene bir makinede, makine yedekliği yaptım 2011’e kadar. 2011’in nisan ayında Ülker bisküvi fabrikası taşındı. Biz çikolata üretimine geçtik. Tabi 2008’de bir iş kazam oldu. Ondan sonra beni makina yedeğinden aldılar. Sonra bebe bisküvi üretimine geçtim.. O süre içinde kulak zarı rahatsızlığım oldu. Hafiften bel fıtığım vardı. Çikolata bölümü çok gürültülü bir ortamdı. İster istemez kulaklarım fazla gürültüden rahatsız oldu. Bel fıtığım fabrikada sıcak soğuk ortamda sürekli yer değiştirince daha da şiddetlendi. Ben bunun üzerine hastaneye tedavi görmeye gittim. Tabi bu durumu üslerime bildirdim. En son sendika temsilcisi “kardeşim git kendine rapor getir seni sırtımda taşırım” dedi.
“Biz bu yaşa geldik bir gün gezmeye gitmedik. Yeter artık gece çalışma gündüz çalış.”
İşe girdiğim zaman 8 saat mesai diyorlardı. 15 sene Ülker’de çalıştım hepsi yalan. Gece gündüz iki vardiya mesai yapıyorduk. Mesai dediğin ise gece 12,5 saat, gündüz 11,5 saat çalışma. Mesaide olduğu zaman yarım saatlik iki öğün yemek arası var. Gündüz de bir öğün yemek var. Konfeksiyonda, çorap fabrikasında olduğu gibi çay paydosu yok. Sadece namaza gidip gelebiliyorduk. İşten çıkıyorum saat sekizde eve varıyorum. Saat 9-10 olduğunda zaten yatmak zorundayım. Gece vardiyasında olduğum zaman zaten sabah sekizde eve varıyorum. Dörtte kalkıyorum. Çocuklar okuldan gelmiş oluyor. Beşte ikindi namazı veya da akşam namazını kılıp çıkıyorum. Altı altı buçukta işbaşı yapmam gerekiyor. Gece gündüz bu şekilde çalışıyorum. Çocuklarım baba “Seni gündüz görmüyoruz, gece görmüyoruz. Biz bu yaşa geldik bir gün gezmeye gitmedik. Yeter artık gece çalışma gündüz çalış.” diyor. Rahatsız olduğum için ister istemez oturarak namaz kılıyorum. Çocuğum bana “Baba sen bu hale düşmüşsün. Daha otuz altı yaşındasın. Bırak Ülker’i gerekirse okula gitmeyeyim ben çalışayım” diyor. İnsanın içi yanıyor. Vicdanım kabul etmiyor. Biz istemeyiz çocuklara yansıtmayı ama mecburen yansıyor. Ben evde namaz kıldığım zaman çocuklar görüp üzülmesin diye odamda gizli kılıyorum.
Bir keresinde ayın beş pazarı da çalıştığımı hatırlıyorum. Ülker’de beş pazar aynı ayda çalışmışız yani. Yani bunu yapmak zorunlu. Hem bizim açımızdan zorunlu hem de onlar zorluyor. Bizim maddi durumumuzda sıkıntılar var çalışmak zorundayız. Onlar sürekli imalat var üretim yapmak zorundayız diyorlar. Yıllık iznimiz var ama kolay izin vermiyorlar. Mesela bir düğünün, bir işin var izin alamıyordum. Akrabam var köye gideceğim, gidemiyordum.
Senelik izinde olduğum halde emre itaatsizlikten işten attılar
Bir yandan bahsettiğim hastalıklarım vardı. Diğer taraftan çikolata bölümünde çalışmaya başlayınca üslerim bana üvey evlat muamelesi yaptı, psikolojik şiddet uyguladılar. Bu durum psikolojimi bozdu. Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedavi gördüm. Sürekli savunma istiyorlardı benden. Daha sonra meslek hastanesine gittim ve rapor aldım. Ama raporu önemsemediler. Seni böyle çalıştıramayız, belin ağırıyor, ayakta çalışamıyorsun, senle işimiz yok deyip işten de atamıyorlar. Mevcut sendikaya söylediğimiz zaman bize yardım etmiyordu işverene ajanlık yapıyordu. Bıçak kemiğe dayanmıştı. Biz Disk’i internet üzerinden bulduk ve onlarla görüştük. İlk 100-170 kişiyle toplantı yaptık. Daha sonra 70 kişiyle gittik biz üye olalım dedik. Ben ameliyat olacağım için cumartesi günü senelik izne çıktım. Pazar günü arkadaşım arayıp pazartesi günü toplantı yapacağımızı ve üye olacağımızı söyledi. Biz de geldik pazartesi üye olduk. Üye olduktan iki saat sonra bizi işten attılar. Ben senelik izinde olduğum halde emre itaatsizlik, verilen işleri yapmama işten çıkarılma gerekçelerimdi. Ama tabi ki sendika değiştirdiğimiz için bizi işten attılar. Biz de direnişe geçtik. Şu an fabrikada dört tane Disk üyemiz var. Onları çoğalmasın diye şu anda atamıyorlar.
Tamam müslümanlar ama peki ya kul hakkı?
Direniş sürecimizde “Bunlar Ermeni, Müslüman değil” dendi bizim için. Buraya bizi desteklemeye gelen bazı kişilerden dolayı, bazı arkadaşlarımız bizden uzak durdu. En son biz bunlara telefonda anlattık, evlerine gittik. Arkadaşların yolunu keserek “hadi siz sendika kurun biz gelelim, biz yine sizle beraberiz” dedik. Şu an yine fabrikadaki arkadaşlarımızla diyaloğumuz iyi. Formalılar, vardiya şefleri, müdürler arkadaşlarımıza psikolojik şiddet uyguluyor. Onlar da ister istemez korkuyor. Ülker’de asgari ücretle çalıştığımız için birikmiş paramız yok. Bizi 25. maddeye göre iftirayla attıkları için işsizlik parası da alamıyoruz. Ben bunu kitap fuarında Ali Ülker’e sordum. Neden Disk dedi. Bakın bize sahip çıkan yok dedim. Neymiş fabrikada uyumsuzluk yapmışım, sendikaya üye olmuşum onun için bizi atmışlar.
Ben alevi, sünni, laz, kürt herkesle arkadaşım. Herkes kendini bir şey üzerinden gösteriyor. Bu da (Murat Ülker’i kastederek) kendini müslüman olarak gösteriyor. Tamam Müslüman, tamam fabrikada namazımızı rahatça kılıyoruz ama peki ya kul hakkı? Rahmetli babası nasıldı bilmiyorum ama biz bu oğlundan hiçbir fayda görmedik.
Çalışırken süper adamsın baba adamsın derlerdi. Hastalandığımda en kötü ben oldum.
Tabi arkadaşlarımızın durumu belli. İçeride psikolojik şiddet uygulanıyor. Kirada oturuyorlar, çoğunun evi uzak, servisi olmayan bir işe giremiyor. Zaten Ülker’in sistemi bu. Öyle bir sistem yapmış ki kara kutu gibi. İşten eve, evden işe. Kimseyle görüşmüyorsun. 15 senedir Ülker’deyim. Hep çalıştım, çok çalıştım. Çalışırken en iyi bendim. “Süper adamsın, baba adamsın” derlerdi. Hastalandığımda en kötü ben oldum. Fabrika baksın dosyama 2011’e kadar bir tane savunmam yok. Fakat 2011’den 2013’e kadar belki yüz tane savunmam var. Niye? Ben çalışamayacağım diye rapor getiriyorum. Raporda ayakta çalışmayacaksın diyor. Ama sürekli ayakta 12 saat çalışıyoruz, 50 kiloluk yükleri kaldırıyoruz. 8 saat çalıştığın zaman da ücret yetmiyor. Sen de mesai yapmak zorundasın, onlar da mesaiye bırakıyor. Arkadaş 8 saat çalışmama 1500 lira maaş ver dediğin zaman Ülker’in önü işçi dolu diyor. Adam böyle bir sistem kurmuş. Önce taşeronlarda çalıştırıyor tam köle haline getiriyor ondan sonra efendi olun, sesinizi çıkarmayın ben sizi kadroya alırım diyor. Kadroluyla kadrosuz arasında 4 ikramiye fark var.
Biz işçiler kendi yasal haklarımızı bilmiyoruz. Arkadaşıma “Sendika değiştirdiğimiz için bizi işten attılar” dedim, “Sendika ne demek?” diyor. Çoğu işçi sendikanın ne olduğunu bilmiyor. Sen o işçiden ne bekleyebilirsin. Biz burdayız. Murat Ülker buraya gelsin karşıma her şeyi anlatayım. Formalıların, vardiya şeflerinin bize ettiği hakaretleri ve daha birçok şeyi anlatabilirim. Belki Murat Ülker’in bunlardan haberi olmayabilir. Demiyorum var. Onun günahını almayayım, abdestliyim. Fakat bize her şey yapılmış. Ben a’dan z’ye her şeyi onun önüne getireyim. Hala böyle bir şey olamaz derse yanımıza gelsin. Biz hepimiz burdayız. Sonuna kadar varız.