Lütfi Bergen: 2014 Yerel Seçimleri ve Milli Görüş

Lütfi Bergen şaşırdığımız, kaygılandığımız, dertlendiğimiz şu günlerde iman tazeleyen, hedefleri ve söylemleri netleştiren, hem adil hem mümkün bir siyasal hatta, bir güzel söze işaret eden bir yazı yazmış. Elleri dert görmesin, kalemi hiç durmasın. Bugün Saadet Partisi’nden umutvar olup olmamak elbette bir tartışma konusu. Ben de Bergen gibi umutsuz olmayanlardanım. Ama böylesi bir imkân ve ihtimalin varlığına ikna olmayanlar, Bedri kardeşimin dediği gibi Bergen’in “milli görüş” dediği yerler yerine “toplumsal muhalefet zemini inşa etmeye çalışan grupçukların” adlarını koyarak da yazıdan aynı randımanı alacaktır.

Yazının tek kusuru ahlak ve adalet mücadelesinin ve de içtimai hayatın öznesi olarak kadınlara yer açmamış, sürekli olarak erkeklere referans vermiş gibi görünmesi. Bize göre kadınların dahil olmadığı bir içtimai hayat, adil bir nizam olduğu iddiasını her daim sorgulanabilir kılacak, dahası kadınların katılmadığı bir adalet hareketi etkisiz kalmaya mahkum olacaktır.

http://lutfibergen.blogspot.com/2014/03/2014-yerel-secimleri-ve-milli-gorus.html

2014 YEREL SEÇİMLERİ VE MİLLİ GÖRÜŞ

Lütfi Bergen

Türkiye’nin son 40 yıllık tarihi Millî Görüş hareketinin politik teklifleriyle ya doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiştir. Millî Görüş, 1969 yılında Bağımsızlar Hareketi ile başlamış ve Millî Nizam Partisi ile partileşmiştir (kuruluş: 1970). “Millî” teriminin Kur’an’da “milleti İbrahim” (millete ibrâhîme hanîfâ: 3:95) şeklinde beyan edildiğini görüyoruz. Buna göre millet/mille “din sahibi” demektir. Yine Kur’an’da (12 Yusuf 38) “Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme / Ve ben, atalarım İbrâhîm’in dînine tâbî oldum” şeklinde beyanla millet din demektir. Sanıldığının aksine ümmet kavramı ise tüm müslümanları ihtiva eden bir kavram olmayıp imamı olan toplumu kasdeder. İbrahim (as) ümmet bir peygamberdi. Çünkü Allah onu imam seçmişti. Kısaca ümmet olmak için herkesi kucaklamak gerekmiyor. Bu kapsamda Anadolu’da Osmanlı dışarıda kalan Müslümanlara rağmen ümmet bir toplumdu. Kur’an yeryüzündeki hayvanların ümmet ümmet olduğuna işaret ederek hayvanların imamı olan sürüler halinde dolaştıklarını beyan etmiştir. Bu nedenle ümmetçilik aynı inançtan tüm insanların tek bir imamın yöneticiliğinde toplanması değildir. Arı kovanında tek bir ana kraliçe bulunur. Her arı kovanı ümmettir. Ümmet teriminin tüm inananları tek bir siyasi irade altında toplamak manasında ele alınması galat-ı meşhurdur. Anadolu topraklarına Osmanlı’nın yıkılışı ile büyük bir Müslüman göçü vuku bulmuştur. Anayasa (1924) “Devletin dini islamdır” hükmünü muhtevî olarak Anadolu’da meclisi imamet ve ahaliyi ümmet gibi konumlandırmıştır.

Buna göre Millî Görüş, “dinî (İslâmî) görüş” şeklinde okunması gerekli bir kodlama isimdir. Millî Görüş, gerek kullandığı semboller ve gerek seçilmiş politik kavramları ile her dönemde İslamî olanı ustalıkla dışa vurdu, kodladı, çok-çoğul anlamlandırarak yansıtabildi.

Her şeye rağmen 12 Eylül sonrasında Millî Görüş, kavramlarında seküler dünyayı refere etmek zorunda kaldı. Batı’da geliştirilmiş “Refah Toplumu” kavramının bir parti adı olarak tercih edilmesi bu kapsamda yorumlanabilir. Buna rağmen ileri sürdüğü söylem olan “Adil Düzen” kavramı başarılı olacaktır. Milli Nizam-Milli Selamet-Refah Partisi çizgisi, söyleminin İslama olan vurgusu dolayısıyla Kemalist modernleşme projesine anti-modernist ve İslamî bir meydan okuma getirdi. 1991 yılında başlayan propaganda çalışmaları ile “Adil Düzen” kavramını dolayıma sokan Parti, bu kavramın içeriğini doldururken netlikten kaçındı. Ancak bu müphemlik sokakta yaşayan adamın mutsuzluğunu, düzenden memnuniyetsizliğini, protestosunu, modernleşme ile bağdaşmazlığını yansıtmada işlevselleşti ve bir tür “sol” [paylaşmacı-diğergamcı] vurguları tahayyül etmeyi ilham edebildi. Ezilen, baskı gören, Kemalist modernleşmeden zarar gören köylü / işçi / memur / başörtülü öğrenci / hayat kadını / gecekondulu adam-kadınların taleplerini “Adil Düzen” kavramının ütopyasında buluşturabildi. Kapitalizm, faiz ve fuhuşu eşitleyen bu kampanya ile Millî Görüş, İslamî söylem kullanmadan İslâmî talepleri dile getirebilmenin yolunu açtı ve bu kampanyalar 1994 yerel (% 19 oy) ve 1995 genel (% 21 oy) seçimlerde büyük bir sıçramaya neden oldu. Bu nedenle Millî Görüş Türk siyasi hayatında dinamik, kendini yenilemeyi başarmış söylemler geliştirebilmiştir. Bu dinamik fikir deveranına rağmen Millî Görüş’ün nizam fikrinin içini dolduramadığı görülmektedir. Örneğin faize yönelik söylemin mülkiyete yönelik olarak telaffuz edilememesi bir tıkanıklık oluşturmaktadır. Müslümanların Nahl Suresi 90. Ayetinde geçen “adalet, akrabaya yardım, ihsan’ı emr; münker, bağy ve fahşa’dan nehy” ile vazifeli oluşunda işaret edilen bir dünya vardır. Bu ayette geçen fahşa/fuhuş cimrilik anlamına gelmektedir. Bu nedenle fuhşun kapitalizm ve adaletten uzaklık ile ilgisi kaçınılmazdır. Adil bir dünya kurulmadıkça fuhşiyet, kapitalizm ve faize batmış toplum hayatı icbarî olacaktır.

Millî Görüş hareketi sık sık faiz eleştirisi yaparak mesaj üretmektedir. Bu söylemin toplumsal hayatı çok kavradığı düşünülemez. Günümüz toplumu temel ihtiyaç olarak kabul edilmiş iki araç ile borçlandırılmaktadır: Konut ve otomobil. Toplum kentleşmeye uğradıkça bu araçlara muhtaç olmuş, faizli işlemleri “zaruret gereği” sineye çekmiştir. İslamcı bazı ulemanın “enflasyon oranında faiz caizdir” fetvası da son on yıllık dönemde büyük bir konut ve kentleşme furyasına sebep olmuştur. Millî Görüş hareketinin belediyelerde ürettiği konutların kredi ile ihtiyaç sahiplerine satıldığı da unutulmamalıdır. İslam fıkhında bir şeye erişirken haram olan şeyin elde edilmesi de haramdır. Buna göre eğer faiz haram ise, konut ya da araba ya da ihtiyaç nedeniyle faizle borçlanmak da haramdır. Bir politik görüş konut satışını haram olan enstrümanlarla elde etmeyi (bankadan kredi çekmeyi) konut politikasının temeli yapmışsa faiz eleştirisini gündemde tutmaktan fayda beklememelidir.

Küresel kapitalist dünya da dikkat edilirse Türkiye’ye bu iki enstrüman ile saldırmaktadır. Dünya otomotiv sanayi hızla otomobil üreticiliğini Türkiye’ye terk etmekte, dünya bankaları da Türkiye’de banka satın alarak konut pazarlamaktadır (kredi vermektedir). Millî Görüş’ün faiz eleştirisi yerine “Anadolu’nun Bin Yıllık Düzeni” paradigması üzerinden yeni bir söylemi üretmesi ve bir mühendis hareketi olan “klasik dönemini” yeniden revize etmesi kaçınılmazdır. “Mühendis hareketi” son tahlilde Batı uygarlığının teknik bilgi ve araçlarını ithal etmeyi temellendirmek durumunda kalmıştır. Oysa Fatih’in Batı uygarlığını Müslüman ferasetiyle aştığı, gemileri denizde değil karada Müslüman adamların sırtında yüzdürdüğü unutulmamalıdır. Fatih’in Şahi toplarının bir teknik harika olmadığı bir psikolojik harp silahı olduğu da hatırlanmalıdır. Bizans’ın İstanbul’unun teknoloji ile fethedilmediği; Bizans vergi düzeninden yılan Yahudi ve Rum ahalinin Fatih’in adil nizam vaadi ile İstanbul kapılarını açtığı, fethin bir “kalb fethi” olduğu anlaşılmalıdır.

Türkiye yeni dönemde kentleşme ile bir çok yeni politik sorunla başbaşa kalmıştır. Kentleşme geleneksel toplumsal kesimleri kırsal alanlardan koparmıştır. Kentlerde yaşanan tartışmalar Kürt ve Alevî geleneksel kırsallığın ekonomik geçim kaynaklarını yitirmişliklerinin sonucudur. Türkiye halkları son on yıllık süreçte hızla kentlere dolmuştur. İstanbul nüfusu 2000 yılında sekiz milyon iken bugün onaltı-yirmi milyona çıkmıştır. Bu süreç büyük bir yoksulluk tehdidi getirmektedir. Kentlerdeki nüfusun daha da yoğunlaşacağı cari siyasetin politik açıklamalarından anlaşılmaktadır. Bununla beraber kentleşme süreci kente göçecek adam kalmayınca büyük bir iflasla sonuçlanacaktır.

Bu nedenle Millî Görüş hareketinin, İslamcılığın şimdiye kadar telaffuz etmekten kaçındığı “Anadolu’nun Düzeni” kavramı ile milliyetçi kesimleri de kucaklayan yeni bir söylemle yola koyulması gerekmektedir. “Anadolu’nun Düzeni” kavramı klasik Türk Sol’unun da kullandığı (Doğan Avcıoğlu, Mehmet Ali Aybar, İdris Küçükömer, vs) bir kavram olarak söylemsiz kalmış günümüz sosyalist hareketlere bir cevap olabilecektir. Aynı zamanda bu kavram Osmanlı-Selçuklu vurgusundan dolayı milliyetçi kesimin uzun süredir kullanmaktan içtinap ettiği nizam-ı alem ülküsünü de hatırlatacaktır. Anadolu’nun Düzeni kavramı Millî Görüş hareketinin Gençlik örgütü olan Anadolu Gençlik için de psikolojik bir özgüven oluşturacaktır. Bu söylemle Millî Görüş hareketi kendisini 19. yüzyıl siyasal düşüncesine kıstıran İslamcılıktan da tefrik ederek daha temelli, ayakları yere basan, ilk ortaya çıktığı günlerde ileri sürdüğü “Millî Nizâm” fikri ile de barışık bir sahaya konumlandıracaktır.

Millî Görüş hareketinin “Anadolu’nun Düzeni” vurgusunun bir başka önemi daha vardır: Batı düşüncesine yönelik olarak klasik söylemde “Hristiyan Batı klüp” şeklinde ifade edildiğinde tepkisellik doğuran söylemi başka şekilde söyleme imkanı kazanılacaktır: “Anadolu’nun düzeni anti kapitalist ve anti feodaldir.” Anadolu’ya özgü bir nizam fikri tartışmaya açılmalıdır. Bu nizam Osmanlı dirlik nizamıdır. Bu kapsamda sloganların, kurumsal çalışmaların, çalıştayların çok geniş entelektüel dairelere yansıtılması mümkün olacaktır.

Bazı sloganlar Türk siyasi hayatında kendine yer bulmuş partilerin seçim propaganda çalışmalarından devşirilmelidir. Örneğin TİP’in “Kula kulluğa son” sloganı Millî Görüş hareketinin baş tacı edeceği bir slogandır. Bu sloganı “Kula kulluğa son: Adil Düzen” şeklinde telaffuz etmek son derece mümkündür. Yine Türk Sol’unun “Su kullananın Toprak işleyenin” sloganı günümüze yeniden uyarlanarak ele alınmalıdır. “Su kullananın, Toprak işleyenin, Fabrika alınterinin” şeklinde bir slogan günümüz siyasal yelpazesinde “Anti-kapitalist Müslümanlar”dan başlayıp CHP tabanına doğru genişleyen bir seçmene hitap edecektir. Bu perspektif Anadolu’nun ahi/tımar geçmişini de sahiplenmeyi sağlayacaktır. Millî Görüş Anadolu’nun Alevî Ozanlarını ahilik/tımar düzeni içinde ürettikleri söylemlerle kucaklayabilecektir. Millî Görüş “İşi ehline verin” diyerek Yusuf (as)’a atıf yapabilecektir. Sokaktaki adamın görünüşte İslam’ı refere etmeyen bu söylemi “adalet” kapsamında değerlendireceği umulur. Bu söylem Anadolu’daki Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, vs. gibi mikro milliyetçi akımlar tarafından da takdir edilecek ve bu kesimler de ırk/etnisite temelinde değil de ehliyet temelinde vazife alınabileceği fikrinde rıza geliştirecektir. Bu politika, Osmanlı bürokrasisinin ehil kişiye mesuliyet vermesini hatırlatmalıdır. Millî Görüş “Anadolu’nun Düzeni” söylemini Osmanlıcılık şeklinde telaffuz etmekten de kaçınmalı ve kendisini “yeni Osmanlıcılık” gibi göstermeye çalışan “modernist-muhafazakâr Demokrat” siyasal hareketten ayırmalıdır. “Ahiyiz, eli nasırlı – alnı terliyiz, yerliyiz, Anadolu’nun bendiyiz” gibi Anadolu’da yaşayan tüm halkları kucaklayan bir söyleme başvurulmalıdır.

Bu çalışmalarda dikkat edilmesi gereken husus Millî Görüş hareketinin kendini hangi sınıfsal tabanın organik üst yapısı olarak belirlediği meselesidir. Millî Görüş “Adil Düzen” söylemi ile anti kapitalist ve Anadolu’ya has bir Müslüman toplum projesi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Belediye seçimlerini kazandıktan sonra emlak ve imar siyasetiyle mensuplarının rant ile tanışması belasına uğramıştır. Millî Görüş bundan sonra bu yolu tekrar mı çalışacaktır; yoksa, Anadolu’da bin yıldır uygulanan düzenin bu çağdaki yeni seslendiricisi mi olacaktır?

Eğer ikinci yol tutulacaksa Millî Görüş hareketinin tabii toplumsal tabanı esnaf, zanaatkâr, çiftçi kesimler olacaktır. Toplumun tamamının eğitilmesi gibi bir israfı önleyecek ve 25 milyona ulaşmış üretim çağındaki gençliği okul sıralarında heba etmeyecektir. Üreten bir toplum olmak için Millî Görüş hareketinin Türkiye’nin cemaatleri ile işbirliği yapması, kadim politik sürtüşmeleri sonlandırmak için eğitimi devlet tekelinden çıkartması, eğitimi cemaatlere devretmesi, ülke nüfusunun çoğunluğunun üretici olmasını sağlamaya yönelik politikalar üretmesi kaçınılmazdır. Bu başarılırsa ülkenin ahi/tımar modelini tekrar konuşması sağlanabilecektir.

Millî Görüş hareketi bu vizyonu gerçekleştirebilmek için lokal alanlar seçmeli ve kentleşme yerine meslek liseleri ile güçlendirilmiş zanaatkâr/meslekî şehirlere yönelik çalışmalar yapmalıdır. Bu süreçte ülkenin esnaf ve sanatkar odalarını kazanmalı, meslek liseleri ile bu odalar arasında koordinasyonlar sağlamalıdır. Millî Görüş üreten kesimlerin ürünlerini AVM karşısında konumlandıran pazar/çarşı çalışmalarını da sistematize etmelidir. Ahiliğin büyük kapitalizme adam (ahlaklı işçi) yetiştiren bir kültüre dönmesine izin vermemelidir. Ahilik bir işçilik ideolojisi değil, küçük işletme ideolojisidir.

Eğitim konusunda cemaatlerin görüşlerini alacağı platformlar oluşturulmalıdır. Köy enstitüleri ile ilgili yeniden araştırmalara başlanmalı, Alevî dernekleri ile “üretim temelli politikalar için” görüşülmelidir. Bu görüşmeleri Ertuğrul ile Edebali’nin Osmanlı düzeninin temelini atan arayışlarının bir parçası saymak gerekir. Türkiye’de Alevilik hızla İran Caferiliği’nin etki alanına girmektedir.

Millî Görüş’ün Türk-İş, Hak-İş gibi sendikalarla birlikte hareket ederek özellikle son dönemde tartışılan Kıdem Tazminatı Fon’u, sendikalaşma, taşeron işçilik, vs. ile ilgili görüş alış verişinde bulunması da gereklidir. Millî Görüş “ağır sanayi meselesini” demiryolu, liman, maden arama ve işleme, lokomotif-vagon sanayi, vs. gibi sahalara çekmelidir. Lastik tekerlekli ulaşım yerine demiryolu, kara tren (yerli tren) çalışmalarına dönük projeler üretilmelidir. Bu noktada Demiryol-İş sendikası gibi sendikalarla görüşülmeli, Trafik kazalarına karşı alternatif şehir-ulaşım meseleleri tartışılmalıdır. Hayvancılık ve tarım kooperatifleri ile çalışmalar düzenlenmelidir. Türkiye’nin tarım nüfusunun artırılması, toprakların boşalmasının önlenmesi için çözümler üretilmelidir.

Millî Görüş hareketi AVM yasası, Köy Kanunu, Kentleşme Yasası, Ev Hakkı, Tam istihdam Yasası gibi konularda yasa teklifi hazırlayabilecek çalışmalar geliştirmelidir.

Milli Görüş’ün 2014 Yerel Seçimleri’nde başarısı düşmüş görünmektedir. Seçmenin “Hak geldi Batıl zail oldu” fikrinde olmadığı, kentleşme-küreselleşme ve rant istediği ortaya çıkmıştır. “Önce ahlâk ve maneviyat” beklentisi artık yıkılmıştır. Halkın “yolsuzluk iddialarına inanmadığı” bu seçimlerde ortaya çıkmıştır. Ayrıca AKP’nin “muasır medeniyet seviyesini yakalamaya” yönelik teknoloji ve yaşam tarzı aktarımlarının başarılı olduğu konusu reddedilemeyecektir. AKP, dolaylı olarak kendisini “Milli Görüş” olarak anlatmakta ve bu anlatıda başarılı olmaktadır. Milli Görüş’ün ideolojik temelleri AKP tarafından devşirilmiştir. Başka bir söylem geliştirilmesi gereği açıktır.

Milli Görüş kadrolarının toplumun bu temayülüne moral çöküntüsü ile cevap üretmemesi, gelecekten umutvar olması gerekmektedir. Milli Görüş, seçimi küresel sermaye (finans), emlâk lobisi ve rant siyasetinin kazandığı fikrinden hareket etmelidir. Türkiye’deki kültürel ve etnik öbekler de modernleşmeye (kentleşmeye) oy vermişler ve Milli Görüş’ün kadrolarının söylemini “haklı bile olsa başaramaz” şeklinde değerlendirmişlerdir. Üretmeden yaşamak isteyen bir “Yeni Türkiye” ile artık muhatabız.

Seçimin getirdiği bir başka sonuç da dindarlığın ahlâkîlikten ayrıştırılmasının kesinliği olmuştur. Sandığı hukukî aklanma sayan bir anlayış, demokrasinin çıkmazı ve sapması olarak okunmalıdır. Ahlâksızlık çoğunluğun “affı” ile meşru görülemeyecektir.

Kentsel ranta ve yolsuzluğa da, insanların şahsi hayatına müdahale eden hukuksuzluklara da aynı tavrı koyan bir ahlâk siyaseti dili geliştirilmelidir. Milli Görüş’ün ahlâk ve hukuksuzluklarla ilgili olarak siyasi taraflara net bir tavrı olması gerektiği açıktır.

Milli Görüş’ün bundan sonra “sadece bir isim” olmamak, “bir fikir ve ahlâk hareketi olmak” şeklinde ifade edilebilecek vizyonunu inşa etmesi gerekecektir. AKP’nin Milli Görüş’ün devamı olarak görmek doğru bir okumadır. Bununla beraber AKP ile Milli Görüş arasındaki fark, Milli Görüş’ün “nizâm fikri” ile “Doğu (Anadolu)’yu savunma” refleksidir. AKP, son tahlilde bir nizâm hareketi değildir.

AKP ise “Batıcı” ve yirmibirinci yüzyıl partisidir. Bu nedenle: İdeolojisi yoktur, modernleşmeyi temsil eder; sekülerdir (devlet din ve inançlara eşit uzaklıkta ve saygılıdır); evrensel meta değerlerini üstün sayar; etnisitelerin kentsel kimliklerini ve kapitalizmle uyumlu biraradalıklarını kabul eder; küreselleşmeyi, kentleri, hizmet sektörünü önemser;  eşya/teknik/bilgi/ulaşım/enerji dolaşımını öne çıkararak ferdleri dünya-sistem ile eklemlemeyi politize eder. Oysa Doğu toplumları cemaatcidir. Batı dillerinde “Doğu” “Anatolia” terimi ile karşılandığından Batı dışında kalan tüm topluluklar ve coğrafya “Doğu”dur. Milli Görüş’ün zikrettiğimiz anlamda “Anadoluculuk” fikrini kalınlaştırması ve kendisini AKP tarafından temsil edilen “Batı’nın ilmini alalım, ahlakımızda sübût bulalım” fikrinden uzaklaştırması gerekmektedir. Bir toplumda ahlâk-hukuk ilişkisi güvenilir adamlarla temsil kabiliyetine kavuşur da, üreterek (helalinden) kazanmak iktisadî alanın temellerini inşa için seferber edilirse yolsuzluk-hukuksuzluk-hak ve hürriyetlerin kısıtlanması halka yapılmış en şedid saldırı olarak belirginleşir.

Seçim sonuçlarıyla geldiğimiz yer şaşırtıcı değildir. Küreselleşme siyasetinin tabiat ve insan çevresi için tahripkar müdahalelerinin sonuçları artık kimseyi düşündürmemektedir. Halk bu seçimlerde AKP’nin alternatifini, seçeneğini görememiştir. Seçimlerden hemen sonra başlayacak “afet yasası” kapsamındaki mülkiyet transferinin toplumsal sınıfları yeniden oluşturacağı apaçık ortadadır. Herkes bu altüst oluşta kendisine “yeni” sınıfsal alan açılacağını; mülkiyet bahşedileceğini ummaktadır. Ayrıca toplumun AKP iktidarının yaşandığı yıllar içinde, tutunmaya çalıştığı kentlerde devlet nezdinde din-ırk denmeden hizmet alabildiğini görmek ve anlamak gerekmektedir.

Yapılacak şey verilidir:

“Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi” (28 Kasas 76). “Böylece ziyneti ile (büyük bir ihtişam ile) kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: Keşke Karun’a verilenler kadar bizim de olsaydı. Muhakkak ki o gerçekten en büyük hazzın sahibidir, dediler” (28 Kasas 79). “Ve ilim verilenler: Size yazıklar olsun! Âmenû olan ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Buna (hayırlı sevaba), sabredenlerden başkası mülâki olmaz (kavuşturulmaz), dediler / Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn” (28 Kasas 80). “Sonra, onu ve onun sarayını yıktık” (28 Kasas 81). “Ve dün onun yerinde olmayı temenni edenler, sabahlayınca, Vay! Öyleyse Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır (takdir eder) dediler. ” (28 Kasas 82).

Ayetler geleceği anlatıyor. Uzun bir süreç bizi bekliyor. Bu süreçte ahlâk ve hakikat / adalet davasının erlerini “Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn” (28 Kasas 80) ayetinin işaret ettiği yerde görmek gerekmektedir. Refah arayışı ile dünyaya dalanların karşısında “ûtûl ilme – ilm verilenler” bulunmaktadır. Bu ilmin akademik bir ilm olmadığı ferasete yakın bir şey olduğu apaçık ortadadır. Sabra ait bir ilimdir. Değişik mülahazalarla ülkenin aydınları mevcut sele (refah ve iktidar ideolojisine) kapılıp gideceklerdir. Toplumsal ve bireysel bir zenginleşmeyi-refahı da iktisab edecekleri söylenebilecektir. Buna ancak sabredenlerin direnebileceğine dair işaret ayette görülüyor. O işaretin Anadoluculara, Anadolu Nizâmı’nın bendesi adamlara yönelmesi için bir fırsat vardır.

1 Response

  1. 17 Nisan 2014

    […] frekansta bir başka güzel ve taze bir yazı için Lütfü Bergen’in şu yazısına da bakmak şart. Bergen’in kırsala dönüş çağrısı Güney Amerika yerlilerinin […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir