Burhan Sönmez – Marks’ın Kesbi

BURHAN SÖNMEZ

Marks’ın Kesbi

1- Sosyalizm, kendi mücadele anlayışına sahiptir. Dinsel söyleme ihtiyaç duymaz. Ama sosyalist olmak, dinî söyleme sahip insanları veya dindar kesimlerdeki eşitlik arayışlarını yok saymak anlamına da gelmez.

2- Marks, Engels’e yazdığı bir mektupta (14 Haziran 1853), “Görünen o ki, bütün Asya genelinde ‘toprakta mülkiyet olmaz’ ilkesini ilk yerleştirenler Müslümanlar olmuş” der. Dinde olumlu şeyler aramak yanlışsa, bu cümleyi hafızamızdan ve Marks’ın tarihinden sileceğiz demektir. “Vaftiz suyu” veya “afyon” tespitleriyle yetinmek yerine, meselenin farklı yanlarına vurgu yapmaya devam eder Marks. Daha önce “Dinsel sıkıntının gerçek ıstıraba karşı bir protesto ve mazlum varlığın feryadı” olabileceğini söylemesi, kendi düşüncelerine duyduğu güvenden gelir. “Bir” şey hakkında “farklı” şeyler söyleyebilme yöntemi onun bu hayattaki servetiydi.

3- Eğer Platoncu geleneğin ikici (düalist) mantığına sahip olsaydık, Marks’ın çelişik gibi görünen ifadelerinden sadece birine sarılır, diğerlerini yanlışlardık. Her ne kadar bu durum, Marks’ı Marks’a karşı yalancı çıkarma sonucuna varsa da…

4- Geleneksel Kuran okuma yöntemine göre eğer Kuran’da birbiriyle çelişik iki ayet varsa, biri diğerini ortadan kaldırmış (nesh etmiş) sayılır. İkisi bir arada duramaz. Marks’ın sözlerini böyle nesh ederek sadeleştirme yoluna gitmek de bir eğilim (!)

5- Geçmişte yaşamış kişileri (Marks) tarih içinde değil, bugünde değerlendirmek anlamlıdır. Kendimizi onların yerine koymak değil, onları bizim zamanımıza taşımak ve “Eğer burada olsaydı ne yapardı?” diye düşünmek gerekir. Walter Benjamin, “şimdileştirme” (Vergegenwärtigung) diyordu bu yönteme. Bazen teorik metinlere başvururuz. Ama önümüzdeki sınavın cevapları o metinlerde yok. Teori bize cevapları değil, cevapları bulma “yöntemini” verebilir sadece. (Örneğin, “Özgürlük Teolojisi’nin ne olduğu” sorusunun cevabı eski metinlerde bulunmadığı için Latin Amerikalı devrimciler kendi cevaplarını yarattılar.)

6- Marks başka bir mektubunda (2 Haziran 1853), “Doğu’da -Türkiye, İran ve Hindistan’da- özel toprak mülkiyetinin bulunmaması”ndan söz ederek, bunun “Doğu” toplumlarını anlamada “çözüm anahtarı” olduğuna vurgu yapar.

7- Marks’ın meseleye “kilit vurmayan” bu tür ifadeleri çoğaldıkça, durum daha karmaşık görünmeye başlar. “Marks’ın kesbi” denebilecek bir durum doğar. “Eşari’nin kesbi” gibi. İslam kelâmcısı Eşari, bundan onbir asır önce kader tartışmasındaki şiddetli fikir ayrılıklarında bir yöntem sunmuştu. Ona göre, insanın kaderini Tanrı belirler, ama insan da bunda pay sahibi olurdu. Bunun nasıl olduğunu açıkladığı “kesb yöntemi” öyle karmaşıktı ki, sonradan “Eşari’nin kesbi gibi muğlak” deyimi doğdu.
8- Bugün Marks’ı “muğlak bir kesb noktasına” çekerek, hayatı anlamak mümkün değil. (Sol tartışmalarda, İslami tarihten örnekler vermek hoş karşılanmaz. Yunan tanrılarına inanan Platon veya koyu dinci Thomas More gibi isimler normaldir, ama herhangi bir İslam âliminden söz etmek “eksi” puan hanesine yazılır.)

9- Gerçek somuttur. “Cemevlerinin ibadethane sayılması” mücadelesine sahip çıkıyoruz. Öyleyse, “camilerde afyon, cemevlerinde şerbet dağıtıldığına” dair bir tespit mi var, yoksa “dine karşı olma kararlılığından” taviz veren bir “muğlaklık” mı söz konusu?

10- Gramsci, dinin en devasa ütopya ve metafizik olduğunu söyler. Dinin, gerçek çelişkileri mitolojik (ilahi) biçim içinde uzlaştırmaya çalıştığını ve insan ile tanrının doğasının aynı olduğunu belirtir. Ve “her dinin aslında çok sayıda din olduğu” sonucuna varır. Zenginlerin, fakirlerin, erkeklerin, kadınların, her zümrenin ve sınıfın beklentisi ve tanrı yorumu farklıdır.

11- “Din söz konusu olduğunda, soruyu genel ve kolay cevaplanabilir bir şekilde sorabiliriz: Doğu’nun tarihi, neden din tarihi olarak ortaya çıkar?” diye sorar Marks (2 Haziran 1853). Onun burada söylediği, dinin sadece din olmadığıdır. Bu topraklarda dini tartışmak, aynı zamanda Doğu’yu tartışmaya dönüşür. Bugün Doğu’yu tartışmak, Batı’yı ve onun bakışını sorunsallaştırmakla ve modernizmin sınırlı tarihini aşıp sosyalist bir aydınlanmayı “bu topraklarda” yeşertmekle mümkün.

12- Dinin farklı boyutlarını tartışmk, bugünkü egemen din siyasetlerine karşı mücadeleden vazgeçmek anlamına gelmez. (Bu konuyu “İslamcılığın Vatikanı” başlıklı yazımda ele aldım: BirGün, 30 Eylül 2010)

13- Bizde iki asırdır din tartışmaları “görünür” sembollere odaklandı. Bu açıdan hem birinci cumhuriyet (Kemalizm), hem de ikinci cumhuriyet (Ilımlı İslamcılık) din meselesini kavramada benzer “düşünme biçimine” sahip. Vardıkları sonuç farklı görünse de.

14- Wittgenstein gibi soralım: “Geçmiş nereye gider?” Ortodoks Sünni İslam, geçmişi kendine mal eder. Din geleneğinin hep onların yorumuna göre şekillendiğini ve dinin “özü”nün bu yorum olduğunu söyler. “Uygarlıklar Çatışması” teorisini geliştiren Huntington da böyle düşünür. Doğu’nun ve İslam’ın “tek bir özü” olduğunu ve bunun değişmeyeceğini ileri sürer. Eğer biz de dinin “tek bir özü” olduğunu ve bunun şu anki egemen Sünni İslam’ın tekelinde bulunduğunu düşünürsek, ortodoks dincilerden ve Huntington’dan farkımızı nerede çizeceğiz?

15- Din ve vicdan özgürlüğü, bizim yalansız vaadimizdir. Takiye yok. Geleneksel dini inancın yaygın olduğu bir ülkede, bu halkı sermayeci din bezirganlarının insafına terk etmeyeceksek, bu ancak din meselesine sağlıklı bir bakışla mümkündür. (Solun bir kesiminde, “Şimdi karşı olduğumuz şeyleri devrimden sonra serbest bırakacağız” söylemi var. Ama devrim olunca buna da ihtiyaç kalmayacak, çünkü “din ortadan kalkacak”mış! On bin yıllık din olgusunu milyonların hayatından silen teoriler üretiliyor. Ancak cennet vaadi kadar “gerçekçi”.)

16- Rosa Luxemburg’u tekrar edelim. Sosyalistler din içindeki eşitlik duygusuna değer verirler ve dine karşı ateist bir dil kullanmazlar. Ama diğer yandan dinin ezenlerin elinde (gerici) bir araç haline gelmesine karşı da mücadele ederler. Mesele, bu iki yanı devrimci bir diyalektikle beslemektir. Felsefede materyalist olan Marks’ın, siyasi mücadelede dine karşı bir program kullanmaması bu yüzden tesadüf değildir. (“Biz insanların inancına saygılıyız” deyip, diğer yandan argümanlarını tersi yönde inşa etmek solda bir alışkanlık haline geliyor. Günlük tartışmalarda öyle ideolojik açılımlar yapılıyor ki, neredeyse dine ait her şey gayrı meşru sayılacak.)

17- Her meselenin içinde birden çok gerçek yer alır. Bu gerçeklerden sadece birine sarılmak doğru görünebilir, ama eksik olduğu için sonunda bir yerde tıkanır. Din meselesi de böyledir. Herkesin tahlilinde doğru bir yan var. Ama tek yanlı bir doğru (yenilmiş bütün sosyalizm deneylerinde görüldüğü gibi) bizi nereye kadar götürebilir ki!

(25 Kasım 2010)

Kaynak: Birgün, 2010

İrtibat: burhansonmez@hotmail.com

1 Response

  1. 4 Mayıs 2015

    […] Burhan Sönmez. Birgün Yazıları, Birgün, 2008-2010. […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir