Yüksel Caddesi’ndeki Direnişlerine Devam Eden Veli Saçılık ve Semih Özakça ile Söyleşi
Kasım ayında çıkan KHK’lar ile ihraç edilmeleriyle birlikte Yüksel Caddesi’nde direnişe başlayan Veli Saçılık, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça‘nın hikayelerini sizlerle paylaşmıştık. Yüksel Direnişçileri mücadelelerine devam ediyorlar. Veli Saçılık ve Semih Özakça ile yaklaşık 5 aylık süre zarfında yaşadıklarını ve son olarak Semih Özakça ile Nuriye Gülmen’in başlattıkları açlık grevini konuştuk.
Veli Hocam 134 gün oldu Yüksel Caddesinde direniş başlayalı. Semih Hoca ve Nuriye Hocanın da açlık grevlerinin 14. Günü. Direnişin gelmiş olduğu aşamayla ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsın?
Nuriye başladığında kış yeni başlamıştı, şimdi de kış bitiyor bahar başlıyor. Açlık grevi başlamadan önce polis zoru, şiddeti üzerine kurulu bir eylem vardı, yani Yüksel caddesinde oturma oturmama gibi bir şey vardı. Bugün ise oturma oturmama meselesi aşıldı. Yani oturuluyor artık, bu kazanılmış durumda. Artık talebi kazanıp kazanmama üzerine bir dönem yaşıyoruz. Benim için zor olan arkadaşların açlık grevinde olması. Yani geçen gün yaşadığımız polis şiddeti, daha önce yaşadığımız polis şiddetleri, bunlar katlanılır şeyler.
Bugüne gelene kadar çok defa polis şiddetine maruz kaldınız değil mi?
Evet, çok sayıda. 10 defa gözaltına alındım. Nuriye 27’yi falan geçti. İşte en son gözaltında Nuriye ve Semih’i ayırıp tekrar TMŞ’ye götürdüler. Bir önceki sefer 6 gün tutmuşlardı, son seferde 2 gün daha tuttular. Onlar da gözaltında su ve şeker almayı bile kestiler. Şimdi polis elinden geleni yapıyor susturmak için, ama kararlılık da sağlam. Bu arada eylemin etkisi de her türlü polis engeline rağmen artıyor. Çünkü o şiddetin karşısında direnme iradesi var. En son kanunsuz şekilde Nuriye ve Semih’i 2 gün içerde tutmaları ve onların da şeker ve suyu kesmiş olması eylemi uluslararası anlamda daha duyulur hale getirdi. Bugün için söyleyecek olursam eylem şunu kazandı: Mevcut hükümet dedi ki “biz darbeye karışanları, Fetöcüleri, şunları bunları işten atıyoruz.” Bu eylem bizim kimliğimizi bütün kamuoyuna duyurdu. Hükümetin amacının darbeye karışanları devletten temizlemek değil de esasen kendi muhaliflerini ve kendisine biat etmeyenleri temizlemek olduğunu gösterdi. Bu bir zaferdir. Tabii bunu tırnak içinde söylüyorum, nihai anlamda bir zafer değildir ama kitlelere doğruyu aktarma, bir algıyı bozma anlamında bir zaferdir. Haksız hukuksuz yere, anayasaya aykırı biçimde işten atılanların tutuklananların bu süreçten çıkıp bunu yapanlardan hesap sormaya başlamasıyla gerçek zaferi de kazanmış olacağız.
Direnişlerde de bir çoğalma eğilimi var sanki? İşyerleri önünde olsun, başka şekillerde olsun?
Biz ilk sokağa çıktığımızda “nasıl olur da sokağa çıkarsınız” havası vardı poliste. “OHAL var, biz kesinlikle sizi konuşturmayız.” Sonra “burada durun ama rahat durun, fazla da ses çıkarmayın” demeye başladılar. Ardından İstanbul’da Betül Celep başlattı. Sonra Malatya’da bugün 61. defa gözaltına alındılar. Sonra Aydın’da emekçiler sokağa çıktı ve bu emekçilerden bir tanesinin bacağı gözaltı sırasında polis tarafından kırıldı. Düzce’de Alev Şahin devam ediyor. Burada Mahmut Konuk işyeri önünde, Cemal Yıldırım hafta içi her gün işyeri önünde devam ediyor. Ama KESK bu konuda yavaş kaldı.
Ne diyorsun KESK’in yaklaşımı ile ilgili?
KESK bizim sendikamız. Sahip çıkılması gereken bir sendika olarak görüyorum ama… KESK şimdi yönetim olarak şunu diyor: “Tarihsel bir saldırıyla karşı karşıyayız.” Yani bu tespiti yapıyorsan tarihsel bir direniş göstereceksin. Tarihsel bir saldırı varsa tarihsel bir direniş olması lazım. Ama ne yazık ki geleneksel yasak savmacı basın açıklamalarından ibaret KESK’in tavrı. Çoğu zaman bunu da yapmıyor. Böyle ilerletmeyi düşündü. Olmadı. Ben esasen KESK’in bizzat genel merkez yöneticilerine üzülüyorum. Ben eğer genel başkan olsaydım ya da yönetimde olsaydım Ali’nin Veli’nin sopa yemesi yerine kendimin yemesini, bunun bedelini kendimin ödemem gerektiğini düşünürdüm. Lami Özgen’in yerinde olsam ben bu Yüksel Caddesi ya da başka yeri tek başıma zorlardım. Niye? Çünkü eğer bir işin başındaysak, yöneticisiysek bunun en önünde olmak zorundayız.
Peki neye bağlıyorsun KESK’in bu süreçteki tavrını?
KESK’in süreci kavrayamaması ve süreç içerisinde revizyona uğramasına bağlıyorum. Eski tipte sokağa çıkarım, bir tepki gösteririm, bir kamuoyu oluşur falan diye düşündü. Ama karşısında her yönüyle silahlanmış, her yönüyle kanundan yasadan genel özgürlüklerden arınmış bir hükümet var, bir iktidar var. Buna karşı sert bir tutum almadığın sürece o senin kafanı ezecektir. Zaten şu anda eziyor. Yani sert durunca da eziyor ama bunu kavrayamadı esasen KESK. Bu inadım inat olarak sokağa çıkmak gerektiğini, en karanlık anda sokağa bir kişi çıkmasının o karanlığı tartışılır hale getireceğini bilemedi. Bunu bilemediği için de geri bir tutum aldı. Bu tutum ne yazık ki KESK’in inandırıcılığını azaltan bir tutum. Ama KESK’in olumlu yanlarını söylersek, bu süreçte ihraç edilen üyelerini üyelikten çıkarmadı. Zaten böyle bir şey bekleyemezdik KESK’ten. Maddi yardımlarına devam etti. Mesela ben 1250 lira alıyorum SES sendikasından. Ama bunu alamayan KESK’e bağlı sendikalardan insanlar var. Bunu da tam organize edemedi tabii ama yine de maddi yardımda bulundu KESK. O anlamda KESK hala bizim KESK. Ama KESK şunun farkına varmalı artık. Hükümetin amacı iş güvencesini ortadan kaldırmak ve herkesi sözleşmeli işçi haline getirmek. Yani amacı bu. Bizi işten atarken de bizi sadece işten atmadı, bizim etrafımızdaki insanlara korku verdi, birçok insanı emekli olmak zorunda bıraktı, birçoğunu sendikadan istifa ettirdi. Şu anda KESK bir buzdağı gibi her geçen gün eriyor. Bu erimeyi durdurmak lazım, tersine çevirmek lazım. Bu hükümetin gücü azaldı, argümanlarının toplumda karşılığı yok. KESK bu erimeyi tersine çevirebilirse, bugünden itibaren bu bireysel direnişlere sahip çıkabilirse ve kendisinin de yeni bir tarzla ortaya çıktığı bir şey yapabilirse bu erimeyi tersine çevirebilir. KESK’in bunu kavraması gerekiyor. Ne yazık ki kavrayamadı.
Yüksel’de her kesimden ziyaretçileriniz oluyor. Nasıl karşılaşmalar yaşıyorsunuz?
Türlü insanlar geliyor. Mesela türbanlı bir hanımefendi geliyor, işte sizi destekliyorum diyor. “Bunların Allah belasını versin” diyor. “İnşallah kazanacaksınız” diyor. Sonra bir hacı amca geliyor. “Yapmaz hükümet öyle şey” diyor. Yani “sizi niye attı, siz Fethullahçı mısınız” diyor. “Yok değiliz amca, biz solcuyuz” deyince “Olur mu öyle şey, sizin darbeyle ne alakanız var” diyor. Gençler geliyor, merak ediyorlar. Anlatıyoruz, onlar da sizi destekliyoruz diyorlar. Zaten sokakta çok sayıda demokrat öğrenci, gelen giden var. Onlardan çok destek alıyoruz. Hatta çarpıcı bir şey söyleyeyim. Geçen gün polis bize saldırmak için “burada yolu kapatıyorsunuz, rahatsız oluyor vatandaş” dedi. Aramızdan biri de oradaki vatandaşlara seslenerek “burada hiç bizden rahatsız olan var mı? Eğer bir kişi rahatsız oluyorsa biz buradan çıkacağız” dedi. Hiç kimse biz rahatsız oluyoruz demedi. Bir kişi bile. Düşünün o kadar esnafı var, o kadar kişi gelip geçiyor. Bir kişi bile demedi. Yani bu anlamda kitleyle bir bütünleşme var.
Eklemek isteyeceğim şey şu: Açlık grevinin 14. Günü. Açlık grevini doğru buluruz yanlış buluruz, şöyle olsun böyle olsun deriz ama bir gün aç kaldığında hatta 12 saat aç kaldığında evine zor düşen insanlar bir empati yapmalı ve anayasal hakkımız olan işe geri dönme hakkımızı, bizim hukukumuzu her yerde dile getirmeli, bu sesi yükseltmeli. Bu açlık grevine böyle son verebiliriz. Ve artık bu hükümetin adaletsizliğiyle, hukuksuzluğuyla hesaplaşma vakti geldi. Bu vakit geçiyor bile. Biz işimize geri döneceğiz. Bütün insanlardan beklediğimiz de bu haklı isteğe sahip çıkmaları ve etraflarına ve çevrelerine anlatmaları, her yerde paylaşmaları ve bizi ziyaret etmeleri.
***
Bugün 136. Gün. Açlık grevinin de 16. Günü. Bir değerlendirme yapar mısınız Semih hoca?
136 gündür çeşitli bahanelerle 27 defa polis saldırısına maruz kaldık. Bu aslında polisin ve iktidarın ne kadar keyfi davrandığını gösteriyor. Bizler bu baskılara rağmen hala yılmadık ve direnişimize devam ettik. Bizler işimizi ve ekmeğimizi gerçekten istiyoruz. Bu saldırı ve baskılara rağmen direnişimize devam etmemiz bunun kanıtıdır. Biz bir irade savaşı veriyoruz. Hava koşullarına karşı da, polisin saldırılarına karşı da, şu günlerde açlığımıza karşı da bu irade savaşını veriyoruz.
Açlık grevine nasıl karar verdiniz?
120 gündür bir direniş sergiliyorduk. Yapabileceğimiz her şeyi yaptığımızı düşünüyoruz. İmza kampanyası ve başka pek çok kampanya. Halkın desteğini de bir ölçüde sağladığımızı düşünüyorum. Medya açısından da sansürü kırmış olduk, ama buna rağmen bize işimiz geri verilmedi. Çünkü karşımızda bize düşman gibi davranan bir iktidar var. Bunu bir kişisel hırsa dönüştürerek yapıyor. Bu tabii faşizmdir. En küçük haklar dahi bedel ödemeden kazanılamıyor ülkemiz tarihinde. Bu kadar eyleme rağmen işimizi elde edemeyince eylemimizi büyütmek istedik. Bu noktada en etkili eylem biçimi olarak açlık grevini gördük. Açlık grevinin ne kadar etkili bir eylem olduğu daha hazırlık aşamasında ortaya çıktı zaten. Bizi terörle mücadele şubesi gözaltına aldı. Günlerce orada tuttular. İkinci gözaltımızda suyu şekeri kestik. Açlık grevindeki 16 günün 8 gecesi gözaltında geçti. Çalışmalarımız aksadı tabii.
Son iki gözaltında yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
İlk alınışımız mecliste yaptığımız bir basın açıklamasının çıkışında oldu. Acun abla yoldan kaçırılmıştı. Biz araçla gelirken haber geldi Acun abla alındı diye. Biz de durumu değerlendirelim diye bir kafeye geçtik. Hemen polisler geldiler, takip etmişler zaten, gözaltına alacağız dediler. Biz gözaltı kararını tanımıyoruz dedik, yaptığımız şey işimizi istemek dedik. Her zaman yaptığımız şey, Yüksel’de duruyoruz, gittiğimiz bir yer yok. Onlar da biliyor. Ama bizi çeşitli bahanelerle gözaltına almak istediler. Bizi zorla yerlerde sürükleyerek gözaltına aldılar. Gözaltı işlemlerimizi yaparken, parmak izi vs. gibi bizi işkence edercesine zorlayarak, parmaklarımızı kollarımızı kırarcasına davrandılar. Beni altı kat sürükleyerek çıkardılar. Her tarafım morardı. Parmak izi alacakları bir yer vardı, orada halsiz düştüm. Üzerime dizleriyle basmaya başladılar. Slogan attım, vazgeçtiler. Sonra sürekli her şeyi dayatmaya çevirdiler. Onu yapma, bunu yapma şeklinde. Hakaretler, laf atmalar… Fotoğraf çekerken direndiğim için boğazıma sarılarak zorla fotoğraf çektiler. Nezarethaneye gitmeden beni bir basket sahasına götürdüler. Yüze yakın insanı dizmişler, bağırıyorlar insanlara “Beyler burada bizim borumuz öter” filan diye. Ben burayı kabul etmiyorum dedim. Beni yere ittiler, bacak ve kollarımdan kelepçeleyerek yuvarladılar. Daha sonra nezarethaneye alındık. Biz açlık grevine ayın 11’inde başlayacaktık, gözaltı üzerine 9’unda başladık. Altı günün sonunda bizi bıraktılar. İki gün geçmeden yine bizi buradan bir bahaneyle gözaltına aldılar. Nuriye hocayla bizi terörle mücadeleye sevk ettiler. Bunu o kadar pervasızca yaptılar ki biz de tepki göstermek istedik ve gözaltı esnasında suyu ve şekeri kestik. En büyük bedel neyse onu göze alıyoruz dedik. İki günün sonunda sağlığımızdan endişe duydukları için bıraktılar. Savcı aynı şeyleri sordu, bu eylemi terörist eylemi gibi göstermeye çalıştı. Biz zaten adli kontroldeydik. Karakolda ifademizi yazarlarken avukatımız dosyaya baktı ve “ya yine aynısı” diye sinirlendi. O tepki gösterince oradaki polis “emir yüksek yerden” dedi. Emir büyük yerden, çünkü açlık grevimizden çok korkuyorlar. Bugün yine bir basın açıklamasını bahane ederek arkadaşlarımıza saldırdılar. O kadar öfkeliler ve kinliler. Ben inanıyorum ki biz bu mücadeleyi kazanacağız. Hukuk işlemiyor, tek çaremiz bu. Bu faşist uygulamalara karşı direnmekten başka çaremiz yok. Reste rest deriz ve ölüm orucuna döndürürüz. Bu iş bizim için çok ciddi, bizim için bu adalet mücadelesi. Bu kadar ahlaksız, fütursuz olunmaz. Bizim açlık grevimizi bitiremezler.
Bir sürü insan geliyor geçiyor buradan, diyaloglar kuruluyor, bu anlamda yaşadıklarınızı biraz paylaşır mısın?
Hiç tanımadığım insanlar geliyor elimi sıkıyor, uzun zamandır gelmek istiyordum ancak fırsat bulabildim diyenler, iyi niyetlerini ileten insanlar var. Açlık grevinde olmamızdan kaynaklı gelenler var. Çevremizdeki, çeperimizdeki insanlar daha da sıkı sıkı sarıldılar. Biz gözaltında da olsak burada eylem sürüyor. Demek ki bu eylem bu yönüyle başarıya ulaştı demektir. Burası bir direniş alanına dönüştü demektir. Tabii, vicdani yönden destek vermenin bir adım ötesine geçip katılım göstermeye dönmesi gerekir bu desteklerin.
Son dönemde kısmen yayılıyor sanki bu tür eylemler, öyle değil mi?
Evet. Bütün kamu emekçileri, haksızlığa uğramış bütün insanlar bunu yapabilir. Çok zor bir şey değil aslında. Ama anayasal olarak da verilen bu hakkı size kullandırmamak için her türlü Osmanlı oyunu yapılıyor açıkçası. Bu yasak, şu yasak, yaparsan şöyle olur filan. Ama direniş İstanbul’da Kadıköy Kalkedon meydanında ve Cevahir alışveriş merkezi önünde devam ediyor, Düzce’de, Malatya’da 63 gündür devam ediyor, neredeyse her gün gözaltına alınıyor insanlar. Didim’de öğretmenin bacağını kırdılar, ona rağmen devam ediyor. Aydın’da Bodrum’da devam ediyor. Hepsine selamlar sunuyoruz. Sonunda biz kazanacağız, biz buna inanıyoruz. Durum belli, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik belli. Bunlara karşı koymanın tek yolu direniştir. Biz kazanırsak tüm halkın da kazanacağını biliyoruz. İnsanlarda bir kıvılcım yaratabileceğimizi biliyoruz, onlar da bu yüzden bu kadar kızgınlar ve öfkeliler. Onlar korktuklarıyla kalacak ve bizler de işimizi geri alacağız.