Yüksel Caddesi’ndeki Direnişlerine Devam Eden Nuriye Gülmen ve Acun Karadağ İle Söyleşi
Yüksel direnişçileri ile yaptığımız söyleşi Nuriye Gülmen ve Acun Karadağ ile devam ediyor.
Nuriye hocam, üç ay kadar önce bir röportaj yapmıştık. Direnişte 127. gün bugün. Açlık grevi kararı aldınız. Sizi açlık grevi kararına iten en büyük neden nedir?
Oturma eylemimiz 13.30 ile 18.00 arasında devam ediyordu. 9 Kasım’da başlamıştık, bir süre sonra alanı kazandık. Polis saldırıları olmaya devam etti o sırada. Bazen pankart bahanesiyle, bazen bahanesiz saldırdılar. Toplamda 23 kere gözaltına alındık ama polis saldırıları da zamanla azaldı. 23 gözaltının 15’inde para cezası verdiler fakat ödemedim. Bazen 1 ay boyunca hiç gözaltı olmadığı zamanlar oldu. Belli günlerde, mesela eylemin 100. gününde kutlama yaptık. “100. günde 100 kişilik halay kuruyoruz,” dedik. Çok insan geldi, ama polis saldırdı, gözaltı oldu. 11 Ocak günü çok büyük bir saldırı olmuştu ve burnumu kırmışlardı. Keza 100. günde de gelen herkese saldırdıkları çok sert bir saldırı oldu.
100. günden sonra henüz açlık grevi kararı almadan önce o güne kadar topladığımız imzalarımızı teslim ettik. 4500 imza kadar olmuştu benim imzalarım. MEB’e gittik, YÖK’e gittik. Sosyal medyadan duyurmuştum imzaları teslim edeceğimizi; bu duyuru eylem çağrısı değildi ve sadece bilgi verme özelliği taşıyordu. Dört kişi gittik: Semih, Semih’in eşi, ben ve kardeşim. Taksiden indiğimizde YÖK’ün kapısında tanıdık bir polis gördüm. Ellerinde kameralar, bizi görünce geldiler yanımıza. Tartışmaya başladık. “İçeri giremezsiniz,” dediler. Kurumla görüştüklerini söylediler, “kurumun kararı bu olduğu için içeri girmeniz uygun değildir,” dediler. Ben de bu kararı sorguladım. “Sizi muhatap kabul etmiyorum” dedim. Zaten onlar da inanmadılar benim girmeyeceğime. Kamera ile bizi takip ettiler peşimizden. “Ben muhatap olduğum kuruma geldim, beni çekemezsiniz” dedim. İmzaları teslim ettik sonrasında. Biz ayrılana kadar polisler orada kaldılar. Açlık grevine girmemizin sebeplerinden biri de bu aslında. Bu sorunun cevabı nasıl bir ülkede yaşadığımızla doğrudan ilişkili.
Açlık grevi biraz fiili başlamış oldu değil mi? Neden böyle oldu?
Açlık grevini ilan ettik ve sonra dedik ki bunu duymayan kalmasın. Şu konuda netiz: açlık grevi onları ürküten bir eylem biçimi. Nerede olursa olsun gerçekten çok etkili bir eylem tarzı. Biz korkacaklarından emindik. Nitekim açlık grevine 11 Mart tarihinde başlayacaktık. O tarihten önce 9 Mart’ta Meclis’te basın toplantısı yapmak istedik. 4-5 milletvekilinin olduğu bir basın toplantısı düzenledik. Fakat toplantı salonunu kullandırmadılar. Şenal Sarıhan öncülüğünde bir basın açıklaması yaptık. Meclis’ten çıkınca apar topar siyasi şube polisleri tarafından gözaltına alındık. Bunun açlık grevi kararı ile ilgili olduğuna emindik. O yüzden hemen süresiz açlık grevine başladık o an.
Gözaltında neler yaşadınız? Ne söylediler? Nasıl muamele ettiler?
Çok düşmanca davrandılar. Küfür ve hakaret sürekliydi. Onun dışında emniyete götürürken ve parmak izi alımı esnasında çok ciddi bir saldırıya uğradım. Parmak izi alacaklarını söylediler, ben herhangi bir teşebbüste bulunmadım. Yerlere attılar, belki 10 kişi vardı. Bir kadın polisin bacakları üzerimdeydi, biri kolumu çevirdi. Bu şekilde parmak izim alındı. Bir kadın polis tarafından tacize uğradım. Bir kadın polis ben sürüklenerek götürülürken beni taciz etti. Üst aramasında da aynı yaklaşımları devam etti. 5 gün gözaltında tutulduk. Tavrımız çok net olduğu için bize herhangi bir telkinde bulunmadılar. Fakat “kaltak, orospu” diyerek hakaret ediyorlardı.
Gözaltı süreleri uzun olduğu için sizi doktora götürmüyorlar, onun yerine doktoru emniyete getiriyorlar. Hekim olduğunu söyleyen kişiler beni avukat odasında muayene etmeye çalıştılar. Ben reddettim, “muayene hastanede olur” dedim. Muayene olmadım o yüzden. Onların da gerçek hekim olduğunu düşünmüyorum. Sonradan bir hekime sorduğumda bu meseleyi “işin etik kısmı beni ilgilendirmiyor” dedi. Bu bile nasıl bir şey olduğunu açıklamaya yetiyor.
İşkence deyince insanların akıllarına hemen Filistin askısı geliyor. 6 gün gözaltındasınız, orada bu şartlarda olmak bile zaten işkencedir bana kalırsa. Avukatlarımızı gördük o süreçte. Dışarıdan bilgi aldık, arkadaşlarımızın eyleme devam ettiğini öğrendik. Dosyada gizlilik kararı olduğu için neyle suçlandığımızı bilmiyorduk. Bizi sorgulamaya çalışmadılar zaten. Gözaltında olduğum süre boyunca Halis Bayuncuk, Ebu Hanzala diye biliniyor, o kişi de yanımdaki hücrede kalıyordu. Polislerin “hocam” diye hitap ettiği biriydi. Yemekler geldi gitti kendisi için. Avukatı yanına kadar girebildi. Bizim böyle bir durumumuz olmadı tabii. Her istediğini yerine getirdiler, gördüğü muameleyle bizim gördüğümüz muamele gerçekten farklıydı.
Adliyeye çıktınız dün. O süreci de biraz anlatabilir misiniz?
Adliyeye, savcılığa çıkarıldık gözaltının 6. gününde. Bu savcının tasarrufunda zaten. Ancak operasyon polisin etkisinde yürütülüyor. Avukatlarımız savcıyla zaten ilk günden beri irtibattaydılar. Milletvekilleri Murat Emir ve Ali Şeker savcıyla görüştüler, bizim yanımızda oldular. Avukatlar vardı savcının kapısının önünde. Sendikaların herhangi bir girişimini görmedik. Örgütsel bir talimatla bu eylemi yapıp yapmadığımı sordu savcı. Ben de öyle bir talimatla yapmadığımı, kimsenin bir örgüt talimatıyla işini isteyemeyeceğini söyledim, kendi hikâyemi anlattım. Neden böyle bir eyleme başladığımı anlattım. Açıkçası savcı da polis fezlekesini inandırıcı bulmamış olacak ki hiçbir şey sormadı. Pankart renklerinden örgütsel bağlantılar bulmaya çalışmışlar mesela. Yürüyüş dergisinde röportajımız yayınlandığı için şu örgütle bir bağlantısı var demişler. Avukatlar da basında çıkan haberleri sundu. Savcı açıkçası örgüt bağlantısı iddiasını ciddiye alır bir tavırda değildi. Nitekim adli kontrol şartıyla serbest kaldık. Ona da itiraz ettik fakat kabul edilmedi itirazımız.
Şu an açlık greviniz devam ediyor.
Bugün 7. gün. Açlık grevi kararını açmak istiyorum biraz. İnsanın kendi bedeni üzerinden bir eylem yapması, aç kalarak bir talebi yükseltmesi çok eski bir eylem tarzı. Eski çağlarda İrlanda’da insanlar suçlu buldukları insanları teşhir etmek için onun kapısı önünde aç yatarlarmış. Bu da suçlu kişiyi bir şey yapmak zorunda bırakırmış. Açlık grevi dünya tarihinde daha çok ölüm orucu şekli ile biliniyor. Hak taleplerinde kullanılıyor, ülkemizde de çokça kullanılıyor özellikle politik muhataplar söz konusu olduğu zaman. Benim bildiğim kadarıyla Türkan Albayrak, Cansel Malatyalı ve Hatice Yüksel eylemlerini açlık grevine döndürmüşler ve kazanmışlardı.
Bence devletin yüz bin kamu emekçisini işten attığı günün ertesinde açlık grevine başlanabilir. Büyük bir adaletsizlik duygusuyla doluyum. Bizi açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlar. Aç kalın, geberin diyorlar. Bunun karşısında ne yapsanız zaten meşrudur. Bu kendinize zarar veren bir eylem biçimi değil, bedeni zorluyor doğru, ancak haklılığı çok yüksek bir düzeyde ifade ediyor.
Artık geceleri de buradasınız, şu an eylem 24 saat şekline mi dönmüş oldu?
Eskiden 13.30 ile 18 arasındaydı, şimdi 24 saat olarak devam ediyor. 24 saate özellikle çevirdik. Çünkü açlık grevini 13.30 ile 18 arası yapmıyoruz, 24 saat buradayız, herkes görsün herkes bilsin istiyoruz. 24 saat boyunca alanda kalıyoruz.
Sizinle birlikte bu tarzda yeni eylemler de başladı sanırım?
Yanılmıyorsam 11 tane direniş oldu şu anda. Ankara’da üç tane eylem var. Bodrum, Malatya, Düzce var. İstanbul’da iki eylem var, Kadıköy Kalkedon meydanında Betül Celep devam ediyor ve Cevahir AVM önünde Kamu Emekçileri Cephesi imzasıyla eylem yapılıyor. Didim’de başladı yeni, bir hafta oldu. Oradaki arkadaşımız Barış Bozkır gözaltına alındığı sırada bacağı kırıldı. Yaklaşık 10-11 yer var diye hatırlıyorum.
Hocam son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Biz en başından beri kazanacağız diyoruz, en başından beri canımızı dişimize katarak mücadele ediyoruz. Bu en başından itibaren feda ruhuyla yapılan bir eylem. Her gün gözaltı ve polis tehdidine rağmen yapılan, feda ruhunu barındıran bir eylem. Kazanacağız, bunun için üstümüze düşeni layığıyla yapmaya çalışıyoruz. Bütün demokratik kurumlardan, devrimci, demokrat, yurtsever, muhalif, halktan, bize düşman olmayan herkesten sahiplenme bekliyoruz. Yanımızda olmalarını bekliyoruz. Biz sadece kendimiz için mücadele etmiyoruz, eğer biz kazanırsak sadece bizim kazanımımız olmayacak. KHK’ları da delmiş olacağız.
***
Acun hocam kendi direnişinizden bahsedebilir misiniz? Siz ilk önce okulunuzun önünde başlamıştınız direnişe, sizi okulunuzdan buraya Yüksel caddesine getiren süreci anlatır mısınız?
Ben Altındağ’daki Halim Şaşmaz Ortaokulu’ndaki görevimden 29 Ekim 675 sayılı KHK ile ihraç edildim. Sosyal bilgiler öğretmeniyim. 30 Ekim’de Eğitim-Sen bu büyük ihraçların olduğu zaman bir basın açıklaması yaptı burada. Basın açıklamasında ben de okulun önünde direneceğimi duyurdum ama planlamasını yapmamıştık. 30 Ekim’den itibaren önce sendikaları dolaştım ve ne yapacaklarını öğrenmek istedim. İlk başta gittiğim sendikalardaki arkadaşlar heyecanla bir şey yapmak gerektiğini konuşuyorlardı, ama zamanla bir şey yapmadıklarını gördüm. Yani o basın açıklamasından sonra başka herhangi bir açıklama ya da bir direniş planı olmadı. 14 Kasım’a kadar gazetelere, sendika genel merkezlerine ve milletvekillerine gittim ihraç edilmem konusunda görüşmek için.
İşten atılmanıza dair gösterilen bir gerekçe var mıydı?
Resmi gazetede yayınlanan ve herkes için yazılan gerekçenin aynısı vardı: Fetö-PDY terör örgütü üyeliği, vs. Okuldan da herhangi bir yazılı açıklama gelmedi. Bir süre sonra Nuriye (Gülmen) geldi ve “Ben direnmeye karar verdim, eylem başlatacağım” dedi. “Ben de öyle bir şeye karar vermiştim” dedim. Nuriye direnişe başladı, ben de açıklamada duyurduğum tarihte yani 14 Kasım’da ihraç edildiğim okulumun önünde direnişe başladım. İlk beş dakika içinde hemen gözaltına alınıp götürülüyordum. Eğitim-Sen ve CHP’den direnişe desteğe geliyorlardı fakat ben onları göremeden gözaltına alınıyordum.
Bu süreçte okulu da çok terörize ettiler. Hakkımda “bayrak yaktı, işte terörist faaliyetlerde bulunuyor” diye bir dedikodu furyası başlatmıştı polis. Siyasi polisler ve bir otobüs çevik kuvvet benim direnişim sebebiyle oradaydı. Öğrencileri de korkutmuşlardı, müdür sınıflara tek tek girip “eğer dışarı çıkıp eyleme destek verirseniz öğrencilik hayatınız biter” demiş. Valilikten öğretmenlere haber gelmiş ve eyleme destek veren öğretmenlerin çok büyük bir ceza ile karşılaşacakları bildirilmiş. Buna rağmen birkaç öğretmen arkadaş dışarıya çıkıp destek verdiler, sağolsunlar korkmadılar. Okuldan arkadaşlarım, öğrencilerim beni çok desteklediler ama bir türlü beni okulun önünde tutamadılar. Sonra bir dört gün boyunca gözaltına alınmadan okul önünde oturma eylemini gerçekleştirebildim. Okul önünde toplamda on bir kez gözaltına alındım. Hafta sonları da Nuriye’nin yanına geldim ve orada da gözaltına alındım. TEOG sınavı olduğu zaman da çocukları huzursuz etmemek adına iki gün eylem yapmadım okul önünde. Eylemin yirmi beşinci gününde rahatsızlandım ve anjiyo olmak üzere hastaneye gittim. Hastanede kalp pili takmaları gerektiğini öğrendik.
Hastalığınızın ilerlemesinde sanırım bu sürecin de etkisi var, değil mi?
Evet, tabii ki etkisi var. Sonra ameliyat oldum ve bir ay boyunca dışarıya çıkamadım. Bir ay sonra kontrole gittim ve ilaçların ile normal hayata devam edebilirsin dedi doktor. O muayeneden sonra zaten Semih ve Nuriye evde ziyarete gelmişlerdi ve konuşmuştuk. “Sen de bizimle birlikte ol direnişte, okulda yalnız kalıyorsun” demişlerdi. Ben “önce bir hafta okulda direnişe devam edeyim sonra duyuru yapar ve yanınıza gelirim” dedim. Ama o günlerde büyük bir saldırı oldu Yüksel Caddesi’nde. Nuriye’nin burnu kırıldı, Semih’in de gözü morardı. Bu beni çok kızdırdı. İnternetten bir duyuru yayınlayarak artık Yüksel Caddesi’nde direnişe devam edeceğimi söyledim. O günden beri de burada direnmekteyim.
Bugün direnişin yüz otuz altıncı ve açlık grevinin de on altıncı günü. Şu anda durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açlık grevi bu gibi direnişlerin bir sonraki aşamasıdır. Kimse talep ettiğimiz şeyleri görmezse, biz de görülmesini daha da zorlamak için açlık grevine başlarız. Ben kalp rahatsızlığı ve kullandığım ilaçlardan kaynaklı açlık grevine katılamıyorum, ama Nuriye ve Semih’in hep yanındayım, destekliyorum. Açlık grevi başladığından beri yirmi dört saat boyunca burada oluyoruz. Zaman zaman uyuyup dinlenip geri geliyoruz.
Bugüne kadar direnişin sürekli sert bir müdahale ile karşılaştığını gördük. Açlık grevi ile nasıl bir şey yaşıyorsunuz? Anlatır mısınız?
Açlık grevini mecliste duyurmak için bir basın açıklaması yapacaktık, milletvekili Şenal Sarıhanlı ve Orhan Sarıbal da vardı. Onlarla birlikte basın açıklaması yaptık ve sonra yemek yedik beraber ve oradan çıkarak Yüksel Caddesi’ne yöneldik. Açlık grevi Nuriye ve Semih memleketlerine gidip geldikten sonra başlayacaktı. Onun için yollarımız ayrıldı, onlar taksiyle biz de yürüyerek devam ettik yola. Meclisten köşeyi dönmemiz ile birlikte karşımıza TEM polisleri çıktı ve bir anda bizi gözaltına aldılar. Tahmin ediyorduk aslında ama bu kadar çabuk beklemiyorduk. Terörle mücadeleye götürüldük ve hakaretler, işkence gibi bir yığın muameleye maruz kaldık. Çantamı ararlarken ilaçlarımı buldular. Ben “beni hemen savcıya götürün, suçumuz neyse yüzümüze söylesin, yoksa ilaçları almam gözaltında olduğum müddetçe” dedim. Çünkü OHAL sebebiyle 30 gün boyunca içeride tutabilirlerdi. Önce biraz paniklediler. Gözaltında ikinci gün sürekli iyi olup olmadığımı sormaya başladılar, “iyi değilsen hastaneye götürelim,” dediler. Ben de “iyi değilim ve hastaneye de gitmeyeceğim” dedim. Sonra ikinci günün akşamında kötüleşmeye başladım tansiyon ve kalp ilaçlarımı almadığım için. Bazıları panikledi ama birisi “Aman ölürsen öl, umurumuzda mısın?” dedi. Ben de “Sizin değilse de dışarıdakilerin umurundayım” dedim. 15-20 dakika sonra geldiler, “savcıya çıkarıyoruz seni” dediler. Sonra savcının karşısına çıktık. Savcı hazırlanan fezlekeye bakıyor, bir sağa bir sola bakıyor, ne diyeceğini, neyle suçlayacağını bilemiyor. Bu arada polis evlerimizi de basmış ve arama yapmışlar. Evde iki tane yasaklanmış kitap bulunmuş. Savcı “Yasak olduğunu bilmiyor muydun?” dedi. Ben de “bilmiyordum, bilmek zorunda da değilim, basımını dağıtımını yapan ben değilim, kütüphanemdeki kitaplar bunlar” dedim. Avukatımız da AİHM kararını okudu ve savcı da ona destek verdi.
Savcı, “bu eylemi bir örgüt talimatıyla mı yapıyorsunuz?” dedi. Ben de “29 Ekim’de ihraç edildim, 30 Ekim’de direniş yapacağımı deklare ettim, zaten bir örgüt talimatına ihtiyacımız yok. İnsan işinden ekmeğinden olduktan sonra bunları yapar zaten, siz ne yapardınız?” dedim. Savcı bundan sonra bir şey soramadı zaten ve denetimli serbestlik verdi. Yine direniş yerimize geri döndük ve birkaç kez daha gözaltına alındık, bırakıldık. Uzun süre içeride tutmaya çalıştılar, ama Semih ve Nuriye açlık grevine başlayınca tutamadılar. Nasıl engelleriz diye sürekli bir çaba halindeler ama çaresizler.
İşimizi bir gün bize geri verecekler, çünkü çok haklıyız. Yıprandık aslında ama en meşru talebi dile getirdiğimiz bir zamandayız. Halk da bunu ve yapılan eziyeti görüyor. Eskisi gibi terörist deyip atamıyorlar da, çünkü CHP’lisinden MHP’lisine kadar bir sürü insanı aynı gerekçe ile içeri attılar. Bu da tutmaz artık, halk bunu yutmaz. Bizi destekleyenler çok, onun için mutluyuz.
Grup halinde gelenler var, bireysel gelenler var. Bir yaşlı amca gelip ağlamıştı, ne yapacağını da bilmiyordu, o zaman çok duygulanmıştım. Birçok kesimden insan mağdur oldu aslında. Ülkenin başına çöreklenmiş bir zihniyet insanları köleleştirmek istiyor, ama insanlar “köle olmayacağız” diyorlar. Onlar servetlerini biriktirmeye çalışıyorlar, biz ise hayatımızı ve hayallerimizi korumaya çalışıyoruz. Umarım bu çelişkiden çok daha güzel günler doğacaktır.