KHK ile işinden atılan, Yüksel Caddesi’nde direnişe geçen Veli Saçılık ile söyleşi: “Müslümanların hak üzerine düşünmelerini tavsiye ediyorum.”
2000 senesinde “Hayata Dönüş” operasyonu kapsamında Burdur Cezaevi’ne yapılan müdahalede o dönem siyasi bir mahkum olan Veli Saçılık’ın kolu koparıldı. Saçılık’ın kolu, bir sonraki gün bir köpeğin ağzında bulundu. Devlet, Saçılık’a uyguladığı şiddet için ‘hasar’ zararı talep etti. Sonrasında verdiği tazminatı geri istedi. Yaşadığı kayıp için hiç kimse yargılanıp mahkum olmadı. KPSS’ye girip kazanan Saçılık 2006 yılından beri bir kamu kuruluşunda sosyolog olarak çalışmaktaydı. 22 Kasım günü KHK kararı ile görevinden ihraç edildi. Ertesi gün bu durumu protesto etmek için yaptığı eylem sırasında polisler tarafından yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Gözaltındayken yumruk yedi, işkenceye maruz kaldı. Saçılık ile 9 Aralık Cuma günü işine iade edilmesi için verdiği mücadeleyi konuştuk.
Kendinizi tanıtır mısınız?
1977 yılında doğdum.1995’de ilk defa politik işçi mücadelesine girdim. 8 Mart bildirisi dağıttığım için 1995 yılında kısa bir tutukluluk yaşadım. Bu davanın sonucunda 1998 yılında tekrar hüküm giydim. Ulucanlar ve Burdur cezaevinde kaldım. Burdur cezaevinde, 19 Aralık’a giden süreçte, 5 Temmuz 2000 tarihinde koğuşa giren buldozer yüzünden kolum koptu. Sonrasında basında bilindiği gibi kolum bir köpeğin ağzında bulundu. 6 ay kadar daha cezaevinde kaldım ve Rahşan affıyla çıktım. Dava süreçleri devam etti ve kolum koparıldığı için tazminat kazandım. Fakat Danıştay bu kararı bozdu ve şu an icrada duruyor. Bu arada İnsan Hakları Mahkemesi bize işkence yapıldığına, cumhuriyet başsavcısının işkenceyi araştırmak yerine üstünü kapayıp mağdurları suçlu olarak gösterdiğine dair bir karar verdi. Danıştay ise bu kararı görmezden geldi. Bugün AİHM kararı olmasına rağmen içişleri bakanlığı bu kararı uygulamıyor. Yani uluslararası bir mahkemenin kararı ve bunu uygulamayan Türk mahkemeleri var.
Yüksel caddesinde Nuriye ve Semih hocaların da olduğu bu eyleme seni getiren süreci anlatır mısın?
Süreç 15 Temmuz’da başladı ama bunun öncesi de vardı. AKP 657 sayılı memurlar kanununu değiştirmenin ve iş güvencesini kaldırmanın hazırlığını yapıyordu. 15 Temmuz tartışmalarının içeriğine girmeyeceğim, neticede yaşandı ve OHAL ilan edildi. Fettullahçı örgütle mücadele edeceğiz denildi, ama ilk yaptıkları şey kamu emekçilerini kamudan tasfiye etmek oldu. Özellikle bugüne kadar Fettullah yapılanmasıyla mücadele etmiş, bundan dolayı hakkında dava açılmış, dayak yemiş, sorular çalındı diye sokağa çıkıp polis tarafından kovalanmış insanlar bir bir kamudan ihraç edildi. Ben de bunlardan biriyim.
Memuriyet sürecinizden bahseder misiniz?
Memuriyetimin onuncu yılındayım. 2006 yılında KPSS’ye girdim. İçeriye girmeme sebep olan davadan beraat etmiştim. Engelli kadrosuyla Çankaya Nüfus Müdürlüğü’ne yerleştim. Bundan bir yıl iki ay önce tekrar KPSS’ye girdim. Dışarıdan sosyolojiyi bitirmiştim. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na atandım. Ankara’da sosyolog olarak görevime devam ediyordum. 677 sayılı KHK ile 22 Kasım’da görevimden ihraç edildim.
Bu süreçte hakkınızda bir soruşturma var mıydı?
10 yıllık memurluğumda siyasi ya da başka sebepten hakkımda hiç bir soruşturma yoktu. Ve bugün benim devlete açtığım davalar hariç hakkımda hiçbir dava yok.
İşten çıkarılma gerekçeniz neydi?
Trajikomik bir şey söyleyeyim. Birileri 15 Temmuz’u eniştemden öğrendim demişti ya ben de işten atıldığımı eniştemden öğrendim. Eniştem aradı, “geçmiş olsun” dedi. “Ne oldu, hayırdır” dedim. “İşten çıkarılmışsın” dedi. 677 sayılı KHK’de yazan şeyi söyleyeyim: “Fetö ve diğer terör örgütleriyle bağlantılı oldukları düşünülen…..” Düşünüyorlarmış. Ve bundan dolayı görevden ihraç diyor.
Buna karşı nasıl bir hukuki süreç başlattınız?
Ben de diğer arkadaşlarım gibi sendikayla beraber hareket ediyorum. Başbakanlığın açtığı kurula dilekçe verdik. Şu an yargı ve hukuk yolları kapalı görünüyor. Biz usul olarak bu yollar tamamladıktan sonra AİHM’e gitmeyi düşünüyoruz. Olağanüstü halde kanun ve yargı yolu kapalıdır diyor. Düşünebiliyor musunuz beni hiç yapmadığım bir şeyle suçluyor ve bana suçsuzum deme hakkını dahi vermiyor.
Eşim, kızım var. Herhangi bir gelirim yok ve açlıkla karşı karşıyayım. Ekmeğim için mücadele ediyorum. O yüzden birinci olarak fiili ve meşru mücadele hattı kurmak gerek.
Hukuki süreçlerin dışında bugün Yüksel caddesinde bir mücadele veriyorsun. Peki, nasıl bir hat takip etmek, ne yapmak lazım?
Ben bu süreci iki şekilde algılıyorum. Öncelikle ortada zaten bir hukuk yoktu. Hukuk olmadığı için fiili mücadele etmek lazım. Neden? Ben bir sosyalistim ama şu anda sosyalizm için mücadele etmiyorum. Eşim, kızım var. Herhangi bir gelirim yok ve açlıkla karşı karşıyayım. Ekmeğim için mücadele ediyorum. O yüzden birinci olarak fiili ve meşru mücadele hattı kurmak gerek. Bu nasıl olabilir? Sokakta, Yüksel Caddesi’nde, işyeri önünde direnerek ve her platformda bunu seslendirerek olur. Çünkü şu anda AKP bize hukuk yolunu kapamış durumda. İkincisi ise hukukun deliklerinden, yanından yamacından geçerek onların hukuksuzluklarını yüzlerine vurmak üzerine bir mücadeledir. Ama ben esas mücadelenin birincisi olduğunu düşünüyorum. Fiili ve meşru mücadeleyi verip, benim, Nuriye Hoca’nın, Behçet Aysan’ın kızı örneklerinde olduğu gibi bu sürecin, darbecilerle hesaplaşma değil de kendisinden olmayanı tasfiye etme olduğunu anlatmak gerekiyor. Toplumun büyük çoğunluğuna biz bu sesi duyurabilirsek işimize geri döneceğiz.
Yalnız şu an sokakta çok fazla fiili mücadeleye şahitlik etmiyoruz. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?
Ortada bir kere bir faşizm var. Sokağa çıktığınız an kafanızı eziyorlar. Sokağa çıkılmamasının birinci nedeni bu. Çocuğu, işi vesaire varken çıkıp polise kendisini ezdirmek istemeyebilir. Herkes buna cesaret edemeyebilir, bu anlaşılır bir durum. İkincisi yayın yolları yok. Bu konuşma çok kısıtlı sayıda insan ulaşacak, ama Türkiye’de 82 milyon insan yaşıyor. Televizyonlar ise yalan dışında bir şey konuşmuyor. Yoldan geçen birisi bizim Fetöcü olup mağdur rolü oynadığımızı düşünebilir, çünkü televizyonda bunu izliyor. Halbuki gelse birebir bizle tanışsa böyle olmayacak. Mesela benim işten dolayı tanıştığım insanlar biz seni tanıyoruz, sen böyle biri değilsin diyerek aradı. Demek ki bu insanlara birebir dokunduğumuzda fikirleri böyle oluyor. O yüzden insanlara dokunup, ulaşabilmeliyiz.
AKP burada aslında bizi atmaktan ziyade KESK’i yok etmek istiyor. Benim olayım yüzünden işyerinde sendikanın yirmi üyesi varken bunların onu istifa etti.
İşten atıldın ve hayatını idame ettirmek zorundasın. Sendikanın desteği muhtemelen kısıtlı bir ölçüde. Bu konuda neler demek istersin?
Sendikanın bir desteği olacağı söyleniyor ama imkânları çok kısıtlı. AKP burada aslında bizi atmaktan ziyade KESK’i yok etmek istiyor. Benim olayım yüzünden işyerinde sendikanın yirmi üyesi varken bunların onu istifa etti. Bu durumda özellikle kırsal kesimde tek başına kalmış kişiler korkudan dolayı istifa ediyorlar. Yapmaya çalıştıkları şey KESK’i belki derneklere yaptıkları gibi tamamen kapatmak değil ama bizim üzerimizden içi boşaltılmış bir sendika haline getirmek. Benim KHK’da yok ama önceki KHK’da çalışmak için sigortalı bir işe girilemiyordu. Varsayalım ki ben Türkiye’nin en suçlu insanıyım. Benim eşim ve çocuğum var. Onların olayla bir alakası yok. Devlet diyor ki sen suçlusun, senin eşinin ve çocuğunun pasaportunu iptal ederim, sana çoluk çocuğunla çalışacağın hiçbir hak tanımam. Biz burjuva hukukunda, hatta evrensel hukukta biliriz ki suçun şahsiliği ilkesi vardır. Şu an Türkiye’de asgari anlamda evrensel hukukun zerresi kalmamış durumda.
Ben dindar değilim, ama benim gönlüm bir dindarın aç kalmasına, haksızlığa, yargısız infaza uğramasına asla el vermez.
Bir yandan da AKP’ye oy vermiş, “devlet yapmışsa bir bildiği vardır” diye düşünen de milyonlarca insan var. Onlara ne söylemek istersin?
İnsanlar AKP’ye muhafazakâr, milliyetçi, dindar olduğu, ekonomi yolunda gittiği için oy veriyor. Ve bu insanlar dış güçlerin ülkemizde oyunlar oynadığını düşünüyorlar. Dış güçlerin yapabileceği her türlü oyunu şu an AKP yapıyor. Türkiye’nin en temel KİTleri yabancı şirketlerce özelleştirilmiş durumda. Benim AKP seçmenine söyleyeceğim şu: Ben dindar değilim, ama benim gönlüm bir dindarın aç kalmasına, haksızlığa, yargısız infaza uğramasına asla el vermez. Hatta benim kolumu koparanların ve mahkemelerde benim aleyhime karar veren Fetöcü diye tabir edilen kişilerin dahi yargısız infaza uğramasını, adaletsiz yargılanmasını, ailelerine baskı kurulmasını asla istemem. Muhafazakârlardan beklediğim şu: Hakkımda açılmış dava yok. Bana kendimi savunma hakkım verilsin. Eşime, çocuğuma bu sürecin bedeli ödetilmesin. Hak terimi sosyalistlerde de Müslümanlarda da vardır. Biz hak üzerine düşünmelerini tavsiye ediyoruz. Sırf kendinden olmadığı için bir kişiyi cezalandırma hakkımız var mıdır? Bu toplumda eğer barış için bir arada yaşayacaksak bu önyargıyı kaldırmak zorundayız. Bir kişinin solcu, sosyalist, Müslüman, milliyetçi olması değil, görevini layığıyla yapması önemli. Ben görevimi layığıyla yaptım, dolayısıyla benim hakkım, hukukumdur. Bu hakka tüm muhafazakârların sahip çıkması gerekiyor. Bu insan ve dindar olmanın da bir gereğidir diye düşünüyorum.
1 Response
[…] ile ihraç edilmeleriyle birlikte Yüksel Caddesi’nde direnişe başlayan Veli Saçılık, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça‘nın hikayelerini sizlerle paylaşmıştık. Yüksel […]