Kaybedilmemiş Bir Seçimin Ardından: Buzlar Neden Çözülüyor?
Kasım 2015 seçimlerinden sonra Kış Geldi, Parkalarımızı Giyelim! başlıklı bir yazı yazmıştım. Hatta çok bunaldığımdan safları sıklaştırmak için bazı girişimlerde bulunmuş ve benim gibi olanlarla birlikte ayazda kalmamak için bir takım işlere girişmiştim. Girişimler akim kaldı, rüzgâr sertti yeni bir sığınak kurmak için yeteri kadar zaman yoktu, herkes bir sığınak buldu kendine ve korunaklı alanlarına çekildi, herkesin bir mahallesi vardı zira. Gezi zamanlarından ağzımızda tadı kalmış olan esenlik, 7 Haziran’da bir kere kendini göstermiş ve Kasım seçimleriyle birlikte o tadı unutmak durumunda kalmıştık.
Kasım 2015 için bir kış başlangıcı dememin bazı sebepleri vardı. En somut olanı, insanların kısa vadede umut yerine korkuyu daha etkili bir duygu olarak hissediyor olmalarıydı. Kendini müesses nizamın sahibi görenler de bu hissiyatın farkına varmış ve tüketebilecekleri kadar tüketmenin anlamlı olacağını görmüşlerdi. Sonrasında o kadar ileri gittiler ki, memlekette bir darbe yaşandı, kendini müesses nizamın sahibi görenler darbe yapılmaya müsait bir kırılganlığı bile göze almıştı. Hapishaneler doldu, binlerce insan işinden oldu, ülkeyi yönetenler ekonomik olarak borçlandıkça borçlandılar, hâlbuki borçlanarak ve toplumu tahrip ederek ayakta kalabileceklerini sanmışlardı, zira ellerindeki enstrümanla yani korkuyla her şeye güçlerinin yeteceğini zannetmişlerdi.
Mesela Gülencilik yaftalamasıyla Selametçileri(Saadet Partisi) korkutabileceklerini sanmışlardı ya da terörist yaftalamasıyla HDP siyasetini boğabileceklerini düşünmüşlerdi. 24 Haziran öncesinde de böyle şeyleri denediler nitekim. Ancak korkutma bu sefer pek işe yaramadı. Hülasa 24 Haziran’da bana kışı atlattığımızı düşündüren bazı işaretler var ve açıkçası seçimin pek de iç açıcı olmayan sonuçlarına rağmen şimdi o kadar karamsar değilim. Yazıyı bu iddiamı açmak için yazdım.
1-) Farkettiyseniz son dönemde AKP cenahı daha yoğun şekilde kendisi için söylenen şeyleri muhaliflere söyleyerek siyaset yapıyor. Mesela yöneticiler için faşist yaftalaması çokça söyleniyor diyelim, hemen sonrasında hükumet sözcüsünden “CHP faşisttir” gibi bir lafı duyabiliyorsunuz. Özellikle siyaseten tıkandıkları son dönemde bu gibi bir tarzı çok kullandılar, hala da kullanıyorlar. Biz muhalifler ise yöneticilerin bu gibi ipe sapa gelmez, Goebbels tekniği kokan beyanlarını dikkate almadığımız müddetçe siyaset yapabilir hale gelmiştik. Seçim sonrasında Erdoğan’ın beyan ettiği “kaybettiniz” ifadeleri de bu örneğe benzer.
2-) Her ne kadar seçim neticesinde kafamızdaki “burjuva demokratik devrim”* ortaya çıkmadıysa da ciddi kazanımlar elde ettiğimizi söyleyebilirim:
-
AKP’nin oy oranı 7 puan düştü ve ayrıca vekil sayısı ciddi şekilde düştü, hareket kabiliyetini muhafaza etmek için kızıl elmacı koalisyona eskisinden daha fazla mecbur kaldı.
-
Bu süreçte muhalifler olarak aramızdaki diyalog imkânları güçlendi, seküler – İslamcı kavgası fiilen bitmişti ve artık resmen bittiği ilan edilmiş oldu. Zımnen de olsa Kürt siyaset ile muhalif diğer siyaset mecraları arasındaki “asla işbirliği yapılmaz” tabusu, dile getirilen onlarca “terörist ittifakı” mugalatasına rağmen ortadan kalktı.
-
Ülke olarak 16 yılın tüm günahları ve sorunları muhalifler olarak bizim üzerimize kalmamış oldu. Her ne kadar sistem değişikliğiyle yasal olarak kendisini güvence altına almış olsa bile bundan sonra ortaya çıkacak her sorundan Erdoğan sorumludur, suçu dış güçlere atamayacak durumdadır, zira seçim öncesinde bu malzemeyi de fazlasıyla tüketmiştir. Erdoğan, çözerim iddiasıyla sahiplendiği ve kendi üretimi olan devasa bir enkazı temizlemek zorunda şuan ve bizden daha çok çalışmak zorunda. Tabi bizim de işimiz ve yükümüz çok, o ayrı.
3-) Bu seçim neticesinde birbirinden hiç hazzetmeyen iki ortak işbirliği yapmak durumunda kaldı. Birisi bürokratik ve askeri kurumlarla sıcak ilişkilerini devam ettiren, “zinde güçleri” her an harekete geçirebilme potansiyeli olan ve artık baraj problemini de aşmış görünen bir yapıyken diğeri üretmekten çok tüketmeyi bilen ve oy kazanmaktan başka bir kabiliyeti olmayan, günü birlik fırsatçı siyasetin odağı olan devasa bir fil görünümünde… Bu durum kırılganlığı oldukça yüksek bir koalisyon görüntüsü veriyor.
4-) Yeni düzenlemeler yasal olarak parlamentoyu zayıflatan bir şekilde tasarlanmıştı. Bununla birlikte çeşitliliğin azalması için de barajı %50’ye kadar çıkarmışlardı. Eğer istedikleri gibi bir sonuç çıksaydı, mecliste sadece kendilerine muhalefet etmesi için uygun gördükleri bir parti ve kendileri olacaktı. Seçim sonucunda çıkan resim ise tam tersi oldu. Siyasi çeşitliği bol bir meclis ve %10 barajına takılmamış, eskisinden daha güçlü temsil kabiliyeti olan (dokunulmazlıkları nedeniyle) bir Kürt temsiliyeti ile karşı karşıyayız. (Ayrıca belirtmekte fayda var, maalesef kadın temsiliyetinde yeterli olmayan meclis ile karşı karşıyayız.) Kâğıt üzerinde zayıflatılmış olsa da sesi daha etkili çıkabilecek bir parlamentomuz var şuan.
5-) Erdoğan’ın “başarı”larından biri olarak gösterilen şey, Türkiye’de günün sonunda sağ ve devletçi siyasete yazılan oyların oranını %60’tan %70’e çıkarmasıydı. Kendi şahsı üzerinden oluşan toplumsal mutabakatı da arttırmış oluyordu bu şekilde. Şuan geldiğimiz durumda ise İYİP üzerindeki muammayı görmezden gelirsek kendisi üzerinde sağ ve devletçi siyasetle karşılık bulan mutabakat 52,5’a kadar inmiş durumdadır diyebiliriz. Burada İYİP’in dümen kıracağı ihtimali söylenebilir ve parti yönetimi pekâlâ Erdoğan lehine hareket etmeye devam edebilir ancak bu İYİP’e oy veren kesimin sahiciliğini ve Erdoğan siyaseti karşıtlığını ortadan kaldırmaz. Türkiye’de sağ seçmen olgusunu inkâr etmeden diyalog seçenekleri için baraj sorununu aşmış bir İYİP, imkân olarak görülebilir. Zayıf halka olarak görüldüğünde ise olanakları da azaltırsınız.
6-) Yeni mecliste Kürt siyaseti bir kere daha kendisi için konulmuş olan barajı aşmıştır. Bununla birlikte eskisinden daha güçlü bir temsiliyet olanağına sahiptir. Zira mevcut haliyle dokunulmazlıkları devam eden vekilleri ve dokunulmazlıkların kaldırılmasının ne kadar yanlış olduğunun farkında olan bir muhalefetle birlikte hareket etme şansına sahiptir. Ayrıca eski kabineden farklı olarak özellikle CHP tabanı için de gayet meşru görülen vekilleri bünyesinde barındırmaktadır. Yönetimi sürdürenlerin ise dokunulmazlıkları kaldırabilecek kadar sandalye sayısı yoktur. HDP siyaseti bu seçimin en büyük kazananlarından biridir.
7-) Ülkedeki siyaseten sürdürülemezlik atmosferi AKP seçmeni tarafından çokça gösterilmeye çalışılan “seçim zaferine” rağmen devam ediyor. Ekonomik anlamda darboğazdan çıkılacağına dair olumlu işaretler görünmemekle birlikte siyaseten memlekete sulh sağlayacak bir dilin işaretlerini de görememekteyiz. Devam eden sürdürülemezlikler en iyi ihtimalle erken seçim getirir, daha ilerisinden Allah memleketimizi muhafaza eylesin.
Sonuç olarak bu seçimin galibi Erdoğan değildir, Erdoğan’a karşı işbirliğine giren tüm unsurlar ise bu seçimden kazanımla çıkmıştır. Erdoğan bu seçimde de sermayeden yemiş ve daha fazla borçlanmış durumdadır. Şu durumda eğer kaybetmiş gibi bir psikolojiye kapılırsak çözülmeye başlayan buzların ve rahatlayan siyasetin keyfini çıkaramama ihtimalimiz bulunmaktadır. Kafamızdaki “burjuva demokratik devrimi” olmadı belki ama kaybettiğimiz kesinlikle söylenemez.
Vakit seçim sürecinde beraberce iş yapabilmenin keyfini tatmış ve bazı mevziler kazanmış olan bloğun siyaset yapma, ittifakları güçlendirme, eksik bıraktıklarını gidermek için kolları sıvama vaktidir.
Son olarak bu seçim sürecinde ciddi anlamda gayret sarf etmiş olan, iş birliklerinin önünü açmak için kafa yoran tüm siyasetçilere, bir vatandaş olarak teşekkür etmek istiyorum.
* Burjuva Demokratik Devrimi: Çarlık Rusya’sı 1905 yılında Japonya’ya doğu sınırlarındaki savaşta yenildikten sonra, ülke yönetiminde görece olarak Çar’ı zayıflatan bir iktidar değişimi yaşanır. Bolşevik Devriminin öncüsü sayılan bu olaya literatürde Burjuva Demokratik devrimi denmektedir.