İslamcı Aydının Karizmatik Liderlik Karşısında Büyülenme Arzusu – II

4 Responses

  1. alp dedi ki:

    İslamcılığın yaşadığı dönüşüme ilişkin pek çok şey okudum ama hala bana göre en iyi analiz cihan tuğal’un pasif devrim kitabında yaptığı analiz. Şahsen Sinan’ın bu yazısını rahatlıkla bu kitabın yanına koyuyorum, koyucam bundan sonra. Gayet içerden, söz konusu dönüşümü yaşayanların öznelliklerinin bağlamını, psikolojisini, bu fahiş hataları nasıl ve niye yaptıkları, yapabildiklerini net ve hafif etnografik şekilde ortaya koymuş. Bir yandan mikroda öznelliklere yakından bakıp onları kısmen “anlama”mızı sağlıyor, diğer yandan tekrar makroya yükselip, yapılan, yapılmakta olanın adaletten, haktan, islamdan uzaklığını şak diye koyuyor. İlk bölümde yaptığı analizin içerdenliği, etnografikliği de, ikinci bölümdeki analizin detaylılığı, ince ince örülmüşlüğü, siyasal derinliği ve apaçıklığı da tek kelimeyle müthiş. Tuğal daha ziyade halktan, esnaflıktan İslamcıların dönüşümünü çok güzel anlatmıştı sanki (Yasin’in hikayesi…), Sinan’da aydınların dönüşümünü çok güzel anlatmış. Aydın radikalizminin toplumsal gerçekliklerle sınanmaması, gerçekliklerle teması öncelemediği için kendi halinde, kapalı devre takılıp gitmesi teması Tuğal’ın analizinde de çok baskındı. Milli görüş’ün tüm zaaflarına rağmen siyasi parti olmasından ötürü toplumsal gerçeklikle, halk kesimleriyle yoğun bir ilişki kurma çabası, onu belki de radikallerden teorik anlamda olmasa da nesnel anlamda daha “devrimci” yaptı gibi bir şey ima ediyordu sanki Tuğal. Elbette ki Sinan’ın Tuğal’dan farkı somut bir çizgi de önermiş, neyin nasıl yapılması gerektiğine işaret etmiş, çok da güzel etmiş, Yusuf peygamberin kıssasını yorumlayış biçimi çok kıymetli.

    Çok yer var altı çizilecek, altını çizerek okumaya başladım, sonra baktım çizilmedik yer kalmıyor bıraktım. Şunlara işaret edeyim, hepsi ilk bölümden:

    “toplumsal gerçeklikle, gelenekle, insan tekleriyle bağlantısı eskiden beri sorunlu olan, kendi nefsinin terbiyesini ciddi bir sınamadan azat etmiş, temsil ettiğini zımnen iddia ettiği hakikat adına gereken rolü oynayamadığının farkında ve kısmen de utancında olan İslamcı aydın”

    “İslamcıların bilgi-sorumluluk arasında kurduğu (…) bu eski gerilim hattı, bilgi-statü hakkı özdeşliği ile yer değiştirmiş bulunmaktadır.”

    “İslamcı aydının toplumsal gerçeklikle sınamadan ürettiği bilgi ve tavrın gerçeklik karşısında direncinin, siyasal araçlardan yayılan baskıya maruz kalınca ölçüldüğünü ve çözüldüğünü söylemeliyiz.”

    “Bu figürün İslamcı kimliğini kuruşu sürecinde, hakikati kendi emeğiyle kavrayabildiğine ilişkin sınanmamış fakat son dönem Türkiye İslamcılığında baskın olan inancını da bir tarafa kaydetmeliyiz. Öyle ki, dini yeniden veya doğru haliyle ilk kez keşfetmiş olma inancından türettiği özgüveni, bu aydını geleneğin öyle ya da böyle kurduğu bütün sınırlayıcı etkilerden de zaten kurtarmıştı. Bu keşif iddiası, terbiye edilmeye razı olmayan hırçınlığıyla kendi ahlakının sorgulanamazlığına dair bir refleksi hep taşıyagelmişti.”

    Özelikle radikal çevrelerde İslamcılıkta olsun solda olsun müthiş bir özgüven patlaması yaşayan ve toplumu kafasındaki tahayyüle göre değiştirmek için dost düşman ayırt etmeden hırçınlaşan, çok doğru bir formül bulduğundan emin olduğu için kendisini merkeze koyup asıp kesen aydın tipi istemediğimiz kadar boldur. Burada aydını da çok spesifik anlamda anlamamak lazım bence. Radikal siyasetler çizgisinde siyaset yapan hemen herkes, bu siyasetler merkez siyasetten farklı olarak alternatif ve son derece iddialı bir bilgi dağarcığına hakimiyeti az çok gerektirdiği için, kendisini az çok bir aydın olarak görür, konumlandırır. Ondan yani anlatılan biraz da hepimizin hikayesi, tehlikesi. O gözle okumak lazım. Çok müthiş analiz etmiş Sinan aydın tipini, psikolojisini.

    Daha dün Akif Emre’yle sohbette bakın gelen bir temaydı aydın- alim meselesi. Akif Emre de aydını gömdü, iyi de yaptı. Ancak bence bunu biraz sinik bir şekilde yaptı, o iyi bir şey değil tabii. Gelenekle bağı sağlam, geleneği bugüne taşıyabilecek alim’leri işaret etti, buna da amenna ama öyle bir şekilde yaptı ki bunu, alimler neredeyse mehdi gibi, yani aslında pek de gelesi olmayan ve bizim kendi sorumluluğumuzu da biraz görünmezleştiren, kurtuluşun sorumluluğunu bizden başka bir özneye atan bir işleve büründü. İyi olmayan bu işte.

    Aydını gömelim. Bizim halkçılık dediğimiz şey bu zaten. Halk güzellemesi değil, halkı halk olarak kategorize eden aydını gömmek. Eğer havalı bir statü, karizma, vs. elde etmek değil de hayırlı bir şey yapmak istiyorsa içinden çıkıp sonra beğenmediği bir soyutlama olarak ürettiği halkın içine gömmek. Arif Dirlik’in postkolonyel aura kitabındaki “Hegemonyacı İdeoloji ve Kurtuluş Pratiği Olarak Kültürelcilik” makalesinde bir aydın bölümü var. Birebirdir. Şifa gibi. Ayda bir alıp şarj olmak iyidir, çünkü hepimizin biraz aydın olası var. Dirlik özetle aydının gerek sınıfsal hiyerarşideki üst orta bir yerlerdeki konumlanışı, gerek elde ettiği bilginin bir bedeli olarak ödediği halk sınıflarına yabancılaşma, gündelik somutluklardan soyutlamalara doğru çubuğu ve zihnini bükmesi onu berbat bir konuma getirir diyor. Halk sınıflarını “dinlemesi” ve mücadeleye ortak olması, onun varlığını belki biraz anlamlı kılabilir diyor.

    Halka tepeden bakmayan, ona sadece öğüt veren değil onunla gündelik hak mücadelelerinde omuz omuza mücadele edebilen, bunun sorumluluğunu ve bedelini ödemeye hazır bir tip. Alim bildiğim kadarıyla sadece bilen değil, bildiğini yapan, gerektiğinde de bunun bedelini ödeyen bir insan tipiydi. Aynı zamanda da modernizmle cedelleşir ona karşı mücadele ederken, ona benzemeye başlamayan, geleneğe dair bilgisini sürekli derinleştiren, masabaşında ürettiği köksüz, radikal ve yepyeni modeller yerine geleneği bugünün sorunlarına cevap üretmek üzere bugüne taşıyan bir tip. Ben Akif Emre’nin alim’inden böyle bir şey anlıyorum. Bunu da çok idealleştirip, romantize etmeye gerek yok, hepimiz biraz buyuz, bunu icra etmeye, bu ideale yaklaşmaya çalışıyoruz, daha çok çok fırın ekmek yememiz lazım o ayrı. Ama işte bu hatta performans gösterebildiğimiz, ilerlediğimiz kadar, o ölçüde sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız herhalde. Ve yani bunu yapacak filan da öyle pek kimseler yok, topu taca atabilecek bir durumda değiliz. Ortalıkta ak parti ötesi bir İslamcılık, bir siyaset, Müslümanlara konuşacak, dünya sistemine karşı çıkacak bir adalet siyaseti arayışındaki insan sayısı belli.

    Lafı çok uzattım. Bir de hatlar biraz karıştı ister istemez. Yazının ikinci bölümüne gelemedim bile. Tartışma yürürse sonra da oraya dair yazarım.

    Sinan kardeşime hoş gelmişsin, ne iyi etmişsin, Allah kalemine kuvvet versin diyorum. Zihnimizi çok açacaksın belli ki.

    Bir de bu yazı üzerine biraz eğilelim, tartışalım inşallah diyorum.

  1. 6 Mart 2013

    […] İslamcı Aydının Karizmatik Liderlik Karşısında Büyülenme Arzusu – II […]

  2. 17 Mart 2013

    […] İslamcı Aydının Karizmatik Liderlik Karşısında Büyülenme Arzusu (2) (Sinan Kızılkaya / 06.03.2013) […]

  3. 17 Mayıs 2013

    […] Aydının Karizmatik Liderlik Karşısında Büyülenme Arzusu” başlıklı epey ilgi gören iki yazılık dizisiyle […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir