Ankara’ya Giremeyen KHK’lılar
Sizi kuşatan ve cezalandırmak isteyen devlet ise ve hukuk askıya alınmışsa, yerleşik tanımlamaları, tezleri rafa kaldırmamız gerekecektir. Kamusal alanda kalarak, katılımcıların özelliklerine göre sürekli eylemlilik halini korumayı seçmek gerekiyor. Şeffaf olmak, şiddete uzak olmak, parasal çalışma yapmamak, ne yurt içinden ne de dışından destek almamak gibi temel argümanlar zaten bir çok özgürlük mücadelesinin başlangıç kurallarıdır.
İstanbul KHK’lılar platformu daha önce sendikal tecrübesi ve kamusal eylemler tecrübesi olanlar ile tecrübesi olmayan KHK’lılardan oluşuyordu. Bu farklı iki dünyanın insanların bir araya gelmesinin sebepleri: Alakasız ama ağır bir suçlama ile savunmasız suçlanmaları sivil ölüme götürecek resmi bir linçin içinde birlikte kalmalarıydı. Sosyalist, dindar, liberal hepsinin aynı cendereye sokulmasıydı. Bir gözlem yazısının başına bu detayları gelişen olayların, farklı işleyişlerin anlaşılması için yazdım.
Ankara yoluna çıkmadan önce diğer platformlar ile irtibat, yolculukların organize edilmesi, diğer illerden gelenlerin konaklaması, 2 günlük programın planlanması yapıldı.
“5-6 Ekim Büyük KHK’lılar toplantısı“ Buluşması başlığı ile toplantı, konuşmalar, çalıştaylar hazırlanmıştı. Asıl ağırlıklı olarak yapılan çalışmalar ise toplantının gündeme gelebilmesi için yapılan çalışmalardı. Sendikalar, partiler, yazarlar ve gazeteler ile siyasiler ziyaret edildi. Bu arada toprağın üzerindekilere anlatamadık bari altındakilere anlatalım teması ile Karacahmet Mezarlığındaki basın açıklaması, vapurda KHK’lıların kendilerini anlatmaları, bize hain diye iftira attınız ama kanımızı veriyoruz ismiyle Kızılay’a kan bağışı, İl Milli Eğitimi Müdürlüğü binası önün de basın açıklamaları da gibi pratikler de hem KHK’ların hem de Ankara programının gündeme gündemde daha çok yer etmesini sağladı.
4 Ekim Cuma gecesi iki otobüs ile yola çıktı KHK’lılar. Otobüsteki Çav Bella’ya eşlik etmek, imece ile çay içmek, yeni nesil teknolojinin imkânlarıyla sıra ile video röportajlar ve canlı yayınlar yapmak ve bu ağır cendere içindeyken bile sabaha kadar gündemin tartışmaları yapabilmek yolculuğumuzu şenlendirdi. 90’lı yılların ortasında böyle bir bu yolculuk yapılsaydı Ömer Karaoğlu’nun “Bilal öldü derlerse sakın inanma” veya “Şehit Tahtında “ ezgileri yolculuğumuza ne eşlik ederdik belki.
Artık fiziksel olarak uyuklamaya karşı koyamadığımız bir sırada otobüslerimiz Ankara’ya bir kaç km kala yaklaşmışken polis araçlarımızı durdurdu. Uykulu halimizle bir rutin bir kimlik kontrolü olsa gerek diye düşündük ama daha sonra neredeyse yok derekesine indirilen hukuk zeminindeki keyfilik nedeniyle geçmişte geri döndürülen otobüsler pek çok örnekleri gördüğümüz için telaşlandık, doğal olarak.
Otobüslerde yapılan GBT sorgulamasında bir kadın yolcunun mahkemesi nedeniyle hakkında arama araması olduğu için alıkonuldu. Karakola götürüleceği açıklandı. Diğer illerden gelenler ise Ankara’ya giriş yapmışlardı. Ankara Valisi iki gün kala toplantıyı yasaklamıştı ama içeri alınmayacağımızı kestirememiştik. Belediyenin bize tahsis ettiği salon da bu gerekçeyle iptal olmuştu. Toplantımız iptal olmuş olmasına rağmen siyasi partileri ziyaret ederek maksadın bir düzeyde hâsıl olabileceğini düşünmüştük. Bunun yerine siyasi partileri ziyaret ederek toplantıların yapılabileceği düşünüldü. Meclisteki partilerden Saadet Partisi ve HDP, meclis dışı partilerden ise Yeşil Sol Parti görüşme talebimize cevap verdi. CHP’nin Abant’ta toplantısı olduğundan CHP’yi ziyaret edemeyecektik.
Ankara’ya varabilen diğer illerden gelen KHK’lıların ise HDP binasına girişi müdahaleyle engellendi. Bu sırada bizler ise polis kordonu altında beklerken ikinci bir kimlik yoklaması yapıldı.
Ankara’daki müdahale haberi morallerimizi iyice bozmuştu. Emniyet amirleri ile yapılan görüşmede şehre giriş yasağından bahsediliyor ancak yazılı bir emir gösterilmiyordu. Bunu üzerine Platform üyeleri olarak yürüyerek Ankara’ya gitmek istedik. Polis buna da engel oldu. Yapılan müdahaleyi cep telefonu ile çeken bir gencin bir polis tarafından kolundan tutarak geriye otobüslere doğru götürüldüğünü gözlerimle gördüm. Biz daha ne olduğunu anlayınca kadar otobüslerin arasında genç arkadaşımızın tokatlandığını yüzünden anlamıştık. Bunu yapan polis ise hızlıca oradan uzaklaşarak ekiplerin arka tarafına geçti. Bu açık işkenceyi fark ettiğimizde doğal olarak tepki gösterdik ve suç duyurusunda bulunacağımızı söyledik.
Diğer polislerin de bu hadsiz olaydan sonra morallerinin bozulduğunu gözledim, olaydan etkilendiklerini ve hatta bizimle göz göze gelmek istemediklerini fark ettim. O sırada beklentimiz, misafiri olacağımız partilerin milletvekillerinin ve diğer şehirlerden gelenlerin yanımıza gelmesi ve bu hukuksuz engellemenin son bulması için, beraberce hareket etmekti. Böylelikle direnecek ve şehre girişi yapabilecektik. Önce Saadet Partisi’nin avukatı ulaştı. Polis ile görüşme yaptı. Polisin müdahale edeceğini ve gözaltılar olacağını yaşanacağını aktardı.
Bize Ankara’da yaşananlar ile beraber, birlikte bizim de kente sokulmamamızın gündemlerinde olduğunu, yani ve toplantının maksadın hasıl olduğundan, göz altına alınmaya değecek bir şey kalmadığını anlatmaya çalıştı. Ancak, bir ay süren hazırlıklarımız, yolculuk için onca fedakârlık ve Ankara buluşmasın KHK’lılar için çok stratejik bir hamle olduğunu düşünmemiz, gerisin geri İstanbul’a dönmeyi kaybediş olarak görmemize neden oldu.
Toplantıya davet ettiğiniz kitlede gözaltına alınmayla ilk defa karşılaşacak insanların olduğunu da düşündük. Daha sonra Saadet Partisi milletvekili Abdulkadir Karaduman geldi. Otobüs önünde bir açıklama yaptı. O da avukatın avukat ile aynı görüşteydi. İtirazlar gelince, polisin önünde tartışmamak için herkes beraberce bir otobüste toplantı yapıldı kendisiyle. Ben kendisini tanıdığım için neden böyle bir teklif yaptığını daha derinden hissettim. Meşru bir itiraz – eylem yapsanız bile devleti böyle bir durumda iktidarı karşımıza almanın anlamsız olacağını düşünüyordu.
Saadet Partisi avukatın Ankara’ya girişi engellenen otobüslerin yanına gelmesiyle yaşananlar: Avukat bizimle konuşup polislerin yanına gitti. Şöyle bir tavrı vardı:
“Tamam, çocuklar, siz bir şeyler yaptınız… ama artık iş bende…” tarzında idi. Görüşmeye bizden kimseyi yanına almayıp tek başına gitmesi de bu kanaatimi güçlendiren bir sebep oldu. Geri döndüğünde teklif ettiği şey: “Müdahale için bekliyorlar. Gözaltılar olur. Zaten engellediğiniz için gündem oldunuz, yani amacınıza ulaşınız.. Dağılsanız daha iyi olur.” O an yaşadığımız kargaşa ve Ankara’dan aldığımız farklı haberler açıkçası bizi iki arada bir derede bırakmıştı.
Avukatın seyahat özgürlüğümüz için olduğumuz yerden ayrılmama kararlılığımızı soğutan sözü ise şuydu; “Sizler mücadelenizde haklısınız ama göz altı vs. ile sizi terörize edip, böyle haksız görünmenizi sağlayacaklar, şimdiye kadar yaptıklarınız yeterlidir.”
Avukatın göremediği nokta aslında hala kıramadığımız genel algıydı. Hak arama mücadelesi daha nasıl kötü gösterebilirdi? Zaten otobüslerimiz keyfi bir şekilde durdurulmuştu ve fiilen etrafımız sarılı şekilde saatlerce bekletilerek fiili bir gözaltındaydık.
Sonunda bizim Ankara’ya girişimizi engelleyerek diğer illerden gelenlerle buluşmamızı engellemek isteyenler bir yana, samimiyetine inandığımız ama olaya kendi aşırı özgüveni nedeniyle maksadımızı anlamadan müdahale eden avukat bizi frenlemiş oldu. Daha sonra gelen milletvekili Karaduman’ın ise “birazcık hatırım varsa” diye konuşması bizi bağlamış oldu. Öğrendiğimiz şey buradan; önümüzde bir avukat bir milletvekili de olsa son inisiyatifi bizler almalıydık.
İyi niyetli de olsalar bu gibi telkinleri yapanlar, meşru, anayasal ve temel insan haklarını savunmanın eğer ve bunu sivil, barışçıl bir direniş olarak sergilersen bir şekilde, eninde sonunda hukuksuz yasak koyuculara geri adım attırılabileceğini düşünselerdi keşke. Hâlbuki vekilimiz siyasal mezunuydu. Ve geldiği gelenek, Zeynep’lerin, Ebuzer’lerin kıssalarını okumakla şekillenmişti.
Haklı bir mücadeleye yaslanmanın neler getirebileceğini az çok biliyordu.
Arkadaşlar avukat ve vekile “Misafirleriniz bilinen tüm hukuk kurallarını çiğneyerek şehre sokulmuyor. Bizimle Misafirlerinizle kalın ve beraber gözaltına alsınlar.” dediler. Açıkçası bizimle birlikte sonuna kadar saf tutmamaları bende biraz burukluk yaratmadı değil. Bizim için hissettiği acı ve hakkı savunma samimiyetini çok iyi bildiğimden kendisini ancak bu kadar eleştirebilirim. Sadece o anki beklentilerimizi yazdım. Bu arada kendisinden yapacağımız çalışmalara çalışmalar için destek sözünü aldık.
Sonrasında kendi aramızda durumu görüştük. Geriye dönmek yerine platformların buraya gelmesinin beklenilebileceği bekleyebileceğimiz konuştuk. Bu arada polisten Ankara çıkışı turnikelere kadar götürüp bırakılacağımız haberi geldi. Bu seçeneğin diğer platformlar ile buluşmak ve basın açıklaması yapmak için uygun bir mekân vermesi nedeniyle, teklifi kabul ettik. Ancak maalesef polis korteji söylediği yere değil orada değil daha uzak bir yere götürdü. Fazla moral bozmadan ani hızlı bir istişare ile İstanbul’a dönüp basın açıklamasını İstanbul’da yapma kararı aldık. Engellerden sonra yeni bir yol bulabilme hali aramayı gerektirir. Dünya mücadele tarihinde bir direnme modeli biçimi olarak gerekirse en geri mevziye çekilmenin anlamlı olabileceğine dair pratiklerle dolu. Sivil ve barışçıl olanı tercih ederek, fiili direnme yerine bir adım gerileyerek en uygun mevziide konuşlanmayı düşünerek hareket ettik.
Otobüs dönüş yolculuğunda, onca kötü muameleye ve yorgunluğa rağmen hekimlerin, doktorların, öğretmenlerin sadece çorba ile yetinmek durumda kaldık ve kaldığını ama bunun mutluluğumuzdan bir şey eksiltmediğini gördüm. Bu durumun bir nedeni de iki otobüs yolcunun, başına gelenlerin süreç içinde eşitleyici bir etki yaratmış olmasıydı. Farklı bir ekonomik geçmiş refah seviyelerinden sonra şimdi durumları aynıydı.
İstanbul’a gelir gelmez basın açıklamasıyla Ankara’ da yaşananlar protesto edildi. Sonraki günlerde Nüfus müdürlüğüne seçme seçilme – sosyal yardım alma- bir işte çalışabilme- yardım alabilme – eğitimlere katılabilme – pasaport gibi temel hakları bile olmayan KHK’lılar seyahat etme hakkının da alınabileceğini gördükten sonra en anlamlı eylemi yaptı. Nüfus Müdürlüğü’ne gidip “Vatandaşlık Haklarımızı İstiyoruz“ diye dilekçe vermek istedik. Bu da engellendi, dilekçeler alınmadı. Yine basın açıklaması ile kamuya duyuruldu bu durum.
Yapılacak çok şeyler var mı? Evet, yapılacak çok işimiz var. Demokrasiyi ve parlamenter sistemi güçlendirmek, sosyal devleti yaygınlaştırmak, evrensel hukuk normlarına dönmek, hukukun geriye gidişinin daha da hızlanmasından kaynaklı olarak son yüzyılın yaşanan ve durdurulması gereken çevre tahribatları ve doğa talanlarına karşı olmak, en büyük çevre tahribatlarının hatta talanlarının yaşanmasının, insanın yaşam hakkının bile göstere göstere yok sayılmasına engel olmak gibi, dünya sisteminden kaynaklı sorunlar için önce kendimizi geliştirmek sonra da yapıcı bir dönüşüme vesile olmak durumundayız.
Acaba bu zor zamanlardan çıkıncaya kadar hangi dönüşümleri yaşayacağız? İnandığımız değerler, inanç ne ise aslında bize sorgulayamayacağımız hiçbir şeyin, kutsalın olmadığını; ötekileştirmenin, aynı ülkede yaşayanların birbirlerini görmesi, fark edebilmesi, anlayabilmesi ve ardından kabullenmesi misyonu da bizi bekliyor.
Hukuksuzluğa asla razı olunamayacağını da göstermeye çalışan KHK’lılar için aklıma gelen olumsuz sorular da var; dünyadaki örneklerinde olduğu gibi mücadelenin orta yerine gelindiğinde başlangıçtaki amacı unutmak. Başlangıçta adaletin ve evrensel hukuk değerlerinin geriletilmesinin gereği anlaşılmıştı. Ülkemize bize de bu gerekiyordu. İşimize dönmek belki mücadelemizin tek amacı oluvermesi ileride bizi bekleyen tehlikelerden olabilir. Mücadelenin seyrinin KHK’lıların elinden değil de, zulüm yapılırken suskun kalarak suça ortak olanların ve sonradan nedamet getirerek önemli kabul edilmeleriyle neticelenmesi de bir başka tehlike. Belki daha riskli olanı kitlesel mücadele yerine lobi faaliyetleri gibi şeyleri etkinliklerin daha fazla önemsenmesidir.
Bizi işimizi geri verecek yasalar çıkarabilirler ama adaletin zayıf kaldığı, yargı bağımsızlığı ve ifade özgürlüğünün sadece patronlar ve yöneticiler için olduğu sistem devam ediyorsa işimiz gibi diğer vatandaşlık haklarımız da tehlikededir. Mecburiyetlerimizi fark edersek özgürlüğün de ne demek olduğunu birlikte fark edeceğiz. Kenara çekilmek, nasılsa işimize dönemeyeceğiz diyerek yılmak, uzak ülkelere gitmek yerine yaşadığımız ülkede; birlikte, eşit, adil, barış içinde yaşanacak bir dünya kurmak için hak arama mücadelemize devam etmeliyiz.
Unutmayacağız, farklı kimliklerimiz, görüşlerimiz var, başlangıçtan sonuna kadar asıl amacımız ülkedeki herkesi ama herkesin nefes alması, adalet – eşitlik ve özgürlük duygularının tekrar yeşermesi. Elbette işimize geri döneceğiz, ekmeği ve onuru elinden alına onlarca intihar etme zorunda kalan KHK’lıları unutmayacağız.
Not: Yazıdaki görüşler platformları temsil etmez. Kişisel gözlem ve düşüncelerimdir.
Vatandaşlık haklarımızı istiyoruz basın açıklaması: https://twitter.com/KHKLI_Platformu/status/1186225504833167360?s=20
Platform üyelerinin tv programı: https://twitter.com/istanbul_KHK/status/1183110936246259713?s=20
Bedri Soylu’ ya oldukça özverili ve anlayışlı desteği için teşekkür ediyorum. Amacım gözlem yazısında bile olsa es geçilebilen noktaları bulmak ve bir ödev düşüyorsa bizlere onları bulabilmekti.