Kış Geldi, Parkalarımızı Giyelim!
İnsan haysiyetinin yerlere serilmeye çalışıldığı fitne zamanlarında dünyaya gelen her bir birey gibi dünyaya hınçla daldık. “İslamcı”, “solcu”, “anarşist”, “devrimci”, “komünist” gibi birçok şey olduk. Okuduğumuz metinlerde korku kelimesini çıkarmıştık. Gözümüzün önünde büyük puntolarla fark ettiğimiz hep yoksun bırakılmışların hallerini anlamak ve onlar için alınması gereken tavrı gösteren kelimeler oldu. Güzel adamları sevdik, yapıp ettiklerimizi bu güzel insanlarla özdeşleştirdik. Güzel insan olmak ve güzel şeyler yapmanın peşine düştük. Ve genelde yenildik.
İyiden iyiye devam eden adaletsizlikler ve haysiyet zedelenmeleri nedeniyle başlayan homurdanmalar bizleri alternatif siyaset arayışlarına itti. Mevcut devletin sulhu sağlamayan, ideolojik klikler üzerinden devam eden sürekliliğinden rahatsız olan bireyler olarak hiyerarşik olmayan, kimseye ağyarı olmayan başka bir siyasetin arayışına girdik. Gezi oldu. Sokaklara çıktık, bizlere belgesel izlettirenlerin Kürdistan’da yaşananlardan gizlediklerinin çok azını dahi olsa görme şansımız oldu. Bizim gibi inanan ve bizim istediğimizi isteyen, bizim mahallede olmayan ötekilerin de olduğunu, beraber saf tutabileceğimizi gördük. Aslında çok da farklı olmadığımızı fark ettik. Eskisi kadar yalnız hissetmiyorduk.
Sokaklar artık bizim dedik, devlete attığımız kafa yerini bulmuştu bir kere. “Kahraman” Türk polisine geri adım attırıp meydanı ele geçirmiştik. Sonra daha azgınca saldırdılar. Sokakları elimizden alıp evimize dönmemizi anlattılar. Sandıkta görüşelim dediler. Günden güne içe kapandık. Yeni arkadaşlıklar ve ilişkiler geliştirdik. Siyasetle gelen siyasetle gitsin diye büyük siyasete ümit bağlar olduk. Hatta oy kullanmasak bile sandıkları koruyalım dedik. Oy kullanma uzmanı olduk.
Girdiğimiz ilk seçimden mutlu ayrıldık. Daha normal olabilirdik belki. İnsanların yok yere ölmediği, yargının herkese eşit muamele ettiği, bazılarının bazılarından daha eşit olmadığı, konuşmanın suç olmadığı bir ülke olabilirdik. Temel meselelerin çözümüne dair tavrımız değişmeyecekti belki ama diyalog zeminini yakalayabilirdik en azından. Ama sonra savaş çıkardılar.
Görece demokratik bir ülke olmanın imkanlarını, güç aygıtlarını pervasızca kullanan bazıları yine ortadan kaldırdı. Biz verdik, biz alırız dediler. Geleceği konuşmaktan çok ölümleri ve sükûneti konuşur hale geldik. Geçmişin hesaplarının görüleceğini temenni ederken, daha karanlık işlere ve derinleşen bir hukuksuzluğa maruz bırakıldık. Bizi ekmekle ve ölümle korkuttular.
Bunca fitneye rağmen haysiyeti için yaşamayı tercih edenlerin ülke siyasetine baskın geleceği temennimizi devam ettirdik ancak temennimiz bir karşılık bulmadı. Korkutanlar korkutmanın hala cari bir siyaset aracı olduğunu bize şeffaf bir şekilde yine kanıtladılar. Haysiyet davasını güden, Gezi’de ve sokaklarda haysiyet isyanları yapanlar olarak yine yenilmiştik.
Şimdi ülkenin fabrika ayarlarına döndüğünün sinyallerini veren haberleri görüyoruz. 90’lı yılların katilleri beraat ediyor, beğenmedikleri yayınlar yapan medya susturuluyor, rant dağıtımı ve talan konusunda günden güne daha içler acısı bir resim oluşuyor, her gün gençler güvenlik güçleri eliyle sokaklarda öldürülüyor, emek sömürüsü ve iş cinayetleri artarak devam ediyor.
Aldıkları toplumsal “destek” nedeniyle iyice pişkinleşeceklerini gösteriyorlar utanmadan. Kırmızı çizgilerden bahsedip ikinci gün çizdikleri gibi siliyorlar. Yapılanlar 2010’larda maruz kaldığımız karanlığın derinleşeceğine dair işaretler veriyor.
Kış daha karanlık şekilde geliyor. Parkalarımızı giyelim.
yazdıklarına katılmıyorum. burada bir mücadele duygusu yok, parka imgesiyle üretilmiş bir nostalji ve şişirilmiş bir endişe var, siyaseten üretilmiş bir endişe bu, bence.
tatlı bir özet olmuş bedri, eline sağlık. hislere tercüman.
Talha, neden katılmadığın anlaşılmıyor.
*Mücadele duygusu nasıl olmalıdır, yazdıklarımda bir duygu olmadığına yada inanamadan yazdığıma nerden kanaat getirdin?
*Yazı işi imgelerle şekillenen bir edimdir. İmgeler geçmişten esinlenerek şekillenir. Parkanın başarısızlığı neden kaynaklanıyor?
*Şişirilmiş endişe derken herşey iyiye mi gidiyor demek istiyorsun? Endişelerin nostaljik ve çocukça mı demek istiyorsun? Tam anlaşılmıyor.
*”Siyaseten endişe üretmek” nedir? siyaset endişelerden dolayı yapılması gereken bir iş değil midir? Yada tam olarak nedir? Bir saf tutma? Bir tavır? Yazıda bunlar yok mu?
*Emek adalet siyasi bir tavır olarak ortaya çıkmadı mı? Endişelerin ve temennilerin katkısı hiç olmadı mı? Yoksa steril akademik, literal, çok daha iyisi yapılmı bir araştırma, makale yayın gayreti miydi? Böylesi daha mı siyasi olurdu?
yorumunu okuduktan sonra aklıma getirdiğin sorular bunlar. Yorum için teşekkürler ayrıca.
Alpkan, yorumun için teşekkürler. Seçimden sonra yapılmış belki 501. analiz bu ama saf belirleme ve bir yerde durduğunu belli etme önemlidir. Tarihe not düşmüş olmak için yazmıştım biraz da.
Vesselam.