Biz Zengin Düşmanı mıyız?
Kuran’ı Kerim’de, Tekasür Suresi’nde şöyle denir:
- Bir açgözlülük saplantısı içindesiniz,
- Mezarlarınıza girinceye dek (süren),
- Ama, zamanı geldiğinde anlayacaksınız!
- Evet, evet zamanı geldiğinde anlayacaksınız!
- Hayır, (onu) tartışılmaz bir kesinlikle anlasaydınız,
- (Cehennemin ) yakıcı ateşini mutlaka görürdünüz!
- Sonunda onu keskin bir gözle mutlaka göreceksiniz:
- Ve o gün hayatın nimetleri (ne karşı yaptıklarınız) için mutlaka sorguya çekileceksiniz.[1]
Muhammed Esed, Tekasür suresi tefsiri için giriş paragrafında diyor ki:
“Genelde insanın sınırsız ihtirasına ve daha özelde de, içinde bulunduğumuz teknoloji çağında bütün insan topluluklarını baskısı altına alan eğilimlere ışık tutmaktadır.”
Tekasür’ün kelime anlamı açıklamasında ise şöyle söylüyor:
“Çoğaltma için ihtirasla çırpınma, yani taşınır veya taşınmaz, gerçek veya hayali kazançları artırma ihtirası anlamına gelir.”[2]
İnsanlık toplum hayatına adım atmaya başladığından beri, yani toplayıcılıktan ve avcılıktan tarım toplumu haline gelmeye başlamasından itibaren, aynı zamanda birbiriyle mal değiş tokuşu ile başlayan ticareti de değişik aşamalarıyla birlikte yapmaya başlamıştır. Başlangıçta ayni olarak yapılan ticarette, daha sonraları mübadele aracı olarak para kullanılmaya başlanmıştır. Para, toplumların başlangıç aşamasında kendisi bir değer ifade etmez iken giderek kendi başına bir değer ifade etmeye başlamış; artık ticaret de, savaş da, kavga da para için yapılır hale gelmiştir.
Yarı toplayıcı, yarı tarım toplumu halindeyken yakın çevreler ile mübadele yoluyla yapılan ticarette, kendi ürettikleri ile komşusunun elinde var olanlar değiş tokuş edilmeye başlanmıştır. Bu dönem insanlığın bütün ihtiyaçlarını kendisinin karşılamaya çalıştığı bir dönemdir. İkinci dönem; bir takım ihtiyaçların, uzaklardan gelen çerçiler ve kervanlar vasıtası ile karşılandığı dönemdir. Burada da önce mübadele varken, sonra para denilen bronz, altın, gümüş gibi değerli madenlerden yapılan –örneğin bazen Uzak Doğuda veya Güney Amerika’da- deniz kabuklarının ya da bir takım taşların para olarak kullanıldığı şeylerde görülmüştür.[3]
Fakat burada enteresan olan şey şudur ki; zannedilenin aksine bu tür ticareti, aslında yerelde değil uzaktan gelenler başlatmışlardır. Ellerinde bir takım yeni mallarla geldikleri yerlerde bunları o yörenin halkına satıp, oradan aldıklarını kendi memleketlerine satmaya götürmüşlerdir. Yani bu çerçiler ihtiyaç meselesini değiştirmeye başlamışlardır.[4] İlk dönemde kendi ihtiyaçlarının tamamını kendileri sağlayan topluluklar; ikinci aşamada kendi ihtiyaçlarının çoğunluğunu sağlarken, bazı ufak tefek şeyleri dışarıdan temin etmeye başlamışlardır. Bu giderek yerelde pazarları doğurmaya başlamıştır. Pazarlar, herkesin ürettiğinin fazlasını getirip orada başka bir malla değiş tokuş etmesiyle başlamıştır; daha sonra da para ile yapılan bir ticarete dönüşmüştür. İnsanlar giderek kentlere yerleştikçe, pazarlar hem yerelin, hem de dışarıdan getirilen malların bir arada sergilendiği alanlar haline dönüşmüştür ve işte piyasalar bu pazarlar çevresinde oluşmuştur. Bu dönemde insanlar ihtiyaçlarının çoğunu kendileri üretiyorlar, geri kalanını da pazarlardan temin ediyorlardı. Üçüncü dönem; insanların kentlere yığılmaya başladığı, bir takım işlerde çalıştığı ve o işlerde “profesyonelleştiği”, temel ihtiyaçlarını dahi kendisinin üretemediği, bütün bu ihtiyaçların başkası tarafından üretildiği ve kendisinin bu ihtiyaçlarını para vererek temin ettiği dönemdir. Bu dönem Kapitalizmin ilk dönemidir ve bu dönem ekonomi denilen sosyal bilimi doğurmuştur. Ekonomi politik bu dönemin ürünüdür. 1800’lü yıllara kadar, yaşamak için üretirken, bu tarihten sonra, artık üretmek için yaşamaya başlamışlardır.
Bu yaşama biçimi “gelişmiş ülkeler” denilen Batı Avrupalıların yaşam biçimi olmaya başlamış, tarihsel süreç içinde bu yaşam biçimini bütün dünyaya dayatmaya başlamışlardır. Kojin Karatani, “Tarih ve Tekerrür” isimli kitabında bu modern zamanları aşağıda görünen şekilde devrelere ayırmıştır:
Tarih | – 1810 | 1810-1870 | 1870-1930 | 1930-1990 | 1990- |
Küresel kapitalizm türü | Merkantilizim | Liberalizm | Emperyalizm | Geç Kapitalizm | Neo liberalizm |
Sermaye | Tüccar sermayesi (mamulat ) | Endüstriyel sermaye | Finans sermayesi | Devlet tekeli sermayesi | Çok uluslu sermaye |
Küresel meta türü | Yünlü tekstiller | Tekstiller | Ağır sanayi | Dayanıklı tüketim malları | Enformasyon |
Devlet | Mutlakiyetçilik | Ulus Devlet | Emperyalizm | Refah devleti | Bölgecilik |
Görüldüğü üzre 200 yıllık gibi insanlık tarihi için oldukça kısa olan bir dönem dünya üzerinde büyük değişimlere yol açmış olan Kapitalizm, Merkantilizm’den Neo Liberalizm’e evrilirken; sermaye artık Tüccar sermayesinden çok uluslu sermayeye dönüşmüştür. Sermayenin dönüşümünün altında yatan en önemli sebep şudur: 16. yüzyıla kadar bir şekilde ticaret büyük sermaye biçimine dönüşmezken, bu tarihten itibaren artık para, sermaye biçimine dönüşmeye başlamıştır. Aristokratlık ya da derebeylik, burjuvalaşırken; zamana, zemine ya da iklime bağlı olarak yapılan üretim, devamlılığa dönüşmüştür.
“Meta dolaşımı sermayenin çıkış noktasıdır. Meta üretimi dolaşımı ve ticaret denen daha gelişmiş dolaşım biçimi, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluştururlar. 16. Yüzyılda dünyayı saran ticaret ile yeryüzüne yayılan pazar, sermayenin modern tarihinin başlangıcı olmuştur. Meta dolaşımının maddi özünü, yani çeşitli kullanım değerlerinin değişimini bir yana bırakır ve yalnızca bu dolaşım sürecinin yarattığı ekonomik şekilleri dikkate alırsak, bunun en nihai sonucunun para olduğunu görürüz; meta dolaşımının bu son ürünü, sermayenin göründüğü ilk biçimidir.”[5]
Marx sermaye oluşumu biçimini yukarıdaki gibi tarifler ve devamında der ki:
“Para ile, yani yalnızca para ile sermaye olan para arasındaki gözümüze çarpan ilk fark dolaşım biçimlerindeki ayrılıktan başka bir şey değildir. Metanın en basit dolaşım biçimi M-P-M, metanın paraya dönüşmesi ve paranın gerisin geriye meta haline gelmesidir; ya da satın almak için satmaktır. Ama bu biçimin yanı sıra ondan tamamen farklı başka bir biçim görüyoruz: P-M-P, paranın metaya dönüşümü ve tekrar para halini alışı; ya da satmak için satın almak. Bu ikinci biçimde dolaşımını tamamlayan para, böylece sermayeye dönüşür, sermaye halini alır ve zaten aslında sermaye olma özelliğindedir.”[6]
Aslında kadim zamanlarda satın alınmak için kullanılan para, kapitalizm ile birlikte satmak için kullanılmaya başlamıştır. Bu da haliyle kapitalizm öncesi zenginlik denen şeyi, sermaye haline dönüştürmeye başlamıştır. Yani zenginlik belirli ellerde toplanmaya başlamıştır. Oysa ki Kuran; “Mallar ve servetler aranızda dönüp duran bir devlet olmasın.” (Haşr 7) demiştir. İslam asırlarca sermaye biriktirmeyi değil, infak etmeyi önermiştir. Aslında İslam tam da parayı mübadele aracı olarak kullanmayı seçmiştir ve o yüzden faizi yasaklamıştır. Onun için Hz. Peygamber Medine pazarını kurarken ve yaşatırken öncelikle adaleti ön plana almıştır. Onun için bütün fiyatın pazar içinde oluşturulması için her türlü önlemi almaya çalışmıştır. Çünkü amaç para kazanmak değil, ihtiyaçların görülmesi meselesidir. O nedenle Hz. Muhammed (SAV) “İnfak et. Cimrilik gösterme ki, Allah da senden lütuf ve rızkını esirgemesin.” [7] der. Buna karşılık Hristiyanlıkta olduğu gibi tamamen bir fakirlik ve hayattan yüz çevirme gibi bir şey de önerilmemiştir. Bilakis bedenin ve neslin devamı için çalışmak ve ihtiyaçların görülmesi teşvik edilmiştir. Gazali, Zühd bahsinde şöyle der: “Fakirlik dünyanın insandan; zühd ise insanın dünyadan el çekmesidir.” [8] Ama bu zühd her şeyden elini eteğini çekmekten ziyade çalışmayı ve infak etmeyi teşvik eden bir haldir; bir mütevazilik ve özgürleşme halidir. İslam tarihinin hiçbir yerinde ve döneminde para biriktirmek teşvik edilmemiştir. Bilakis, uzun bir dönem zekat mecbur kılınmış, infak teşvik edilmiştir. Hz. Ebubekir, Hz. Muhammed (SAV)’in vefatından sonra oluşan karışıklık devresinde zekat vermek istemeyen Bedevi kabilelerle hiç tavizsiz savaşmıştır. Fakat içinde yaşadığımız bu dünya bize sadece para kazanmak için çalışmayı önermekte ve biriktirmeyi bir amaç haline getirmemiz gerektiğini söylemektedir. Sonsuz sermaye birikimi, sonsuz üretim ve sonsuz tüketim bugünlerin formülüdür.
O uzun on altıncı yüzyıldan beri yerkürenin en azından belli parçalarında var olan dünya sistemi, kapitalist bir dünya ekonomisidir. Bu birkaç anlama gelir. Bir sistem, eğer asli toplumsal faaliyet dinamiği sonsuz sermaye birikimi ise, kapitalisttir. Buna bazen değer yasası adı verilir. Kuşkusuz herkes böyle sonsuz bir birikim faaliyetine girme güdüsüne sahip olacak diye bir mecburiyet yok, aslında bunu çok az kişi başarabiliyor. Ama bu tür faaliyetlere girenler, orta vadede başka dinamikleri takip edenlere galip gelirlerse, o sistem kapitalisttir. Sonsuz sermaye birikimi de her şeyin gittikçe daha fazla metalaşmasını gerektirir ve kapitalist bir dünya ekonomisi bu yönde sürekli bir eğilim göstermelidir. Modern dünya sistemi de kesinlikle bu eğilimi göstermektedir.[9] Görüldüğü gibi tek amaç, sonsuz sermaye birikimidir. Bu durumu sürdürebilmek için dünyanın bütün kaynakları kullanılmakta ve her şey tüketilmektedir, bunun başka bir yolu yoktur.
Ülkemiz uzun bir dönem kapitalizme geçişin sancılarını yaşamış, rayından çıkan sistem sürekli askeri darbelerle tekrar rayına oturtulmaya çalışılmış; 12 Eylül Darbesi ve en son 90’ların sonu 28 Şubat post modern darbesiyle bir rötuş atıldıktan sonra, 2002 seçimleri ile birlikte sivil bir iktidar eli ile legal bir şekilde ve halkın rızası ile gerçekleştirilme yoluna girilmiştir. 2007 seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci Cumhuriyeti yer ile yeksan etmiş, yeni bir dönem başlamıştır. Yani Neoliberalizm bütün kurumları ile ülkeye, kendisine en azından özel hayatlarında İslam’ı referans aldıklarını söyleyen bir hükümet tarafından yerleştirilmiştir.“Liberallerin” yapamadığını onlar yapmışlardır. Ülke tüketerek zenginleşmekte, gelir dağılımı bozulmaya devam etmektedir. Orta sınıflar ya yukarı, ya aşağı doğru hareket ederek sınıf değiştirmekte ve bu sosyal sınıfta bir yok olma hali devam etmektedir. Esnaflığın bitme noktasına gelmesi böyle bir şeydir. (Kastettiğim esnaflık asla KOBİ tarzı bir şey değildir, mahalleleri ayakta tutan bakkal, terzi, manav vb.) Bu arada hükümet en altta kalan “underclass” denilen sınıflara sosyal yardımları arttırmış ve onları sistem içinde tutmayı başarmıştır. Bu sınıflar daldaki kuş yerine eldeki kuşa bakarak iktidarın oy deposu haline gelmişlerdir. Belki de Cumhuriyet tarihinde ilk defa kendilerini adam yerine konmuş hissetmektedirler. Bir çeşit simbiyosis beslenme şekli oluşmuştur. Diğer yandan ise devlet eli ile sermaye birikimini gerçekleştirenler ile -yani MÜSİAD grubunun yanı sıra- öteden beri Türkiye’nin ana sermaye sınıfı olan ve yine devletin katkıları ile Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren oluşan TÜSİAD, daha da fazla karlarını arttırmışlar ve ülke tüketim üzerinden büyümeye devam etmiştir. Ülkede sınıflar arasında ki uçurum belki de bu toprakların tarihinde görülmedik şekilde fazlalaşmıştır. Herkes hem de herkes, sadece ve sadece çalışmayı, tüketmeyi ve biriktirmeyi düşünüyor. Yaşamak için çalışmıyor, çalışmak için yaşıyor. İslam hayatımızda sadece ibadethanelere ve kişisel ibadetlere çekilmiş vaziyette; “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” veriliyor.
Gelelim yazının başına Tekasür Suresi’ne, 1 ve 2. Ayetlerde ne diyordu; “ Mezarlarınıza girinceye dek sürecek olan bir açgözlülük içindesiniz.” Yani kendinizden başka hiçbir şey düşünmeden, sadece biriktirme peşindesiniz. 8. Ayet “Ve o gün hayatın nimetleri (ne karşı yaptıklarınız) için mutlaka sorguya çekileceksiniz.” diyordu. Allah’ın yarattıklarına karşı yaptıklarımızdan mutlaka sorumlu olacağız. GDO’lu bir tohumdan, bize el uzatıp dilenen bir çocuğun çektiği açlık ve zulme kadar, bir kadına karşı yapılan şiddetten, memleketin her yerine kurulan HES’ler yoluyla yapılan doğa katliamına kadar bütün eylediklerimizden ve söylediklerimizden ve kurmaya çalıştığımız Rububiyetten dolayı sorumlu olacağız.
Başbakan diyor ki “Bizim medeniyet düşüncemizde fakirin zengine, zenginin fakire düşman olduğu bir yapı yoktur. Çünkü fakir şükretmeyi bilir. Zengin de zekatıyla sadakasıyla o fakiri gözetir. Onun için arada düşmanlık kalmaz. Bunu yerine getirmeyenler hesabını ölüm ötesinde verir.” [10]
Evet Sayın Başbakan, bu topraklarda fakirler şükretmeyi bilirler ama sadece Yaradan’a şükrederler; kendi haklarını gasp edenlere değil. Evet bizler birisine sırf zengin diye düşman olmayız, ama bizler Allah’ın hakkı diye bir şey biliriz. Allah’ın hakkını bilmeyenlere, Allah’ın yarattığı zenginlikleri yağmalayanlara, Allah’ın da bir hesabının olduğunu ve onun hesabının en çetin hesap olduğunu hatırlatırız. Helal olmayan bir yolla kazanılmış bir zenginlikten verilen 1/40’ın onları kurtaramayacağını görürüz. Yani Tekasür suresinde söylediği gibi hesabın görüleceğini biliriz ama Rabbimin O dağların taşıyamadığı yükleri biz insanlara yüklediğinin de farkındayız.
[1] Muhammed Esed meal ve tefsiri, Tekasür Suresi
[2] Muhammed Esed meal ve tefsiri, Tekasür Suresi
[3] Rene Sedillot, Değiş Tokuştan Süpermarkete
[4] Rene Sedillot, Değiş Tokuştan Süpermarkete
[5] Karl Marx, Capital: Sermayenin Oluşumu, syf.156
[6] Karl Marx, Capital: Sermayenin Oluşumu, syf.156
[7] Buhari, Müslim
[8] Sabri Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi
[9] Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, syf.70
[10] Hürriyet Gündem, 25 Kasım Başbakan Erdoğan’ın Trabzon konuşması: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25195395.asp
Suat abim yazı çok epik çok güzel olmuş tebrik ediyorum. Bir sürü şeyi birbirine çok güzel ve özgün bir şekilde bağlamışsın.
Kapitalizmin ne olduğunu tanımlama aslında çok önemli ve oldukça da zor bir mesele. Tam olarak neye/nesine karşı olduğumuz, nesini eleştirdiğimiz, nesini ve nasıl düzelteceğimizi hem kendi hem de muhataplarımızın kafasında netleştirmemiz için bu çok gerekli. Bu meseleye iyi girmişsin ve güzel de çıkmışsın. Şu kısım bana önemli göründü:
“Kuşkusuz herkes böyle sonsuz bir birikim faaliyetine girme güdüsüne sahip olacak diye bir mecburiyet yok, aslında bunu çok az kişi başarabiliyor. Ama bu tür faaliyetlere girenler, orta vadede başka dinamikleri takip edenlere galip gelirlerse, o sistem kapitalisttir. Sonsuz sermaye birikimi de her şeyin gittikçe daha fazla metalaşmasını gerektirir ve kapitalist bir dünya ekonomisi bu yönde sürekli bir eğilim göstermelidir. Modern dünya sistemi de kesinlikle bu eğilimi göstermektedir.”
Karatani referansı da hoş olmuş reis. Helal olsun iyi okuyorsun. Orkunların okumaya eklenebilirsen oraya çok şey katarsın Suat abi. Karatani için de şunu aktarmış olayım. Ayşe Çavdar abla ile konuştuyduk bir kez. Express dergisini çıkaranlardan Yücel diye bir abi var. O Karatani’yi epey iyi biliyor. Onu çağırıp ondan bir gün Karatani dinlemek epey ilginç olacaktır ve Ayşe ablaya bir ricaya bakar. Not etmiş olayım. Karatani kapitalizmin yerine ne koyacaz sorusu açısından kıymetli bir adam. İlginç ve somut fikirler ve bunları Japonya’da pratik olarak da uygulamaya kalkışmışlığı var.
Sondan üçüncü paragraftaki “sorumluluk” vurgun da çok yerinde ve vurucu abi.
Bizi uyutmayan, deli manyak eden, akıntıya karşı bunca uğraşmaya sevk eden o sorumluluğun kaskatı varlığını ensemizde hissetmemiz işte.
Eline sağlık reis, büyüksün. Bir şeyleri adım adım ilerletiyorsun, inşa ediyorsun. Tam yol devam.
Bu hatta hep beraber el atak, omuz verek dostlar.
Yazıda aktarılan ana fikre katılıyorum. Müslümanlar asla açgözlülükle servet biriktirip, fukaralığa yol açan kodamanlara dostluk besleyemez. Hatta kin beslemesi daha makuldur. Can almak nasıl suç ve günahsa, yoksulluğa vesile olup bebeleri aç komak ve işçileri ölüme mahkum etmek de aynı oranda suç ve günahtır kanaatimce. Ama yazının genel çerçevesindeki bir soruna dikkat çekmek istiyorum. Yazarın bilgi kaynakları farklılaştıkça ortaya çıkan metin bir kolaja dönüşüyor. Yani yazarın insanlık tarihi anlatımındaki alıntılar din dışı varsayımlara dayanırken kapitalizm karşıtı söylemleri dini temele dayanıyor. Bu sorunda bir dindarın gözünde metnin inandırıcılığını zayıflatabilir. Bu nedenle kapitalizm eleştirisinin ayetler üzerinde yapıldığı bir metinde insanlık tarihi anlatımının da ayet veya dini menkibelerle desteklenmesi gerekir. Bu eleştirimi iyi niyetlerle yaptığımı inşallah belli edebilmişimdir.
Kapitalizm elestirimizi tabiiki ayetler uzerinden kurmaya çalışıyorum, çünkü yaklasik iki yıldır yapmaya calistigimiz okumalarda şunları gördüm. Bir k ere memlekette İslam ve iktisat uzerine yapılan çalışmalar ya sadece faiz gibi spesifik bir alana takilip kalmış, yada yazilanlar bizi götürüp liberalizme bağlıyor ( Tek istisna Ahmet Tabakoglu hoca), gelelim iktisatla veya sosyolojik tesbitlerle ilgii verdigim referanslara, bana göre Ibni Haldun’dan bu yana İslam dünyası o capta bir eser meydana getirememistir, ikincisi iktisat tartismalari batı eksenli yürütülen tartışmalardir ve modern zamanların tartismasidir yani İslam dunyasi bu konuda çok geride kalmıştır, heleki ülkemizin hali daha acidir, hani ülkede şöyle en azından İran gibi falan geleneksel bir medrese eğitimi bırakılmış olsa oradan belki bir şeyler çıkardı ama malesef yok.Yani sosyoloji ve iktisatta butun metinlerimizin kaynakları batılı o yüzden bu alandan bir seyler kurmaya çalışıyorum. Çünkü biz müslümanlar modern zamanlara dair bir seyler soyleyemiyoruz o halde Kuran ve Sünnet temel metinlerimiz olmak üzere oralardan bir şeyler çıkarmak zorundayız. Bir dindarin inanmamasi meselesine gelince o bence yikilmaya başlıyor. Artık gençler biraz daha bu konularda dünyaya farklı bakıyor, yüzyıllar öncesinde donup kalan bilgilerle bu gunleri kuramayiz.
İstanbul Üniversitesi’nde İGİAD’ın yaptığı bir İslam İktisadı ve iş ahlakı ile ilgili iki günlük seminerler dizisi vardı, yerli yabancı bayağı bir katılım. Bir Üniversitemizin Rektörüne işçi sendiklalrıyla ilgili bir soru soruldu, verdiği cevap ” Kuran’da sendika bahsi yoktur” Bu örneği niye verdim, dünya devamlı bir şekilde değişirken ve dönüşürken biz Müslümanlar hiç bir zaman özne olamıyoruz, çünkü ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz, ben naçizane bir şeyler yazmaya çalışıyorum, keşke şöyle esaslı bir külliyatımız olsa da oralardan faydalansak ama maalesef yok, yani arıyoruz işte ne çıkarsa bahtımıza.
Ha bu arada tavsiye edebileceğiniz yayınlar varsa onlara da bakalım ve faydalanalım, selamlarımla
Suat Bey, mail bırakırsanız, word formatında islam ekonomisi hakkında bir kaç kitap ve makale gönderebilirim.
Saygılarımla,
http://www.akevler.org sitesinde geniş bir külliyat bulabilirsiniz.
Süleyman Akdemir’in
Sosyal Denge-1
Sosyal Denge-2
kitapları da konu hakkında çok kapsamlı/emsalsiz kitaplardır.
Hocam, kastım Batılı kavram ve kaynaklardan faydalanmamak değil. Tabi ki Batılı kaynaklardan faydalanacağız ama bu aktarımlara dini destek ve ya dindarların anlatımlarından destek bulmak aktarımını güçlü kılar. Örneğin İnsanlık tarihine dair anlatılarınızın Ali Şeriati ve Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh’dan destek alarak kuvvetlendirebilirsiniz söylemlerinizi.
Sabahattin bey, verdiğiniz örnekler önemli özellikle Ali Şeriati üzerinden okumalar yaptım, Cemaleddin Afgani aynı şekilde ama problemim biraz şöyle bu Kapitalizm, Liberalizm, Neo liberalizm denilen şey ne ise bu yazarlarda dahil tam istediğim şeyleri karşılayamıyorlar gibi geliyor ve ben kapitalizm denilen şeye karşı argümanları biraz kendi içinden çıkanlarla kurup, bizim inancımızın ana metinleriyle desteklemeyi ve evet işte budur, Kuran bize bunu öneriyor ama sistem bizi bu şekilde yaşamaya mecbur ediyor gibi ama sistemin kurucuları da şuralarda açmazlara düşüyorlar. Biraz ezber bozalım diye düşünüyorum, örneğin Marx’ın Kapital’inin iyi bir okumasını biz Müslümanların yapmasının çok önemli olduğunu görüyorum. Ama söylediğiniz konuda haklısınız.
Suat Bey,
Her türlü kaynaktan faydalanalım ama öz kaynaklarımızı neden küçümsüyoruz anlamıyorum. Karl Marx okuyalım aman aman deniyor da neden iş Süleyman Karagülle’ye gelince bütün kapılar kapanıyor, aşılmaz duvarlar örülüyor?
Halen yaşadığı için mi? İçimizden biri olduğu için mi? “Bizden adam çıkmaz” fikri baskısına boyun eğildiği için mi? Kur-an’dan sistem çıkmayacağına inanıldığı için mi? Din dindir ekonomi ekonomidir Allah buna karşımaz, tenezzül etmez mantığı mı sarmış her yanımızı acaba?
Şah damarımızdan bize daha yakın Rabbimiz; sosyal, ekonomik, siyasal, askeri dahil her konuda Kur-an mucizasiyle ilmin kullanılış metodunu bize açıklamıştır. Kur-an ilmin tefsiridir bir yerde. Usul-u fıkıh onun anahtarıdır.
Ben öyle bir sey söylemedim, küçümsemek ne demek, estagfurullah ne haddime, belki meramimi anlatamadım, benim söylemeye çalıştığım Müslümanların ihmal ettiği bir yere dikkat cekmekti. Selamlarımla