Erbay Yücak Söyleşisi
ERBAY YÜCAK: HUKUKÇULAR, EVSİZLER, DEPREMZEDELER, MAĞDURLARI HAREKETLERİ GÖNÜLLÜSÜ YENİDEN, VİCDAN VE ADALET HAREKETİNİN YARATICILARINDAN
“Yaşadığımız memleket coğrafyasının siyasal- sosyal-kültürel tarihinin ve sol hareketin fikri-pratik-örgütsel tarihinin bizi sıkıştırıcı- daraltıcı etkisinden kurtulmayı başarmalıyız. Bunu, Eşitlikçi-özgürlükçü bir gelecek tahayyülü gerçekleştirebilme istencinin heyecanıyla yapmak zorundayız.
Başörtüsü eylemlerini uzun süre sürdüren üniversitelilerin eylemlerine daha duyarlı olabilseydik, ne olurdu ki? Memlekette şeriatın gerçekleşmesine yardımcı mı olurduk? Ne oldu sonuçta. O öğrencilerin bir kısmı okulu bıraktı. Sorununu böyle çözen ve yalnızlığını böyle yaşayan başörtülü öğrencinin, ailesinin öfkesini de -kulluğunu da- riyasını da varın düşünün.”
KİMDİR?
Hukukçu. Evsizler, Depremzedeler, Kentsel Dönüşüm Mağdurları ve İşsizler hareketleri gönüllüsü.
» Genel olarak sol hareketin ‘din-dindarlık’ mevzularını tartışıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Görünen haliyle ikiye ayırarak değerlendirmek doğru olur. Birincisi, İslam coğrafyasında tezahür eden emperyalist işgal politikaları karşısındaki direniş hareketlerinin ‘radikal İslami örgüdenmeler’ tarafından sürdürülüyor ve yaygınlaştırılmaya çalışılıyor olması. Latin Amerika’da yükselen sol dalgayı anlama çabalarımız dahilinde, kıta ülkelerindeki sol hareketlerin ‘din-dindarlık’ mevzusu ile kendilerince daha barışık sayılabilecek bir tarz tutturabilmiş olmaları. İkincisi ise, ülkemiz gerçekliğinde ‘sol tahayyülün’ toplum nezdinde bir türlü murad ettiği karşılığı bulamaması. Hatta her geçen vakitte, mevcut etkisinin de zayıflaması. Bu duruma karşılık, ‘sağ’ siyaset düşüncesinin geleneksel olarak dayandığı ‘milliyetçilik ve muhafazakarlığın’ toplumun bilincinde etkisinin artarak, toplumsal ve siyasal zemini de kuşatmasıdır. Dolayısıyla, bilinçli farkındalığımızın değil, gerçekliğin ‘sol harekete dayattığı’ bir durum olarak tartışmaktayız. Öncesinde, kişisel fikirler düzeyinde farkındalığını ifade etmiş olduğunu düşünen insanları ve yararcı bir yaklaşımla ‘sembolik düzeyde hassasiyet’ göstermiş sol çevrelerin çabalarını ise, meselenin esası dahilinde yaygın-kalıcı-sorgulatıcı bir çaba olarak görmek, mümkün gözükmemektedir. Gönül isterdi ki; insana-insanlığa-doğaya duyduğumuz sevgi ve hürmet, ezilenlerin- mazlumların-yok sayılanların- horlananların vicdanı olabilme hissiyatımız, bizlere bu tartışmayı çook evvelinden yapmamıza vesile olsaydı.
» ‘Geç kalınmış bir tartışma’ olarak mı görüyorsunuz ?
Ne yazık ki, evet. Tartışma sözcüğü yerine, ideolojik-felsefi-pratik düzeyde ‘yüzleşmemiz’ olarak ifadelendirmek daha doğru geliyor. Üstelik, bugün bile geç kalmışlığımıza rağmen hak ettiği anlam ve değerde, özgürce yapamıyoruz. Bu coğrafyaya ait gerek tarihte yaşanmışlıkların, gerekse hakim siyasal aktörlerin bloklaşma siyasetinin basıncı tutuk kılıyor. Daha soru sorma ve birbirimizle istişare etme aşamasında iken. Düşünün ki devamında, hayata ve pratiğe tercüme edebilmenin sorunları da olanca ağırlığıyla kapımızda duruyorken. Yaşadığımız memleket coğrafyasının siyasal-sosyal-kültürel tarihinin ve sol hareketin fikri- pratik-örgütsel tarihinin bizi sıkıştırıcı-daraltıcı etkisinden kurtulmayı başarmalıyız. Bu topraklarda yaşayan insanlarla, Eşitlikçi-özgürlükçü bir gelecek tahayyülü gerçekleştirebilme istencinin heyecanıyla yapmak zorundayız.
» Yalnızca sol hareketin kendine dönük ‘yüzleşme’ çabasıyla aşılabilir mi ?
Sorunuzun kendisi bile yukarıda ifade etmeye çalıştığım basıncın izlerini taşıyor. Biz öncelikle kendimizden başlamayı esas edinelim. Ve bu çabamıza reel politiker, yararcı, çoğalmanın bir yolu olarak görmeden başlayalım. Solu dindar insanlar nezdinde ‘sempatik kılmanın imaj çalışması’ gibi algılamadan yapalım. Yaşadığımız basıncın abarttığımız tarafı olsa da, aynı zamanda bu topraklara ait gerçek yanlarının da farkında olalım tabi ki. Bundan kastım, radikal İslami örgütlenmelerin faaliyeüeri ve dinsel duyarlılığın toplumsal hayatta yarattığı ‘muhafazakarlık’ atmosferini es geçmemektir. Ancak, bu olgular zaten özgürlükler mücadelesinin kapsamında ele alacağımız ve hep sürdüreceğimiz bir çizgidir. Bu duyarlılığın ve mücadelenin tek sür-dürücüsü de ‘sol hareket’ değildir.
Tam da özgürlükler mücadelesi ekseninde ‘yüzleşmemiz’, başörtüsünden başlamalıdır. Başörtülü kadınların inançlarını yaşama özgürlüğünü, giyim özgürlüğünü tereddütsüz savunmalıyız. Ki bu uygulama, aynı zamanda cinsiyetçidir. Kadının kamusal alanda kendini ifade etmesinin önünde engeldir.
Başörtüsü eylemlerini uzun süre sürdüren üniversitelilerin eylemlerine daha duyarlı olabilseydik, ne olurdu ki ? Ve onlar, yani mağdur olanlar eylemlerinin gücüyle başarsalardı kötü mü olurdu ? Memlekette şeriatın gerçekleşmesine yardımcı mı olurduk ? Ne oldu sonuçta. O öğrencilerin bir kısmı okulu bıraktı, bir kısmı perukla sorununu çözmeye çalıştı, bir kısmı maddi gücüne göre başka ülkelerde ki üniversitelere gitti (sınıfına göre !). Sorununu böyle çözen ve yalnızlığını böyle yaşayan başörtülü öğrencinin, ailesinin öfkesini de- kulluğunu da-riyasını da varın düşünün.
Gösterdiğimiz alaka, inandığımız kendimizi bağlı saydığımız değerlerden gücünü alır. Dolayısıyla kendimize ait bir tutarlılık pratiğine işaret eder. ‘Peki onlar..’ diye ayırmaya ve ‘yalnız kendi taleplerine duyarlılar’ gibi mütekabiliyet aramaya, ihtiyaç duymayan bir yaklaşım olmalıdır. Böyle olabildiği oranda tutarh-sahici – inandırıcı ve tabi ki özgürlükçü olma niteliğine sahip olabilecektir.
Nitekim, bu tutum alışlar İslamın evrensel ve ‘hakim kavratılışa’ muhalif yorumlarının da desteklenmesine hizmet edecektir. Hakim kavrayış, tabiri caizse ‘islamın kapitalizmle barışıklığına’ tekabül ediyorsa, ‘islamın kapitalizm karşıtlığına’ tekabül eden yorumlarının güçlenmesi umudumuzu daha olabilir kılacaktır.
Kadında siyah çarşafla örtünmenin de, erkekte sarıktan-fese-şapkaya geçişin tarihsel öykülerini, ‘modernleştirmenin resmi tarihi’ bağlamında biliriz. Bu tarafı da, toplumsal tarih bakımında nerede olduğumuzu ve kısıtlılıklarımızı gösterir, aslında.
Rahmetli Hrant Dink’in, Ermeni tehciri ve yaşananlarla ilgili çok altını çizerek söylediği ‘idrak’ meselesi gelir durur kapımızda. Bu topraklarda yaşayan-yaşamış insanların dinsel inançları, bu inanışlarının toplumsal ha-yatı-beşeri ilişkileri düzenleyiciliğinin tarihi sol hareketin tarihinden daha eski ve köklüdür. Bu kökleri anlama çabası içine girmeyi önemsemeliyiz. ( Maxime Rodinson gibi örnek alabileceğimiz insanlarda varken..)
Şeyh Bedreddin, Börklüce, Pir Sultan’la yetinmemeliyiz. Yerinmezsek sadece Mevlana’yı bilir olmayız. Tebrizli Şems-i’yide biliriz. Ve onun, kuyuya atılarak ölümüne neden olan öyküde de kendimizi yakın bulacağımız taraflar olduğunu görürüz. Tabi ki, teolojik yanlarını görmezden gelerek değil.
Tarihin içinden de bakmazsak; Osmanlı’da Arapça bilinmemesi nedeniyle Kuran’ı okumanın Arapça bilen elitlere ait bir durum olduğunu, toplumun büyük kesiminin İslam’ı yaşayışında ki yerel kültürel davranışları fark edemeyiz. Dolayısıyla bugüne izini süremeyiz.
Laikleşme süreci bakımından, 1839 Tanzi-matını ve Kadıların Rüşdiyede eğitim alma zorunluluklarını, bu süreçte Osmanlıda ki Genç Türkler-Türklük gibi mefhumlarının oluşumunun izini süremeyiz.
Reşit Paşanın imzaladığı, 1838 tarihli Os-manlı-İngiliz antlaşmasına tepki koyarak ‘Millici Ekonomi’ refkesiyle davranan Gü-müşhanevi tarikatını ve bugüne uzanan izlerini göremeyiz.
Olması muhtemel Marmara depremini ve deprem yaşamış yerleşkelerde hayatın yeniden organizasyonunu konuşurken bile, utangaç biçimde 1509 İstanbul depremi sonrasında kentin 65 günde yeniden inşasını örnek gösteririz.
Daha daha çoğaltabiliriz. Bu topraklarda ki geleneği ve düşünsel köklerini anlama çabasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Egemenler-ezilenler, zalimler-mazlumlar ayrımının farkındalığıyla, eleştirel yaklaşımı kaybetmeden yaparak. Bizi yaklaştıracağı nokta, bu topraklardan konuşabilme ve bu topraklarda yaşayan-yaşamış insanları anlama halimizi çoğaltacaktır.
» Sol hareketin fikri kökleri bakımından da bu ‘yüzleşmenin’ engelleri var mıdır?
Elbette vardır. Toplumsal yapı ve süreçlere ilişkin çözümlemelerde, dinin gerçek hayat içindeki etkileri ve gücünü doğru okuyabildiğimizi iddia edemeyiz, her şeyi ekonominin belirleyiciliği ile açıklamaya çalışmak ve dini bir yanılsa-ma-gericilik olarak görmek, Dolayısıyla dinsel inancı olana insanları da, bilimden-akıldan nasibini almamış ‘cahil ve çağdaş’ olmayanlar olarak görmek ilk elden söyleyebileceklerimizdir. Felsefi materyalizm sosyalizmin olmazsa olmazı değildir. Dindarlık ile sosyalizm de birbirini külliyen dıştalayan tezatiık oluşturmaz. Türkiye sol hareketine hakim yaklaşımı; İslam dinini teorik düzeyde bir bütünlük içinde almadığı için, İslami sadece Sünni İslam bağlamında görmüş. Dolayısıyla İslam dünyasına ait mezhep-tarikat gibi farklılıklar ve toplumsal süreçlerde ki etkileri, İslam dininin iç süreçlerindeki yerleri ve teolojik arka planı anlaşılamamıştır.
Sol-Alevilik, Alevilik-sol ilişkisinde de sorunlu yaklaşımın bugüne yansıyan izlerini görmek mümkündür. Sola hâkim pozitivist-modernleşmeci (Batıcı) yaklaşımı sorgulamadan, politika pratikleri bakımından kendimizi hazır hale getirmemiz olanaklı gözükmemektedir.
» Gönüllüsü olarak yer aldığınız toplumsal çabalardaki gözlemleriniz ya da yaşadıklarınızı da dikkate aldığınızda, sizce mümkün kılmanın yolu-tarzı nedir?
Bu coğrafyada ki, gelenek ve tarihsel süreciyle birlikte İslam dinini, felsefesini anlamaya çalışmayı başlangıç saymalıyız. Dindar insanların sol hareketi nasıl gördüğünü anlamaya çalışmalıyız. Geçtiğimiz günlerde TMSF başkanı Ahmet Ertürk’ün Milliyet gazetesindeki röportajında ifade ettiği, sol harekete ve içinden geldiği geleneğe dönük değerlendirmeleri pozitif bir yaklaşım olarak görebilmeyi başarmalıyız.
Yoksulun, ezilenin,horlananın mana dünyasında dindarlık, adalet umudunu kaybettirmeyen bir sığınak. Hiç değilse haksızlık ve adaletsizlik edenin, başkasının hakkını yiyenin bir gün yaptıklarının cezasını çekeceğine olan inancını kaybetmiyor. Ve illa ki o gafilin yaptıklarının önüne bir gün çıkacağına inanıyor. Yaşadığı sorunlara dair kendisiyle kurulmaya çalışılan ilişkiyi sahici bulduğu oranda da reddetmiyor. Dindarlığı, bu dünyada adaletin ‘kullar eliyle tecelli etmesini’ yadsımıyor.
Sizin kendisiyle kurduğunuz ilişki yalnız akli değil, kalbi bir ilişkiyse daha derin bir bağı kendisi kuruyor. Siz ona saygının bir ifadesi olarak, ezan okunurken yanında bacak bacak üstüne atarak oturmuyorsanız, orucunu bilerek yan yana olduğunuzda yemiyor-içmiyorsanız,namaz vaktiyle toplantı saatini çakıştırmamaya özen gösteriyorsanız,yanı başınızda ezan okunurken toplantıya ara veriyorsanız..vb v.b hallerinizi anlıyor. Samimi bulduğu oranda da sizin oruçlu olmadığınızı bilerek, kaza namazını tercih ederek birlikte mücadele etmenin ve saygısının ruhsallığıyla davranıyor.
Sorunu örgütlü dindar insanlarla ilişki sınırları içinde tartışmanın yeterli olduğunu düşünmüyorum. ‘Yüzleşmemizin’ esaslı tarafını, toplumla daha sahici bağlar kurabilmenin ve bugünün hayatının sınıfsal-sosyal gerçekliği içinde eşitlikçi-özgürlükçü bir toplum tahayyülü için mücadele edebilmenin olanaklarının çoğaltılması dahilin de görmeliyiz.
Sol hareketin ‘dışardan bilinç götürme’ hadisesini karikatürleştirmesi ve toplumu ‘aydınlatma’ görevinin öğreticiliğiyle davranmasına dayanan siyaset tarzı, en mühim engeldir. Sorunu birlikte tanımlayan, sözünü birlikte üreten ve hareketini de birlikte tartışabilen bir politika yapış tarzına sahip olabilmektir. Bu yaklaşım eşitleşebilmek ve kerameti sadece ve sadece kendinde, bildiklerinde görmemektir. Ki bu durumda statik değildir. Her daim yeniden yeniden üretilmeyi elzem kılar.
Ve tabiî ki, toplumun hayatının içinden kurulabilecek süreçlerle mümkün olacaktır. Lakin, sol hareketin dava insanları bu hayatın içinden çekileli epey bir zaman oldu. Niyet edip temas kurmaya çalıştıkça da, siyaset yapış tarzı ve toplumun hayatında ki sosyal-kül-türel oluşmuş hallere çarpıp geri düşmekte. Uğruna ortaya konulan bütün fikri-fiziki adanmışlığa rağmen ‘pati çekmeye’ devam ettiğimiz duruma dönüşmekte. Evet, geç kalıyoruz. Kapitalizmin insan tinselliğini ‘tarumar’ eden hegemonyasının kuşatıcılığı, samimiyetle dini inancını yaşayan insanların daha da azaldığı bir yere doğru sefer ediyor. Erbakan’la başlayan ve AKP ile daha da yoğunlaşan ‘hakim değerin paracı’ ilişkile döndüğü çizgi katmerleşiyor. İslam dini, liberal kapitalizmle daha barışıktır diyenlerin edesinin katmerleştiği bir yere doğru gidiyor. İslam dininin; zekat vererek-namaz kılarak-oruç tutarak-umre ve hacca giderek, parayı buluncaya kadar günahkârlık deryasında kulaç atanların, kolayca para olanaklarıyla kendini arındırdığı yere doğru gidiyor. Bizlere düşen yeniden, vicdan ve adalet hareketinin yaratıcılığına, yaşayışına sahip olmaktır.
Kaynak: Birgün, 6.3.2007