Cemil Ertem – Kapitalizm, faiz ve İslamcılık tartışmasına giriş
Cemil Ertem‘den ilgilendiğimiz ve tabiri caizse susuzluk çektiğimiz İslam iktisadı meselesi üzerine kıymetli ve incelikli bir yazı. Birbirinden kopuk ve pek diyaloğa girmeyen iki dünyanın, yani eleştirel ekonomi politik ile İslam’ın bilgisine erişimi olan bir iktisatçının zihinden çıkmış bir yazı bu. Ki böyle iktisatçılar yönünden pek bolluk yaşadığımız söylenemez. Ertem önemli tespitler yapmış ve zihin açıcı sorular sormuş. Ecir düzeni ile riba arasında zorunlu bir ilişki olduğuna işaret etmesi, hele de bunu Said-i Nursi’ye referansla yapması oldukça önemli. Bu anlamda bize ister istemez, aynı noktaya vurgu yapan Sabri Orman’ın “Kuran ve İktisat” isimli makalesini hatırlattı. İnşallah devamını getirir, biz de faydalanırız. Kıymetli tespitlerinden misal bir diğeri de şu:
“Peki, sermayedarı ortaya çıkaran ve onu tekel yapan sonra da kapitalist devletle buluşturan nedir? Ücrete dayalı sistem. Yani emek gücünü metalaştıran, onu tıpkı köleci sistemdeki insan gibi, alınıp satılan hale getiren daha sonra da onun, piyasa dışı devlet yaptırımlarıyla pazarlık gücünü elinden alan sistem. Bu sistem, yukarıda anlattığımız gibi ribanın ta kendisidir başından beri. O zaman bunu aşacağız. Bunu aşmak aynı zamanda, sermayenin büyüme zorunluğunu ve tekel olma zorunluğunu aşmak demektir. Sermayinin temerküzü piyasanın ilk andaki dengesini yerle bir eden, piyasanın özünü ortadan kaldıran ‘denge’ dışı bir tarihsel aşamadır.”
Kapitalizmden kurtulmanın ve adaletli bir üretim-bölüşüm düzeni kurmanın yolu muhtemelen Ertem’in en geniş ana hatlarını çizdiği çerçeveden geçiyor. Ancak Ertem’in yazısındaki hafif iyimser ton doğrusu biraz kafa karıştırıcı.
“Zaten buraya gidiyoruz.”
“Bütün bu değişim olmaya başladığında ve bunun siyasi kurumları bu değişimi kalıcı hale getirmek için örgütlendiğinde önümüzdeki sisteme kapitalizm der misiniz, bu ayrı bir tartışma.”
Bize çok mütevazı adımlarla da olsa daha adaletli bir üretim-bölüşüm düzenine doğru gidiyormuşuz gibi gelmiyor. Misal Toplum ve Bilim dergisinin son sayısında Öniş ve Kutlay’ın “Küresel kriz ve hakim paradigmanın yeniden üretimi” isimli makaleleri, neo-liberal amentünün burnundan pek kıl aldırmadığını ikna edici bir dille anlatıyor. Velhasıl böyle ufak bir soru işaretimizle birlikte paylaşmaya ve tartışmaya değer, meselemiz açısından çok kıymetli bir yazı olduğunu düşünüyoruz.
Bu vesileyle yakın zamanda babasını kaybeden Ertem’e Allah’tan sabır ve başsağlığı diliyoruz.
CEMİL ERTEM
Kapitalizm, faiz ve İslamcılık tartışmasına giriş
Bu yazı, hem bu kriz dolayısıyla hem de Avrupa ve Ortadoğu’daki kriz-değişim- tarihsel süreçleri dolayımıyla gündeme gelen İslam’ın politik çıkışının iktisadi yüzünü anlatmaya çalışan bunu anlattığı oranda da alternatif-kapitalizm sonrası- yeni bir toplumun ilk şifrelerini ortaya çıkarmaya gayret eden bir denemedir. Yazı Sabah Gazetesi yazarı Emre Aköz’ün bir yazısına atıf yaparak başlıyor. Çünkü Emre Aköz, faiz konusundaki argümanlarında haklı görünmekle birlikte, bunu mutlak-değişmez- bir gerçeklikmiş gibi anlatıyor. Dolayısıyla bizim çıkışımızda tam buradan başlıyor. Bu yazı için Emre’ye, vesile olduğu için, ayrıca teşekkür ederim.
Geçen gün Emre Aköz oldukça önemli bir ‘soru’ yazısı yazdı. Bazı yazılar böyledir, bana başlı başına bir soru cümlesi gibi gelir. Sorusu şu: Kredi almadan gökdelen dikebilir misiz? (Yani faiz kullanmadan, harama bulaşmadan büyüyebilir misiz diye soruyor aslında Emre) İstisnalar dışında hayır, mutlaka sistemin finansal ağının içine girip, faizle kredi kullanmak zorundasınız.
Emre buna ‘sermayeyi büyütmek’ diyor. İktisadi olarak da çok doğru bir tanımlama. Sermaye büyümeli, zaten büyümezse sermaye olmaz. Çünkü sermaye statik değil, dinamik bir kavramdır. Doğurgandır, doğurgan olmadığı zaman sermaye olmaktan çıkar servet olur. Servet, kapitalizmin sevdiği bir kavram değildir ama kapitalist üretim ilişkilerinin sonucu olarak da ortaya çıkar. Mal beyanında bulunurken aslında servetinizi söylersiniz. (Ev, araba, mevduat hesabı, hisse senedi falan) Servet, siz isterseniz, şu sistemde bile faize uğramadan varlığını koruyabilir, değerlendirilebilir. Ama sermaye için aynı şeyi söyleyemeyiz. Sermaye, tarihsel olarak, toprak mülkiyetinin karşısına tüccar sermayesi ve tefeci sermaye olarak çıkmıştır. Ama bu iki sermaye biçimi de meta üretimini ve dolaşımını sağlayan dinamikleri oluşturmuşlardır. Meta üretimi, ücretli dönemi gerekli kılar. (Said Nursi kapitalizme ecir (ücret) dönemi der ve mutlaka biteceğini söyler çünkü Nursi, bu sistemin zorunlu olarak riba çürümüşlüğünü üreteceğini bilir)
Paralar ve Metalar: Zorunlu bir yolculuk (mu) ?
İşte meta üretiminin para-sermayeye dönüşmesinin iki önemli sonucu olur, birincisi tüccar sermaye gerileyerek önceliği (hâkimiyeti) sanayi sermayesine terk eder ikincisi ise tefeci sermaye banka sermayesi (finans-kapital) olur ve sanayi sermayesi ile iç içe geçer. Çember tamamlanmıştır. Bu konuda Marx şöyle yazar: ‘ Tarihsel açıdan baktığımızda, sermayenin toprak mülkiyetinin karşısına her yerde ilk olarak para biçimiyle, parasal servet, tüccar sermayesi ve tefeci sermayesi olarak çıktığını görürüz. (…) Meta dolaşımının dolaysız biçimi, M-P-M, yani metanın paraya dönüşmesi ve paranın yeniden metaya dönüşmesi, satın almak için satmaktır. Ama, bu biçim yanında, spesifik olarak farklı bir biçimi, P-M-P biçimini buluruz; burada ilk önce para metaya dönüşür ve sonra meta yeniden paraya dönüşür, yani satmak için satın alınır. Hareketiyle bu ikinci dolaşımı gerçekleştiren para, sermayeye dönüşür., sermaye olur ve tanımı gereği bile sermayedir.’ [1] Burada Marx, tüccar sermayesi ile ilgili bir çevrimi anlatır ancak bunun sanayi sermayesi için de para sermaye olduğuna vurgu yapar. Ve şunu da ekler ‘ son olarak faiz getiren sermaye söz konusu olduğunda, P-M-P’ dolaşımı kendisini kısaltılmış şekilde, aracısız sonucuyla, deyim yerindeyse özlü biçimde, P-P’ olarak, hemen daha fazla olan para biçiminde, kendisinden büyük olan değer biçiminde gösterir. O halde gerçekte, P-M-P’, dolaşım alanında dolaysız şekilde göründüğü biçimiyle sermayenin genel formülüdür. [2] O zaman hem ticaret sermayesini oluşturan koşullar hem de tefeci sermayeyi oluşturan koşullar emek gücünün satın alınması ve satılması sürecinden çok önceleri de vardı ve sermaye olgusu, bu haliyle, yalnızca ücretli döneme-kapitalizme- özgü bir ‘şey’ değil. O zaman, özellikle İslam’da altı çizilerek belirtilen faizin yasak olması olgusu, özünde, para sermayenin, bir tür dolandırıcılıkla tek elde birikmesinin yasaklanması demektir. O halde bu konuda şu eleştiri pek geçerli değildir; İslam’ın ortayı çıktığı sosyo-ekonomik bütünlükte-tarihsel koşullarda- kapitalist üretim ilişkileri yoktur, böyle olunca Kur’an’ın kapitalizme karşı argümanlar içermesi söz konusu olamaz. ‘ Bu yaklaşım yukarıda izah ettiğimiz basit sermaye birikimi koşullarının –tüccar ve tefeci sermaye- o günlerde de olması dolayısıyla geçerli değildir.[3] Ama tefeci sermayenin banka sermayesine, tüccar sermayenin de sanayi sermayesine dönüşmesi için emek gücü ve emeğin sömürüsü gereklidir.
Peki ya insan?
Emek gücü ya da emek kapasitesi dediğimiz zaman, insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı fiziksel ve zihinsel yeteneklerin tümünü anlıyoruz. [4] İşte bu andan itibaren, yani emek gücünün bağımsız bir iktisadi değişken olarak, tarihin perdesini açtığı andan itibaren, sermaye ticari bir fikri değerlendirecek ‘zenginlik’ olmaktan çıkarak, kar etmek için üretimde kullanılan ve bunun için de emek gücünü ‘sömüren’ servet halini alır. Ama ücret araya girdiği andan itibaren de servet –birikmiş tüccar sermayesi- başka bir hal alır ve sistem de ‘başka’ bir sistem olur ki bu kapitalizmdir. Burada ücret ancak geçim araçlarına yeter ya da yetmezken sermaye üretim araçlarına yettiği gibi, tefeci sermayesini banka sermayesine dönüştürecek muazzam bir ‘artığı’ da ortaya çıkartır.
Banka sermayesi, sanayi sermayesinin paraya dönüşmüş ‘fazlalarını’ toplayarak daha ‘karlı’ alanlara bu sermayeyi yönlendirir, bundan da, yapılacak yatırımların getirisini aşmamak kaydı ile bir kar alır. Buna bazı iktisatçılar ‘paranın zaman değeri’ derler ki bu, bugün anladığımız anlamda faiz değildir ama faizin kökenidir. İsveçli iktisatçı Wicksell, ‘eğer ki bir ekonomide yapılan yeni yatırımların ortalama kar oranları, faiz oranından düşükse orada sorun var’ der ki, doğrudur; bu, baş aşağı giden, çürüyen ve çürümüş finans-kapitalin hâkim olduğu bir ekonomi olmuştur. İşte bizim (bugünkü) faiz de budur. Bu çürümüşlüğün bir diğer göstergesi de o ekonomide gelir dağılımından daha hızlı olarak servet dağılımının bozuluyor olmasıdır. Gelir, bir zaman diliminde elde ettiğimiz kazançtır. Servetin aksine dinamiktir. Gelir dağılımı çok bozuk olursa, gelir dağılımından daha hızlı servet bozulması olur. Harcayamayacak ve yatırım yapamayacak karar çok geliri olanlar servetlerini banka sermayesine yönlendirir ve daha fazla faiz alırlar. Finans kapital ekonominin kendisi olur ki bu çöküştür. Faiz ve türev gelirleri hızla artar, yatırımlar geriler, ücretler düşer. Bugün dünyada, servet dağılımı gelir dağılımından daha bozuktur.
Riba nedir?
İşte bu ekonomide ribanın bütün halleri hâkim olur. Eşitsizliğe dayalı mübadele, güçsüz olanı sömürmek (riba’l fadl) ve karşılıksız varlıkların mübadelesi (Bey’ü’l-garar) öne çıkar. Faiz, (riba’n-nesie) hem bu ikisinin zorunlu bir sonucu hem de bizim yukarıda anlattığımız sürecin ifadesidir. İslam’da yasak olan bu riba ekonomisidir. Buradan çıkarak, İslam ekonomisi iki temel düzenleyici alana dayanır: Riba yasağı ve Zekât müessesesi. Keza, Said Nursi, Kur’an’ın kanuni esasisinin vücûb-i zekât kaynaklı olduğunu söyler ama bunun riba ile ortadan kaldırıldığını, ribanın, toplumda eşitsizliği ve çatışmayı artırarak, krizin nedenlerinden biri olduğunu vurgular. [5]
Bu iki düzenleyici alan bize, bu kriz (belki de kapitalizm) sonrası ne olacak sorusunun yanıtını da verir. Riba kavramı, genellikle faizle aynı anlamda kullanılmış ve öyle sanılmıştır. Oysa bu eksik hatta sonuçları itibarıyla da yanlış bir bilgidir.
İslamcılık: Evet, politiktir ve nihai adaleti anlatır
Burada alternatif bir iktisadi sistemin temellerini bulabilir miyiz ve bulursak bunu İslam iktisadi olarak nitelendirmek mümkün müdür? Önce şunu söylemek gerek; İslam, içinde bulunduğu toplum nizamını veri kabul ederek, bunu Kur’an’ın temellerine göre düzenlemek isteyen bir anlayışa sahiptir. Burada tartışılması gereken Kur’an’ın temellerinin kapitalizmle örtüşüp örtüşmeyeceğidir. Burada bizim yorumumuz Kur’an’ın tamamıyla kapitalizmin dışı bir sistem vazettiği yönündedir.
Şimdi gelelim Emre Aköz’ün (tespitine) sorusuna, sermayeyi büyütmek isterseniz, faize bulaşacaksınız arkadaş diyor, bu zorunlu. Tabii ki yukarıda da belirttik, var olan koşullarda zorunlu. Ama var olan koşulları aşmaya başladığımız andan itibaren değil.
Sermaye (anlattık) dinamik bir kavram. Ama sermayenin hangi bütünlükte ve kimin tasarrufunda olacağı önemli. ‘ Üretim için gerekli en düşük sermaye düzeyinin büyümesi dışında bütün bu (göreceli artık değer) üretim biçimlerinin ortak özelliği, dolaysızca iş birliği yapan çok sayıda işçinin emeğinin ortaklaşa koşullarının başlı başına tutuma izin vermesidir. Bu durumun tersi, küçük ölçekli üretimde bu koşulların dağılıp parçalanması, böylece bu ortaklaşa üretim koşullarının etkinliğinin hacimlerinde ve değerlerinde, orantılı olarak eşit büyüklükte bir artışa yol açmamasıdır. Ortak, eş anlı, kullanımları, mutlak değer olarak hacimleri ne denli büyürse büyüsün göreceli değerlerini (ürün bazında) düşürür. [6] Bu zorunluluk, iktisadi olarak, kapitalizme özgü bir durumdur. Ama sermayenin dinamiklerini piyasayı çalıştıracak şekilde kamusal alanları genişleterek, yani piyasayı, piyasanın, tekele izin vermeyecek şekilde çalışması için, kamusal kurumlarla kuşatırsanız küçük özel mülkiyetin temel alındığı yeni bir toplumsal düzene adım atarsınız. Marx’ın şu cümlesi bu anlamda çok önemlidir: ‘ Sermayeci, toplumsal bir ölçekteki ve değer kapsamı, birey ya da ailesi için mümkün olan üretimle karşılaştırılamayacak kadar büyümüş üretim araçlarının mülk sahibi ya da zilyedi olmalıdır. Bir iş dalı ne kadar kapitalistçe işletilir, oradaki emeğin toplumsal üretkenliği ne kadar yüksek olarsa bu en düşük sermaye düzeyi o iş dalında o kadar büyük olur. Aynı ölçüde sermayenin değer büyüklüğü artmalı ve toplumsal boyutlar kazanmalı, yani her türlü bireysel karakteri sıyırıp atmalıdır. [7] Şimdi bu paragraf tam anlamıyla sermayenin kapitalizm içindeki yolculuğunu özetler. Peki, sermayedarı ortaya çıkaran ve onu tekel yapan sonra da kapitalist devletle buluşturan nedir? Ücrete dayalı sistem. Yani emek gücünü metalaştıran, onu tıpkı köleci sistemdeki insan gibi, alınıp satılan hale getiren daha sonra da onun, piyasa dışı devlet yaptırımlarıyla pazarlık gücünü elinden alan sistem. Bu sistem, yukarıda anlattığımız gibi ribanın ta kendisidir başından beri. O zaman bunu aşacağız. Bunu aşmak aynı zamanda, sermayenin büyüme zorunluğunu ve tekel olma zorunluğunu aşmak demektir. Sermayinin temerküzü piyasanın ilk andaki dengesini yerle bir eden, piyasanın özünü ortadan kaldıran ‘denge’ dışı bir tarihsel aşamadır.
Sermayenin temerküzü ve tekelleşmesi bu anlamda, bu dengeye aykırı bir durumdur. İslam’ın öngördüğü temerküz değil infaktır. İnfak, tüketim, transfer, -çok olandan az olana- (aktarma) ve yatırım harcamalarını kapsar. Ama harcama da ‘helal gelir’in kaynağıdır. ‘Helal gelir’ ise içinde riba olmayan gelirdir. Ancak bu denge hali için ecir döneminin (bkz; Said Nursi) yani ücret döneminin bitmesi gerekir.
Yani ücretin ortadan kaldırılıp eşit ve özgür paylaşım gereklidir. Sermayeyi atomize edip, kamusal hale gelmesinin yolunun açılması gerekir. Buradaki ‘kamusal hali’ devlet olarak kullanmıyorum, tam aksine onun karşısında sivil bir ortaklaşalık olarak kullanıyorum.
Bütün bu büyük yatırımları yapacak, altyapıyı hazırlayacak kamusal (devlet değil) küçük özel mülkiyete dayalı bir ekonomik sistem olabilir. Banka sistemi de faize (tekelci-devletçi ekonomiye) değil, girişimci [8] karına dayalı olabilir. Zaten buraya gidiyoruz. Bugün banka sistemi giderek reel alanlara, en azından geri ödeme süresi kadar, ortak olursa ayakta kalacağını anlamış bulunuyor. Bunun için katılım bankacılığı ve girişim sermayesi desteği giderek öne çıkan bir finansman biçimi oluyor. Sukuk ihracı artıyor.
Bütün bu değişim olmaya başladığında ve bunun siyasi kurumları bu değişimi kalıcı hale getirmek için örgütlendiğinde önümüzdeki sisteme kapitalizm der misiz, bu ayrı bir tartışma.
Ama bu tartışma aynı zamanda son günlerde yapılan İslamcılık, İslam’ın topyekûn ekonomik-sosyal sistem vaz edip etmeyeceği tartışmasına da oturuyor. Bu konuda tam burada, aşağıdaki 3. Dipnotumuzu yeniden okumanızı öneririm.
Sonuç cümlesi: İslam adalettir. İslamcılık da bugün-somut, görünen- insanlık için en ciddi çıkış ve alternatiftir. En azından özü itibarıyla bunu teorik olarak rahatlıkla iddia edebiliriz.
Ramazan Bayramı kutlu olsun!
————————————————–
[1] K.Marx, Kapital Cilt 1, S: 151; Yordam Kitap, Mehmet Selik-Nail Satlıgan çevirisi-2010-İstanbul.
[2] Agy.
[3] Burada ‘Dünya Sistemleri Analizi’ ne gönderme yapalım: Özellikle A.G. Frank, Gills gibi yazarlara göre, dünya sisteminin başlangıcı günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce Mezopotamya’da başlar. Mal ve ticaret çevriminin eşitsiz gelişimi ve kölecilik temelli bu sistem, Arap Yarımada’sında ilk keskin sınıfsal ayrımları bu ayrımlara dayanan savaşları ve merkez-çevre eşitsiz gelişimi ortaya çıkartıp temellerini atmıştır. Yine özellikle Frank ve Gills bu tespitten yola çıkarak ‘hegemonya’ kavramını o zamana dayanarak geliştirmişlerdir. Frank, buradan hareket ederek, köleci, feodal ve kapitalist toplumsal formasyonların ilk sermaye birikim mantığının özünde aynı olduğunu iddia eder. Böyle olunca bütün tek tanrılı dinlerin niye bu coğrafyada yerleşik düzene isyan olarak ortaya çıktığını anlayabiliriz. Şuna dikkat edelim üç semavi din, eşitsiz ilişkilere, zulme karşıdır. Ama son din olan İslam, diğer ikisinden farklı olarak, topyekûn bir iktisadi ve sosyal nizam vaz eder. Yani ilk ikisinin ‘eksikliklerini’ toplar ve örter, tamamlar. Bunun için riba yasağını getirir. Sermaye birikimini sınırlar, serveti dağıtan mekanizmaları öne çıkartır. Bu anlamda İslam politik ve kapsayıcıdır. Bu anlamda İslam, ‘ümmet’ tahayyülünü ortaya atar. Burada herkesin –tek ve tek- Müslüman olmasına gerek yoktur. Ama insanın onuruna, özüne uygun ona yakışır, eşitlikçi, özgür bir yaşam ve sınırların ortadan kalktığı barış ve ahenk bu ümmetin ortak paydasıdır.
[4] Age, s: 170
[5] S. Nursi, Emirdağ Lahikası, S: 249, Yeni Asya Neşriyat-2009-İst.
[6] K.Marx, Kapital Cilt 1, S:799; Yordam Kitap, Mehmet Selik-Nail Satlıgan çevirisi-2010-İstanbul.
[7] Agy.
[8] Girişimci, kesinlikle kapitalist değildir. Gerçek haliyle ve anlamıyla girişimcidir. Bireysel ve özgür insandır. Bilgiye eşit ve özgür koşullarda ulaşan kendisi için üretim yapan, bulan, bulduğunu değerlendiren, bulduğunu değerlendirmesinin toplumsal koşulları oluşturulmuş, sınırsız bireylerdir. Girişimci karı, tüm özgür bireylerin yönettiği-sekürize edilmiş- kamusal fonlarda toplanabilir.
Kaynak: http://cemilertem.com/kapitalizm-faiz-ve-islamcilik-tartismasina-giris/
Kıymetli bir yazı olmuş hocamızın eline sağlık. Özellikle faizi sistemin bütünü içinde göstererek riba sistemi olarak tanımlamasını çok kıymetli buldum. Faizi sadece kredilere ödenen veya bankaya yatırılan mevduatlara ödenen bir para olarak algılamak faizin neden haram kılındığının anlaşılmasını da zorlaştırıyor. Riba sisteminin (bugün finansal ekonomiye denk gelen) kapitalizm ile bağlantısının kurulması ve buradan İslam’ın kapitalizm ile örtüşemeyeceği ortaya konulmuş.
Yazının başında “alternatif-kapitalizm sonrası- yeni bir toplumun ilk şifrelerini ortaya çıkarmaya gayret eden bir denemedir.” Denilince beklentim biraz daha fazla olmuştu. Elbette bir makale ile bunu yapmak mümkün değil. Yazıda ortaya konulan alternatif ekonomik modelin başlıkları bana Proudhon’un kooperatifçiliğini anımsattı.
Proudhon, “sermayenin sermayedara faiz, iskonto, kira v.b. adı altında işçilerin ürünleri, üzerinde efendi hakkı veren çeşitleri arasında en önemlisi paradır ve eğer para faiz almadan ödünç verilebilirse, diğer sermaye çeşitlerinde de efendi hakkı ortadan kalkar” diyor. Hatta “mübadele bankası kurularak, işçiye faizsiz sermayenin elde edilmesi olanağı verilirse, sermaye sahiplerinin emeksiz gelir sağlama olanağı ortadan kaldırılmış olur” da diyor. Oldukça kapsamlı geniş bir konu, sadece faizin ve sermayenin kontrolünün değil üretimin nasıl olacağı bunun dağıtımının ve dolaşımının nasıl sağlanacağı ve tüketim ve talebin durumu gibi tonla içeriği de sahip.
Kapitalizme alternatif kapsamlı bir ekonomik politik analize oldukça fazla ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Cem Somel hocamızda yine sitede yayınlanan “ ahlak üzerine” başlıklı yazısında buna değinmiş. Alternatifini sunamadığımız sürece kapitalizme yönelik getirilen eleştirilerin bir yanı hep eksik kalacak. Bu alternatifsizlik toplumsal mücadelelerinde sonuçsuz kalmasına, kapitalizmin tek alternatif olarak karşımızda durmasına ve sistemin son sürat hegemonyasını yerleştirmeye ve içselleştirmeye devam ettirmesine zemin hazırlıyor. Cemil hocada yazının başında alternatif bir sistemin şifrelerini ortaya koyacağını söyleyerek giriş yapmış, ısrarla devamını bekliyoruz…
ilk kısımdaki , emre aköz’ ün “sermayeyi büyütmek” tabirinden, soyut bi şekilde yazarın “büyütme gereği”ne nasıl ulaşılmış anlayamadım. eğer servetin ve giderek sermayenin büyümesi olumsuzlanmıyorsa, bu “büyüme” nin kaynağında ne olduğu düşünülüyor acaba? biriktirme? sömürerek biriktirme olabilir mi? bunlar hukuka gayet uygun evet, ama bizlerin gözünde meşru mu, haklı mı , adil mi?
bir de “servet” ile “sermaye”yi ayırdederken küçük bir ayrıntı:sermaye sahibinin arabasını ya da evindeki gümüşleri, kişisel, tüketime yönelik yani üretken bir amaç için kullanılmayan “servet” kategorisi diye bir kenara ayırsak bile bunları sermayeden daha doğrusu onun “getiri” sinden ayırmak pek mümkün değil. yazarın öyle bir iması yok ama yine de görmek gerekir: ücretli emek sömürüsü sürecine sokulmayan hanlar hamamlar da , bir defa “sızdırılmış” olmakla , artık hiç de masum ve “helal” değildir. ya da helallik meselesine hiç girmemeli , bir yanıyla buradaki tartışma da bu zaten.
yazı genel olarak “bu da nereden çıktı ” dedirten ara pasajlarla ilerliyor.ilk bu da nereden çıktı : “meta üretimi ücretli dönemi gerekli kılar”dan sonra “said-i nursi kapitalizme ücret(ecir) dönemi der ve mutlaka biteceğini söyler çünkü nursi bu sistemin riba çürümüşlüğünü üreteceğini bilir”.1) said-i nursi bu söylediğini iktisadi işleyişe ilişkin bir tahlil yoluyla mı söylemiş yoksa mistik ya da inanç temelli bir şey mi söylemeye çalışmış? yazar sermayenin kategorilerine ve tarihsel macerasına ilişkin bir açıklamanın içine damdan düşer gibi said-i nursi’ den “alıntı”lar (tırnak işareti kullanıyorum çünkü s.n.’ ye atfedilen ifadeler bizzat yazarın yorumu mu bilemedim ) koyuyorsa , okur da soruyor haliyle. 2)said-i nursi’ nin “ecir ” dönemi dediği şey, yine said-i nursi’ de “riba çürümüşlüğünün üretimi” ne nasıl yolaçabiliyor acaba? eğer islam’ a dayandırılmaya çalışılan kapitalizm eleştirisi çabası, romantizmle ya da öznellikle malul kalmasın isteniyorsa bu bağları kurmak , iktisaden bu bağları “ göstermek” icabeder. zaten bence, dünyada islamcı diyebileceğimiz gelmiş geçmiş rejimler, “müslüman” iktisatçılar, ne bileyim iran islam devrimi vb. örneklerin tez ve uygulamalarına değil de said-i nursi’ ye hem de bulanık bir şekilde dayanmanın kendisinde bir sorun var. “olan değil de inanç anlamında olması gereken ortaya konulmaya çalışılıyor “ deniyorsa da kitap var, sünnet var , müçtehitler var. bu kısım elbette yazarın kaynak seçimi özgürlüğüyle ilgili birşey ama bu sorular da yazıdaki tezleri sorgulanır hale getiriyor. yani bu yazıyı okuyan insanlar neden seçmeci bir tarama yapılmış diye sorgulayabilirler doğal olarak. “yazar bu sayılanların hepsine hakim olmayabilir , olmak zorunda değildir” de denebilir ama, marx’ tan alıntılı ve “-dir,-dır”lı cümlelerle “islamcılık tartışmasına giriş” yapılmak isteniyorsa gözlükleri silip parlatmakta fayda var. bu arada, said-i nursi’ ye ilişkin olarak bir olumsuzluk ima etmeye çalışmıyorum.sadece neden o diyorum , neden sadece ya da öncelikle o?
bir de 2.dipnottan sonraki satırlar için şunu görmek gerekir:yazının başlığı her ne kadar kapitalizm diye başlasa da en beylik bilgi düzeyinde bile biliyoruz ki feodalizm, köleci toplum , aüt gibi değişen üretim/toplum biçimleri boyunca “sömürü ” olgusu hep vardı. sömürü olgusunda, artık’ ın sızdırılış biçiminin iktisadi ya da siyasi/hukuki biçim alması ya da bunlara ek olarak kimi zaman fiziksel zora dayanması esas vaziyeti değiştirmiyor. kuran’ ın ne dediği konusundaki kişisel fikrim bir yana , kitabın doğduğu zamanda da sömürü yok değildi,bunu vurgulamak istedim. mesele kapitalizmin varlığı yokluğu meselesi değil yalnızca. ya da kitap sözkonusu olduğunda tek turnusolümüz kapitalizm değil demek istiyorum. sömürü de ne ücretli dönemde ne de sermaye ile aynı anda doğdu. yazar sömürünün bu neredeyse daimi varlığını yalanlayan bir şey söylemiş değil belki, ama eksik bıraktığı , görmezden geldiği birşey var.
yazarın “riba”sı ile ilgili olarak da şöyle bir soru işareti oluştu kafamda:riba, eğer faizi karşılıyorsa faiz yasağı kitapta mutlak değil mi? sermayeye karşılık elde edilen yani sermayeyi ödünç verenin elde ettiği karşılık, bellii bir oranı ya da miktarı aşınca riba oluyor da, kitabın yasakladığı yalnızca bu mu? adi ya da düşük, hoşgörülebilir faiz diye bir şey var mı? bunu gerçekten anlayamadım. yoksa faiz/ riba ayrımı ile yazar yazının sonunda ifade edeceği, girişimin, sermayenin filan olumlandığı küçük mülk sahipleri düzenine kitaba rağmen bir meşruluk malzemesi mi yaratmaya çalışıyor? bunu yazarı iğnelemek için söylemiyorum. belki de faiz/riba meselesini eksik biliyorum ya da yanlış anlıyorumdur.
banka sermayesinden bahsedilen paragraftan sonra hızla riba kaynaklı sorunlar ve ribanın neden gayrımeşru olduğu meselesine geçilmiş. ama , üzerinde konuştuğumuz şey örneğin yine bankadan borç alma biçimlerinden biri olan , parasız vatandaşın ihtiyaç kredisi alması hali bile değilken “sömürü ” de nereden çıkıyor? burada “girişimci”, bankadan kredi olarak sermaye alıyor ve zamanı gelince kendi kârından – ki bütünüyle işçiden sızdırılmış birşey değil midir bu kâr, ticari faaliyetten elde edilmiş kazanç sözkonusu olsa bile ticaret konusu emtianın fiili üreticileri ya da eski çağların ticari yolculuk vs.lerinin fiili aktörleri sözkonusudur yine de – bir kısmını bankaya kredinin geri ödemesi ile verince “sömürülmüş” mü oluyor? oysa “sömürü” tabiri bu işlerde bu sonuncuyu karşılamak üzere kullanılmaz sanırım. bir sürü ifade bulabiliriz bunu karşılamak için, ama sömürü dersek çerçevemiz yamulur diye düşünüyorum. ya da tamam kullanılır: ya bilmezlikten ya da kavramların bambaşka bir tahlil zemininde kullanılması tercihinin bir sonucu olarak. ama o zaman da okuru uyarmak gerekir: “marx’ tan filan alıntı yapılıyorsa da anlayış bambaşka” diye.
ve riba başlığı altındaki kısım için son soru: riba ile faizi birbirinden farklılaştıran nüans nedir? kredi verenin küçük bir kooperatif olmasıyla bir finans kapital devi olması arasındaki fark mı? ek-geri ödeme diyelim , bunun oranı mı? girişim konusu işin zorluk ve risk derecesi mi?
“islamcılık …“ diye başlayan kısım: kapitalizmi ne olarak koyuyoruz ve bununla bağlantılı olarak “islamcılık ” acaba neye karşı çıkıyor? bu arada neden islam, tarihsel islam, kitap değil de “islamcılık”, anlayamadım. sanırım burada benim kaçırdığım bir ifade değişikliği/yaygınlaşması var. ya da yine açıklanmaya muhtaç bir ayrıntı.
“sermaye ve özel mülkiyet kalsın, kalabilir” ve “islamcılık küçük özel mülkiyetin temel alındığı bir düzen va’zediyor” mu deniyor?yazar bunu mu söylüyor? kontrol, planlama, üretim , dağıtım, paylaşım ve tüketimi “mülkiyet” ve “özel” denen tarihsel kategorilerin dolayımı olmaksızın düşünemeyen bir örnekle daha mı karşı karşıyayız? eğer öyleyse bu kaçınılmazlık, olmazsa olmazlık bağı nasıl kuruluyor? “sermayenin temerküzü “ diye başlayan kısımlarda sanırım doğal bir ölçek ekonomisi gidişatından bahsedilmiş, böyle bişey anladım ama gerisini ve küçük özel mülkiyetçiliğe varan bir akış varsa bunu anlayamadım. yoksa üretimin toplumsallaşması ve mülkiyetin kollektifleşme baskısı altında oluşu ile küçük mülkiyetçilik mi karıştırılıyor acaba teorik düzeyde? sorun , rekabet, kriz, eşitsizlik (küçük mülkiyetçi bir rejimde eşitsizliğin ortadan kaldırılması değil de “makul” bir düzeyde tutulmaya çalışılması akla geliyor, başka türlü anlayan varsa belirtsin lütfen ) gibi ekstralarıyla bizatihi sermayenin , sermayeciliğin kendisi iken , riba yasağı vb. gibi , hem izin verilirse inanmayanlara bir şey ifade etmeyen hem de nihayetinde kendisi de bir üst yapı kurumu/hukuk kuralı olmanın zayıflığıyla malûl düzenlemelerle mi iktisadi işleyiş ehlileştirilmek isteniyor?
bana karmaşa gibi görünen bu yaklaşım biraz said-i nursi biraz marx demenin eklektikliği ile popüler bir söylem arayışından kaynaklanıyor olabilir.( elbette burada, islam ve toplumsal/ekonomik düzen meselesini bir arada düşünen ,bu konuda çalışan insanları “harcamak” anlamına gelecek bir tepki duymuyorum. sadece eldeki yazı üzerinde konuşuyorum.cemil ertem’ in taraf’taki güncel/gündelik değerlendirmeleri haricinde de bir fikrim yok kendisine dair.) (bu arada, bu paragrafın girişindeki soru ile ilgili olarak emek ve adalet genel olarak nasıl düşünme eğiliminde acaba?)
“girişimci kârı” ndan sözedilen kısma gelince, lenin’ in emperyalizm’ i yazdığı geçen yüzyıl başından beri zaten finans- kapital dediğimiz dev organizmalar büyük krediler verdikleri devasa anonim şerketlerin yönetim kurullarına üyeler , yönetim kurulları içinde de işleri ayrıca yürütmek üzere murahhas üyeler sokarlar. zaten basit bir ifadeyle banka yerine, hükümet filan düşüren bu azmanlar için giderek finans-kapital tabirini kullanmamızın sebebi de bildiğim kadarıyla budur. yani kredi/sermaye veren ile girişimcinin bu tip bir ilişkisi yepyeni bir şey değil. tabii, katılım bankacılığının elbette özgün tarafları olabilir ama o sistemi bir bütün olarak biricik kılanın ne olduğu hakkında -faiz uygulamasından farklı olduğu söylenen bir usul haricinde- bilgi yok elde. ama bu ve buna benzer şeyler olmadığı bir ekonomik işleyişte de barınmayı, doymayı, giyinmeyi, kültürel ihtiyaçlarımızı karşılamayı , çocuklarımızı büyütmeyi hayal edebiliriz. daha doğrusu doğru ve amansız sorularla bunu tasarlayabiliriz.
sonuç: konuşulanlara neden islamcılık denildiğini anlayamadım. islamcılık’ ın ne olduğunu bilemedim. anlayabildiğim kadarının da neden “en ciddi çıkış” olduğunu hiç bilemedim.
Önce faizi en geniş şekilde tanımlamalıyız. Faiz nedir? Aynı cins malların mübadelesinde ortaya çıkan fazlalık olarak kabul edersek sadece hangi kurum olursa olsun verilen kredilerden veya kişisel borç alacak ilişkisinden doğan fazlalıklardan başka düşüneceğimiz birşey olmaz ve bunlar üzerinden üretim-tüketim ve yatırım modelimizi beirlemeye çalışırız.
Öncelikle İslam’da insana emeğinden gayrısı yoktur. İstisna olarak ticaret meşru görülmüş o da sermayenin zarar ihtimaline karşı kar hakkının olmasıdır. Kar sermayenin bu sebeple hakkıdır. Zarara iştirak etmeyen , zarar riski taşımayan her getiri faizdir. Bu ne demektir, biri sürekli kar ederken, kazanırken bir başkasının veya diğerlerinin kaybetmesidir.
Bu tanım bizim faiz tanımımızın temelidir. Bir sermaye borç olarak verildiğinde borç alan karda etse zararda etse sermayeye bir getiri ödüyorsa faizdir. Bir işletme 3 ay zarar ettiği halde işçisine aynı ücreti veriyorsa bu faizdir. Çünkü işletme zarar etmesine rağmen sabit ücret alan işçi zarara iştirak etmemiştir. Yine bu işletme zarara rağmen aynı kirayı veriyorsa bu da faizdir. Çünkü zarar etmesine rağmen tesis sahibi kar etmektedir.
İslami üretim modelimizi bu temel üzerine bina edecek olursak, aslında bir ortaklığın ortaya çıktığını görmekteyiz. Tesis sahibi, işçiler,hammadde tedarikçisi ve genel hizmetleri(elektirik,su,muhasebe vs.)yapan devlet , üretimin girdilerini oluşturmaktadırlar. Paylaşım da bu 4 girdi arasında üretilen ürün cinsinden paylaşılacaktır. Herkes ürün cinsinden üretim miktarınca payını alacağından bir sınıfın karı diğerinin zararı söz konusu olmayacaktır. Bu 4 girdiyi bir araya geldiğinde paranın da üretim için esas bir faktör olmadığı ortaya çıkmaktadır. Para olmadan da üretimi ortaya çıkarmanın en önemli yollarından birini Allahu Teala kitabında bize göstermiş olmaktadır böylece.
İslam zenginliğe karşı çıkmaz, fıtri olanı hiçbir zaman yasaklamaz Allahu Teala, İslamda yasak olan tekeldir. Piyasanın tekele gitmesinin önüne de faiz yasağı ve sermaye vergisini tesis ederek geçmiştir. Faiz yasağı ile risksiz kazancı engellenen sermaye üzerinden ayrıca 40 da 1 vergi alınarak sermayenin azalan verimler kanununa göre belirli bir düzeyi aşması engellenmiştir. Sermaye artarak belirli bir seviyeye gelir ve o seviyede elde edilecek kar artık 40 da 1 i aşamaz doğal olarak alınan vergide 40 da 1 olduğu için sermaye artık artmayacak ve tekele gidilemeyecektir. Oysa şu an gelir vergisi ile sermayenin güçlenerek artması sağlanmakta ve tekele gidilmesi doğal hale gelmektedir. Zaten küresel sistein istediği de budur. O yüzden sermaye vergisi dediğimiz zekat ve faiz yasağı birlikte uygulanırsa başarılı olacaktır. Sanırım said nursinin anlatmak istediği budur.
Mevcut köle düzeni dediğimiz işçilik sisteminin ortadan kalkması ve yeni dönem olan ortaklık döneminin başlayacağı zamanlardayız. Bunu nasıl sağlayacağız? Hem çalışanları kölelikten kurtaracak hem de işsizliği ortadan kaldıracak ve üstelik enflasyona sebep olmayacak kredileşmeyi nasıl sağlayacağız? Genel olarak faiz olmadan kredileşme nasıl gerçekleşecek?
İslamda banka devlete ait bir kurumdur. Kredileşme devlet eliyle gerçekleştirilir. ayrıca İslamda ticari kredi yoktur. BUgün faaliyet gösteren katılım bankaları İslam bankacılığı ve kar gibi kelimeleri kullanarak mütedeyyin kesiminde tasarruflarının mevcut sisteme entegresini sağlamaktadırlar. Bu ayrı bir konu.
Uzatmak istemiyorum.
İslami bir ekonomik model araştırmak istiyorsanız Adil ekonomik düzen üzerinde çalışmanızı isterim. Adil Ekonomik Düzen bir slogan değildir. Bütün detayları ile hazırlanmış islami ekonomik bir modeldir. Yenibosnada Akevler grubu olarak halen çalışmalar yapılmaktadır. Bütün arkadaşlarımızdan katkılarını da bekliyoruz. İlgilenen arkadaşlar mailden irtibat kurabilir.