Cemil Ertem – Kapitalizm, faiz ve İslamcılık tartışmasına giriş

4 Responses

  1. Filiz dedi ki:

    Kıymetli bir yazı olmuş hocamızın eline sağlık. Özellikle faizi sistemin bütünü içinde göstererek riba sistemi olarak tanımlamasını çok kıymetli buldum. Faizi sadece kredilere ödenen veya bankaya yatırılan mevduatlara ödenen bir para olarak algılamak faizin neden haram kılındığının anlaşılmasını da zorlaştırıyor. Riba sisteminin (bugün finansal ekonomiye denk gelen) kapitalizm ile bağlantısının kurulması ve buradan İslam’ın kapitalizm ile örtüşemeyeceği ortaya konulmuş.
    Yazının başında “alternatif-kapitalizm sonrası- yeni bir toplumun ilk şifrelerini ortaya çıkarmaya gayret eden bir denemedir.” Denilince beklentim biraz daha fazla olmuştu. Elbette bir makale ile bunu yapmak mümkün değil. Yazıda ortaya konulan alternatif ekonomik modelin başlıkları bana Proudhon’un kooperatifçiliğini anımsattı.
    Proudhon, “sermayenin sermayedara faiz, iskonto, kira v.b. adı altında işçilerin ürünleri, üzerinde efendi hakkı veren çeşitleri arasında en önemlisi paradır ve eğer para faiz almadan ödünç verilebilirse, diğer sermaye çeşitlerinde de efendi hakkı ortadan kalkar” diyor. Hatta “mübadele bankası kurularak, işçiye faizsiz sermayenin elde edilmesi olanağı verilirse, sermaye sahiplerinin emeksiz gelir sağlama olanağı ortadan kaldırılmış olur” da diyor. Oldukça kapsamlı geniş bir konu, sadece faizin ve sermayenin kontrolünün değil üretimin nasıl olacağı bunun dağıtımının ve dolaşımının nasıl sağlanacağı ve tüketim ve talebin durumu gibi tonla içeriği de sahip.
    Kapitalizme alternatif kapsamlı bir ekonomik politik analize oldukça fazla ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Cem Somel hocamızda yine sitede yayınlanan “ ahlak üzerine” başlıklı yazısında buna değinmiş. Alternatifini sunamadığımız sürece kapitalizme yönelik getirilen eleştirilerin bir yanı hep eksik kalacak. Bu alternatifsizlik toplumsal mücadelelerinde sonuçsuz kalmasına, kapitalizmin tek alternatif olarak karşımızda durmasına ve sistemin son sürat hegemonyasını yerleştirmeye ve içselleştirmeye devam ettirmesine zemin hazırlıyor. Cemil hocada yazının başında alternatif bir sistemin şifrelerini ortaya koyacağını söyleyerek giriş yapmış, ısrarla devamını bekliyoruz…

    • fatma göz dedi ki:

      ilk kısımdaki , emre aköz’ ün “sermayeyi büyütmek” tabirinden, soyut bi şekilde yazarın “büyütme gereği”ne nasıl ulaşılmış anlayamadım. eğer servetin ve giderek sermayenin büyümesi olumsuzlanmıyorsa, bu “büyüme” nin kaynağında ne olduğu düşünülüyor acaba? biriktirme? sömürerek biriktirme olabilir mi? bunlar hukuka gayet uygun evet, ama bizlerin gözünde meşru mu, haklı mı , adil mi?
      bir de “servet” ile “sermaye”yi ayırdederken küçük bir ayrıntı:sermaye sahibinin arabasını ya da evindeki gümüşleri, kişisel, tüketime yönelik yani üretken bir amaç için kullanılmayan “servet” kategorisi diye bir kenara ayırsak bile bunları sermayeden daha doğrusu onun “getiri” sinden ayırmak pek mümkün değil. yazarın öyle bir iması yok ama yine de görmek gerekir: ücretli emek sömürüsü sürecine sokulmayan hanlar hamamlar da , bir defa “sızdırılmış” olmakla , artık hiç de masum ve “helal” değildir. ya da helallik meselesine hiç girmemeli , bir yanıyla buradaki tartışma da bu zaten.
      yazı genel olarak “bu da nereden çıktı ” dedirten ara pasajlarla ilerliyor.ilk bu da nereden çıktı : “meta üretimi ücretli dönemi gerekli kılar”dan sonra “said-i nursi kapitalizme ücret(ecir) dönemi der ve mutlaka biteceğini söyler çünkü nursi bu sistemin riba çürümüşlüğünü üreteceğini bilir”.1) said-i nursi bu söylediğini iktisadi işleyişe ilişkin bir tahlil yoluyla mı söylemiş yoksa mistik ya da inanç temelli bir şey mi söylemeye çalışmış? yazar sermayenin kategorilerine ve tarihsel macerasına ilişkin bir açıklamanın içine damdan düşer gibi said-i nursi’ den “alıntı”lar (tırnak işareti kullanıyorum çünkü s.n.’ ye atfedilen ifadeler bizzat yazarın yorumu mu bilemedim ) koyuyorsa , okur da soruyor haliyle. 2)said-i nursi’ nin “ecir ” dönemi dediği şey, yine said-i nursi’ de “riba çürümüşlüğünün üretimi” ne nasıl yolaçabiliyor acaba? eğer islam’ a dayandırılmaya çalışılan kapitalizm eleştirisi çabası, romantizmle ya da öznellikle malul kalmasın isteniyorsa bu bağları kurmak , iktisaden bu bağları “ göstermek” icabeder. zaten bence, dünyada islamcı diyebileceğimiz gelmiş geçmiş rejimler, “müslüman” iktisatçılar, ne bileyim iran islam devrimi vb. örneklerin tez ve uygulamalarına değil de said-i nursi’ ye hem de bulanık bir şekilde dayanmanın kendisinde bir sorun var. “olan değil de inanç anlamında olması gereken ortaya konulmaya çalışılıyor “ deniyorsa da kitap var, sünnet var , müçtehitler var. bu kısım elbette yazarın kaynak seçimi özgürlüğüyle ilgili birşey ama bu sorular da yazıdaki tezleri sorgulanır hale getiriyor. yani bu yazıyı okuyan insanlar neden seçmeci bir tarama yapılmış diye sorgulayabilirler doğal olarak. “yazar bu sayılanların hepsine hakim olmayabilir , olmak zorunda değildir” de denebilir ama, marx’ tan alıntılı ve “-dir,-dır”lı cümlelerle “islamcılık tartışmasına giriş” yapılmak isteniyorsa gözlükleri silip parlatmakta fayda var. bu arada, said-i nursi’ ye ilişkin olarak bir olumsuzluk ima etmeye çalışmıyorum.sadece neden o diyorum , neden sadece ya da öncelikle o?
      bir de 2.dipnottan sonraki satırlar için şunu görmek gerekir:yazının başlığı her ne kadar kapitalizm diye başlasa da en beylik bilgi düzeyinde bile biliyoruz ki feodalizm, köleci toplum , aüt gibi değişen üretim/toplum biçimleri boyunca “sömürü ” olgusu hep vardı. sömürü olgusunda, artık’ ın sızdırılış biçiminin iktisadi ya da siyasi/hukuki biçim alması ya da bunlara ek olarak kimi zaman fiziksel zora dayanması esas vaziyeti değiştirmiyor. kuran’ ın ne dediği konusundaki kişisel fikrim bir yana , kitabın doğduğu zamanda da sömürü yok değildi,bunu vurgulamak istedim. mesele kapitalizmin varlığı yokluğu meselesi değil yalnızca. ya da kitap sözkonusu olduğunda tek turnusolümüz kapitalizm değil demek istiyorum. sömürü de ne ücretli dönemde ne de sermaye ile aynı anda doğdu. yazar sömürünün bu neredeyse daimi varlığını yalanlayan bir şey söylemiş değil belki, ama eksik bıraktığı , görmezden geldiği birşey var.
      yazarın “riba”sı ile ilgili olarak da şöyle bir soru işareti oluştu kafamda:riba, eğer faizi karşılıyorsa faiz yasağı kitapta mutlak değil mi? sermayeye karşılık elde edilen yani sermayeyi ödünç verenin elde ettiği karşılık, bellii bir oranı ya da miktarı aşınca riba oluyor da, kitabın yasakladığı yalnızca bu mu? adi ya da düşük, hoşgörülebilir faiz diye bir şey var mı? bunu gerçekten anlayamadım. yoksa faiz/ riba ayrımı ile yazar yazının sonunda ifade edeceği, girişimin, sermayenin filan olumlandığı küçük mülk sahipleri düzenine kitaba rağmen bir meşruluk malzemesi mi yaratmaya çalışıyor? bunu yazarı iğnelemek için söylemiyorum. belki de faiz/riba meselesini eksik biliyorum ya da yanlış anlıyorumdur.
      banka sermayesinden bahsedilen paragraftan sonra hızla riba kaynaklı sorunlar ve ribanın neden gayrımeşru olduğu meselesine geçilmiş. ama , üzerinde konuştuğumuz şey örneğin yine bankadan borç alma biçimlerinden biri olan , parasız vatandaşın ihtiyaç kredisi alması hali bile değilken “sömürü ” de nereden çıkıyor? burada “girişimci”, bankadan kredi olarak sermaye alıyor ve zamanı gelince kendi kârından – ki bütünüyle işçiden sızdırılmış birşey değil midir bu kâr, ticari faaliyetten elde edilmiş kazanç sözkonusu olsa bile ticaret konusu emtianın fiili üreticileri ya da eski çağların ticari yolculuk vs.lerinin fiili aktörleri sözkonusudur yine de – bir kısmını bankaya kredinin geri ödemesi ile verince “sömürülmüş” mü oluyor? oysa “sömürü” tabiri bu işlerde bu sonuncuyu karşılamak üzere kullanılmaz sanırım. bir sürü ifade bulabiliriz bunu karşılamak için, ama sömürü dersek çerçevemiz yamulur diye düşünüyorum. ya da tamam kullanılır: ya bilmezlikten ya da kavramların bambaşka bir tahlil zemininde kullanılması tercihinin bir sonucu olarak. ama o zaman da okuru uyarmak gerekir: “marx’ tan filan alıntı yapılıyorsa da anlayış bambaşka” diye.
      ve riba başlığı altındaki kısım için son soru: riba ile faizi birbirinden farklılaştıran nüans nedir? kredi verenin küçük bir kooperatif olmasıyla bir finans kapital devi olması arasındaki fark mı? ek-geri ödeme diyelim , bunun oranı mı? girişim konusu işin zorluk ve risk derecesi mi?
      “islamcılık …“ diye başlayan kısım: kapitalizmi ne olarak koyuyoruz ve bununla bağlantılı olarak “islamcılık ” acaba neye karşı çıkıyor? bu arada neden islam, tarihsel islam, kitap değil de “islamcılık”, anlayamadım. sanırım burada benim kaçırdığım bir ifade değişikliği/yaygınlaşması var. ya da yine açıklanmaya muhtaç bir ayrıntı.
      “sermaye ve özel mülkiyet kalsın, kalabilir” ve “islamcılık küçük özel mülkiyetin temel alındığı bir düzen va’zediyor” mu deniyor?yazar bunu mu söylüyor? kontrol, planlama, üretim , dağıtım, paylaşım ve tüketimi “mülkiyet” ve “özel” denen tarihsel kategorilerin dolayımı olmaksızın düşünemeyen bir örnekle daha mı karşı karşıyayız? eğer öyleyse bu kaçınılmazlık, olmazsa olmazlık bağı nasıl kuruluyor? “sermayenin temerküzü “ diye başlayan kısımlarda sanırım doğal bir ölçek ekonomisi gidişatından bahsedilmiş, böyle bişey anladım ama gerisini ve küçük özel mülkiyetçiliğe varan bir akış varsa bunu anlayamadım. yoksa üretimin toplumsallaşması ve mülkiyetin kollektifleşme baskısı altında oluşu ile küçük mülkiyetçilik mi karıştırılıyor acaba teorik düzeyde? sorun , rekabet, kriz, eşitsizlik (küçük mülkiyetçi bir rejimde eşitsizliğin ortadan kaldırılması değil de “makul” bir düzeyde tutulmaya çalışılması akla geliyor, başka türlü anlayan varsa belirtsin lütfen ) gibi ekstralarıyla bizatihi sermayenin , sermayeciliğin kendisi iken , riba yasağı vb. gibi , hem izin verilirse inanmayanlara bir şey ifade etmeyen hem de nihayetinde kendisi de bir üst yapı kurumu/hukuk kuralı olmanın zayıflığıyla malûl düzenlemelerle mi iktisadi işleyiş ehlileştirilmek isteniyor?
      bana karmaşa gibi görünen bu yaklaşım biraz said-i nursi biraz marx demenin eklektikliği ile popüler bir söylem arayışından kaynaklanıyor olabilir.( elbette burada, islam ve toplumsal/ekonomik düzen meselesini bir arada düşünen ,bu konuda çalışan insanları “harcamak” anlamına gelecek bir tepki duymuyorum. sadece eldeki yazı üzerinde konuşuyorum.cemil ertem’ in taraf’taki güncel/gündelik değerlendirmeleri haricinde de bir fikrim yok kendisine dair.) (bu arada, bu paragrafın girişindeki soru ile ilgili olarak emek ve adalet genel olarak nasıl düşünme eğiliminde acaba?)
      “girişimci kârı” ndan sözedilen kısma gelince, lenin’ in emperyalizm’ i yazdığı geçen yüzyıl başından beri zaten finans- kapital dediğimiz dev organizmalar büyük krediler verdikleri devasa anonim şerketlerin yönetim kurullarına üyeler , yönetim kurulları içinde de işleri ayrıca yürütmek üzere murahhas üyeler sokarlar. zaten basit bir ifadeyle banka yerine, hükümet filan düşüren bu azmanlar için giderek finans-kapital tabirini kullanmamızın sebebi de bildiğim kadarıyla budur. yani kredi/sermaye veren ile girişimcinin bu tip bir ilişkisi yepyeni bir şey değil. tabii, katılım bankacılığının elbette özgün tarafları olabilir ama o sistemi bir bütün olarak biricik kılanın ne olduğu hakkında -faiz uygulamasından farklı olduğu söylenen bir usul haricinde- bilgi yok elde. ama bu ve buna benzer şeyler olmadığı bir ekonomik işleyişte de barınmayı, doymayı, giyinmeyi, kültürel ihtiyaçlarımızı karşılamayı , çocuklarımızı büyütmeyi hayal edebiliriz. daha doğrusu doğru ve amansız sorularla bunu tasarlayabiliriz.
      sonuç: konuşulanlara neden islamcılık denildiğini anlayamadım. islamcılık’ ın ne olduğunu bilemedim. anlayabildiğim kadarının da neden “en ciddi çıkış” olduğunu hiç bilemedim.

  2. zafer kafkas dedi ki:

    Önce faizi en geniş şekilde tanımlamalıyız. Faiz nedir? Aynı cins malların mübadelesinde ortaya çıkan fazlalık olarak kabul edersek sadece hangi kurum olursa olsun verilen kredilerden veya kişisel borç alacak ilişkisinden doğan fazlalıklardan başka düşüneceğimiz birşey olmaz ve bunlar üzerinden üretim-tüketim ve yatırım modelimizi beirlemeye çalışırız.

    Öncelikle İslam’da insana emeğinden gayrısı yoktur. İstisna olarak ticaret meşru görülmüş o da sermayenin zarar ihtimaline karşı kar hakkının olmasıdır. Kar sermayenin bu sebeple hakkıdır. Zarara iştirak etmeyen , zarar riski taşımayan her getiri faizdir. Bu ne demektir, biri sürekli kar ederken, kazanırken bir başkasının veya diğerlerinin kaybetmesidir.

    Bu tanım bizim faiz tanımımızın temelidir. Bir sermaye borç olarak verildiğinde borç alan karda etse zararda etse sermayeye bir getiri ödüyorsa faizdir. Bir işletme 3 ay zarar ettiği halde işçisine aynı ücreti veriyorsa bu faizdir. Çünkü işletme zarar etmesine rağmen sabit ücret alan işçi zarara iştirak etmemiştir. Yine bu işletme zarara rağmen aynı kirayı veriyorsa bu da faizdir. Çünkü zarar etmesine rağmen tesis sahibi kar etmektedir.

    İslami üretim modelimizi bu temel üzerine bina edecek olursak, aslında bir ortaklığın ortaya çıktığını görmekteyiz. Tesis sahibi, işçiler,hammadde tedarikçisi ve genel hizmetleri(elektirik,su,muhasebe vs.)yapan devlet , üretimin girdilerini oluşturmaktadırlar. Paylaşım da bu 4 girdi arasında üretilen ürün cinsinden paylaşılacaktır. Herkes ürün cinsinden üretim miktarınca payını alacağından bir sınıfın karı diğerinin zararı söz konusu olmayacaktır. Bu 4 girdiyi bir araya geldiğinde paranın da üretim için esas bir faktör olmadığı ortaya çıkmaktadır. Para olmadan da üretimi ortaya çıkarmanın en önemli yollarından birini Allahu Teala kitabında bize göstermiş olmaktadır böylece.

    İslam zenginliğe karşı çıkmaz, fıtri olanı hiçbir zaman yasaklamaz Allahu Teala, İslamda yasak olan tekeldir. Piyasanın tekele gitmesinin önüne de faiz yasağı ve sermaye vergisini tesis ederek geçmiştir. Faiz yasağı ile risksiz kazancı engellenen sermaye üzerinden ayrıca 40 da 1 vergi alınarak sermayenin azalan verimler kanununa göre belirli bir düzeyi aşması engellenmiştir. Sermaye artarak belirli bir seviyeye gelir ve o seviyede elde edilecek kar artık 40 da 1 i aşamaz doğal olarak alınan vergide 40 da 1 olduğu için sermaye artık artmayacak ve tekele gidilemeyecektir. Oysa şu an gelir vergisi ile sermayenin güçlenerek artması sağlanmakta ve tekele gidilmesi doğal hale gelmektedir. Zaten küresel sistein istediği de budur. O yüzden sermaye vergisi dediğimiz zekat ve faiz yasağı birlikte uygulanırsa başarılı olacaktır. Sanırım said nursinin anlatmak istediği budur.

    Mevcut köle düzeni dediğimiz işçilik sisteminin ortadan kalkması ve yeni dönem olan ortaklık döneminin başlayacağı zamanlardayız. Bunu nasıl sağlayacağız? Hem çalışanları kölelikten kurtaracak hem de işsizliği ortadan kaldıracak ve üstelik enflasyona sebep olmayacak kredileşmeyi nasıl sağlayacağız? Genel olarak faiz olmadan kredileşme nasıl gerçekleşecek?

    İslamda banka devlete ait bir kurumdur. Kredileşme devlet eliyle gerçekleştirilir. ayrıca İslamda ticari kredi yoktur. BUgün faaliyet gösteren katılım bankaları İslam bankacılığı ve kar gibi kelimeleri kullanarak mütedeyyin kesiminde tasarruflarının mevcut sisteme entegresini sağlamaktadırlar. Bu ayrı bir konu.

    Uzatmak istemiyorum.

    İslami bir ekonomik model araştırmak istiyorsanız Adil ekonomik düzen üzerinde çalışmanızı isterim. Adil Ekonomik Düzen bir slogan değildir. Bütün detayları ile hazırlanmış islami ekonomik bir modeldir. Yenibosnada Akevler grubu olarak halen çalışmalar yapılmaktadır. Bütün arkadaşlarımızdan katkılarını da bekliyoruz. İlgilenen arkadaşlar mailden irtibat kurabilir.

  1. 31 Ekim 2012

    […] Köprü Dergisi’nde yayınlanmış bu makalesi, kendisinin beğenip yayınladığımız köşe yazısının arkasındaki mesaiyi ortaya koyuyor. Köşe yazısındakine paralel şekilde bu yazı da […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir